Konuşulmayan: Bazı Şeyler Ancak Kurgudur, Hem de Akıl Uçurur

-
Zülfikar Yamaç
- Kitap
- 29 Mayıs 2018
Ne zaman başladım, ne zaman bitirdim. Okuduklarımın tadı hala zihnimde taze ve uzun zamandır olmadığı kadar çarpıcı bir metinle karşı karşıya kaldım. Olayların akışı adeta bir filmdi ve hiç bitmesin istedim. Konuşulmayan. Korku öyküleri ile tanıdığımız ve sitemizde yayınlanan Gerisi Hikaye podcast ekibinin üyelerinden Demokan Atasoy’un ilk romanı. Hakkında söylenecek çok şey var ve hepsi aynı kapıya çıkıyor; hayat gibi, çok daha sert olanı.
Anadolu Korku Öyküleri ciltleri, Aşkın Karanlık Yüzü, Karanlık Yılbaşı Öyküleri adlı derlemelerde öykülerini okumaktan keyif aldığım Demokan Atasoy, bize çok tanıdık bir zaman diliminden sesleniyor. Şimdi geçmiş zaman olan doksanlı yıllardan kopup gelen hikaye Konuşulmayan olarak vücut bulmuş…
İnsanoğlu Kuş Misali
Hande Sadır. Podyumların aranan yüzü, hem yüzü hem fiziği ile kendinden gençlere taş çıkartan, ailesi ile sorunları olan afeti devran manken. Kitap içine düştüğü maddi ve manevi sıkıntıları tüm çıplaklığı ile yüzümüze vuracak şekilde başlıyor. Tükenmişlik sendromu yaşayan ve bu açığı başta kokain olmak üzere bilumum uyuşturucu madde ile kapatmaya çalışan Hande, hayatını kurtarmak için elindeki son şansı değerlendirir. Adeta yeniden doğacak olan hanım kızımız işlerin hiç tahmin etmediği bir yönde gitmesi hasebiyle dağıttığı gecenin akabinde gözünü açtığında…
Dalınç Baysal. Karı koca beyaz yakalı ailenin tek çocuğu, annesi Emine Hanım’ın katı kuralları ile büyümüş, asosyal, kendine güven sorunları yaşayan devlet memuru. Ne çocukluğunu yaşayabilmiş ne de gençliğini. Daima annesinin gözetimi altında silik bir hayata mahkum. Günün birinde ofisine gelen uğursuz bir telefon adeta kalbini durma noktasına getirir. Apar topar hazırlanır, kendisni çağrıldığı hastanenin morgunda bulur…
Hayat Dediğin
Birbirine taban tabana zıt diyebileceğimiz, hayatları boyunca sürekli farklı tarafta olmaya mahkum iki insan. Birinin varlığı kafa kağıdı ile kanıtlanacak kadar yokken diğeri podyumlarda yaş alıp hayatını yaşıyor. Kurgu, hikaye hatta direkt olarak hayat onları bir araya getirir. Lakin öyle aklınıza gelecek tüm ihtimalleri çürütecek cinsten bir buluşma, birliktelik. Adeta akıl uçuran cinste başlayan olaylar zinciri gittikçe kontrol edilemez bir seyir yakalıyor…
Konuşulmayan. Yaşam her ihtimale ve iktidara gebedir demenin yazılmış hali…
Yılların Emeği…
…ortaya tadından yenmez bir eser çıkartmış. Yıllardan kastım bir iki değil. Sekiz yıllık bir çalışmadan bahsediyorum. Demokan Atasoy söz konusu kitap için bir çocuğun zorunlu ilköğretim hayatı kadar zaman harcamış. Meyvesini topladığını söylemek kesinlikle doğru olacaktır. Azim ve esere olan inanç. En yakınımdaki örneklerden biri olarak hatırlayacağım.
Eserin sahip olduğu kurgu, olayların akışı, geçişler sinema filmi hissi uyandırdı. Her bir bölüm içerisinde anlatılan pasajlar okura öyle dolu dolu ve doğru sunulmuş ki kurgu bir eser olduğundan şüphe edilebilir hale gelmiş. Özellikle Dalınç karakterinin yer aldığı bölümler okurken her detayı, olayı zihinde canlandırmayı mümkün kılıyor. Yazar karakterlerini oluştururken her şeyi hesaba katarak hareket ettiğini göstermekten kaçınmıyor. Anlatacağı olayı bağlantılı olduğu geçmiş üzerinden aktararak karakteri daha iyi ve doğru anlamamızı sağlamış.

“Müdürüm Ben!”
