Passengers ve The Days Between Kıyaslaması

Bu yazımda Passengers adlı filmi, Allen Steele’nin 2002 yılında yazdığı The Days Between adlı kısa öyküsüyle karşılaştıracağım. Öyküyü şu an çok iyi hatırlıyorum, lakin yıllar önce okudum ve bazı kısımlar eksik kalabilir. Elimde basılı kopyası yok, zamanında bir sitede okumuştum ama sonradan silmişler. Sonuç olarak aradaki benzerlikler o kadar çok ki; filmin ilk trailer’ını izlemek hafızamı tetikledi ve orijinal öyküyü büyük oranda hatırlamamı sağladı. Tamamen ona güvenerek yazıyorum. Hemen baştan uyarayım: Yazı her iki eserle de ilgili ciddi miktarda spoiler içerir.
En temelde derdim, çalıntı hikayenin ille de çalıntı kalmak zorunda olmadığına dikkat çekmek. Bu fikri, eldeki hikayelerin çok benzer başladıktan sonra nasıl alakasız yollarda ilerlediğini anlatarak örnekleyeceğim.
İki konu da çok benzer şekilde başlıyor. Bir adet soğuk uyku gemisi çok uzaktaki bir gezegene yerleşimci taşıyordur. Bir sakatlık sonucu yolculardan birisi yol ortasında uyanır ve geri uyuyamaz. Yolcu önce kısa bir depresyon geçirir. Sonra geminin olanaklarını sömürerek kendini oyalamaya çalışır. Hiçbir şeyin uzun vadede kar etmeyeceğini görünce sapıtır, insanlıktan çıkar. Arada intihar etmeyi dener, ama tırstığından beceremez.
Konu burada çatallanıyor. The Days Between’in yolcusu delirir ve deliliği bir yaratıcılık patlamasına dönüşür. Yolcu, bilimkurgu romanları yazmaya başlar, zamanla yazdığı roman dizisindeki önemli sahneleri geminin duvarlarına boyamaya başlar, ölene kadar da çilesini sanata dönüştürür. Filmde ise Chris Pratt’in canlandırdığı yolcu, çilesini paylaşmak için başka bir yolcuyu uyandırır. (Çakal herif gitti Jennifer Lawrence’ı uyandırdı… doğal olarak.) Türlü aksiyonlardan sonra duruma uyum sağlayıp geminin içini ufak bir cennet bahçesine dönüştürürler.
Yan not: Ya o Hayat Ağacı ile Adem ve Havva motifini ne de güzel yedirmişler. O son sahneyi o kadar kör gözüne parmak yapmasalar ben kaçırabilirdim mesela. Gerçi yaşadıkları ilişkiyi Adem ve itaatkar Havva ilişkisi gibi değil de; Adem ve atarlı Lilith ilişkisi gibi ama o kadar sanatçı yorumu kadı kızında da olur. Zaten devir komple değişti, özellikle 20’li ve 30’lu yaşlardaki şehirli yaratıcı sektör/beyaz yaka gençleri arasında Havva taliplileri iyice azaldı, hepsi Lilith istiyor.
Yan not: Lilith’in Arapça/İslami ismini bulup yorumlara yazana internet kurabiyesi verilecektir.
The Days Between, büyük oranda Kingvari bir “yazarın çilesi” atmosferi içinde evriliyor. Ana karakter intihar edemeyeceğini anladıktan sonra, uzay gemisinde bir başına müebbet hapse mahkum bir insanın ufak ufak akıl sağlığını yitirmesini ve akıl sağlığını yitirdikçe bilimkurgu yazarına dönüşmesini izliyoruz. Yalnızlık akıl sağlığını o kadar bozuyor ki; uzay gemisinin uzun mesafeli tarayıcılarından gelen sinyallerle bile “Belki orada bir gemi vardır, geminin içinde uzaylılar vardır.” diye efkarlanıyor. Özünde bir adamın yalnızlıkla süregelen mücadelesini görüyoruz.
Filmde ana karakter intiharın eşiğinden döndükten hemen sonra uyuma tüpünde Jennifer Lawrence’ı görüyor ve bilinçli olarak kendine itiraf edemese de “yalnızlığı paylaşmak için” onu da uyandırmaya karar veriyor. Bu noktada gerilim bir anda iki insan arasındaki gerilime dönüşüyor. Hatun bizzat teşrif etmese de ana karakter özünde iyi bir insan olduğu ve hatunun kişilik haklarına saygı gösterdiği için o ilk gerilimi yaşıyor. O kısmı da kişiler arası gerilim olarak kabul ediyorum. Özünde film bir 90’lar romantik filmi oluyor.
Yan not: Dikkat ederseniz iki hikaye de Bağcılar tipi arabesk ile arabeskleştirmeye çok müsait. Bunu öğrencinin kendi kendine çözeceği bir alıştırma olarak bırakıyorum.
Filmin The Days Between’den ayrılıp kendi yolunu tutturması az önceki beyanattan anlaşılacağı gibi çok da matah bir olay değil. The Days Between’deki konu akışı normalde Hollywood ürünü olarak gördüklerimizden çok ayrı bir yolda ilerliyor. Filmdeki konu akışı belli bir mesafe bu aykırı yolu takip ettikten sonra çatallanıp ana akım Hollywood akışına geri eklemleniyor. Hakikaten de konu akışı, bildiğimiz ve sevdiğimiz Hollywood tipi “seksi insanların dramalı-inişli-çıkışlı ilişkileri” kalıbına bire bir oturuyor. İlişki standart Hollywood ilişkisinin bütün evrelerinden geçiyor. Lakin ilişkiyi evreden evreye geçiren olayların bilimkurguluğu da filmi sıradanlıktan kurtarıyor. Game of Thrones nasıl lordlu kılıçlı pembe dizi ise, Passengers da uzaylı lazerli 90’lar romantikli filmidir. Ama eğri oturup doğru konuşalım, işin içine iyon iticiler, plazma reaktörleri falan girince 90’lar romantizmi bile ilginçleşiyor.
Neckbeard veya Hipster Nerd olmayan herkes, açıkça esinlenme olsa bile, hikayenin özgünleştirici şekilde dönüştürüldüğünü kabul edecektir. He The Days Between’den farklı hale gelmesi ama 16843463846 başka filmle aynılaşması iyi midir kötü müdür onun matematiği zor. Ben o topa girmem. The Days Between de çok ağırı bilimkurgu odaklı değil, dediğim gibi Kingvari “yazarın çilesi” temaları çok ağır basıyor, bilimkurgu da sadece bahane