Bir noktadan sonra Dalınç sürekli bu cümleyi kurarak bir şeylere cesaret edebilir hale geliyor. Kendi kendisine kim olduğunu hatırlatmak ve bir şeyleri başarmak için -artık- gereken enerji için kimlik arayışına giriyor. Annesi sebebiyle hiç bir kişilik geliştiremeyen adamımız Hande ile adeta yeniden doğuyor.
Karakterlerin motivasyonları birbirinden farklı ancak hepsinin problemi ortak. Kimim ben? Bu soruyu sorarak hayata devam ediyorlar. Kendilerine ait bir hayatları olabilir ancak kendileri olmak konusunda sıkıntı yaşıyorlar. Yazar bu noktaya güzel el atmış. Dalınç sürekli geçmişte neler oldu da ben böyle oldum diyerek bize – ve kendisine- kim olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Hande kim olduğunu biliyor ama bunun bir yanılsama olmasından korkuyor. Yaşadığı hayat ya hiç yokmuş ya da ellerinden kayıp gitmek üzereymiş gibi hissediyor.
Hikaye doksanlı yıllarda geçmesine karşın kişilik bunalımları şimdiki zamanla hemen hemen aynı. Şimdilerde bunun başlıca sebebi sosyal medya paralelinde değişen kültür, sanat, günlük hayat dinamikleri. Bir şeyler olmak zorundasın; bunu söyleyen akıllı cihazımızda yuvalanmış internetten başkası değil. Konuşulmayan bu soruna kendi zamanına uygun bir biçimde yaklaşıyor. Demokan Atasoy bunun çok iyi yakalamış; kim olduğumuzu şaşırdığımız ya da bilmediğimiz dönemler hep vardı. Ancak iki binler bunun tam göbeğinde yer alıyor.
Dahası?
Kitaba dair dikkat çekmek istediğim bir diğer şey karakterler. Kişilik sorunlarından bahsettim ancak kimlikleri ve kim oldukları ayrı bir konu. Evvela Emine hanım. Tam anlamıyla bir demir leydi. Ailesinin etrafında pervane olmasını bildiği gibi katı kuralları sayesinde dediğim dedik olmakta üstüne yok. Kurgunun akışı için çok iyi bir tetikleyici. Dalınç normal bir insan olsaydı hiç morgda… Olamamasının sebebi oğlunu sürekli takip altında tutan Emine hanımdan başkası değil. O yılların ev hanımı, ailenin birleştirici gücü olarak anne figürüne dair başarılı olup olmadığı tartışmalı bir temsil. Kurgunun “nedenleri” için işaret edilecek nokta Emine Baysal’dan başkası değil.
Dalınç ise kelimesi kelimesine loser. Sebebi annesi. Hiç bir zaman istediği hayata kavuşamamış. Sürekli bir şeyler içinde kalmış. Onun için hayat gayet sıradan ve vasat olmuş, bu durum hiç değişmemiş. Tek çocuk şımarıklığı yaşayamadığı ve kadınlara dair neredeyse sıfır tecrübesi olduğu için kendine güven sorunları olan bir tip. Bastırılmış bir hayat ve Hande’de son bulan sıkıntılar.
Hande ise başarının hipnozuna kanmış, gençliğinde mahallenin tozunu attırmış, çirkin ördek yavrusu masalının ana karakteri. O başarıyla motive olup, başarısızlık anlarını katlanamıyor. Hayat kötüye gittiğinde ise çareyi toz ve haplarda buluyor. Hikayenin geçtiği dönemlerde uyuşturucu madde tehlikesi revaçta, kullanan sayısı şimdiye oranla az olsa da hayatını kaybeden daha fazla. Hande’nin çözümü çaresizliğinin en yüce delili.
Her biri incelikle işlenmiş, geçmişleri olan, nefes alıp veren insanlar yer alıyor hikeyemiz içerisinde. Kurgu okuduğum zaman en çok da “benim adım…” diyen ve kendisini hatırlatacak kişiliğe karakterleri seviyorum. Başarılı olsun olmasın, iyi olsun kötü olsun. Gerçekten yaşadığını hissedeyim o karalterin, mesele bundan ibaret.
Sona Doğru
Konuşulmayan her yönüyle başarılı bir eser olarak dikkate değer. Özellikle kurgusu, olayların hem tahmin edilemez hemde çarpıcı yönleri okurun dikkatinden kaçmayacaktır. Demokan Atasoy verdiği emeğin karşılığını kesinlikle almış. Maceraperest Yayınları’nın çok şık bir baskı -ufak bir font sorunu dışında- ile piyasaya sürdüğü kitap için tadılması gereken bir lezzet olduğunu söyleyebilirim.
Kitabın benim için başka bir anlamı daha var; Gerisi Hikaye ekibinin tüm üyelerine ait ilk solo kitapların tanıtımlarını yapmış bulunuyorum. Daha nice eserlere imza atmanız dileğiyle…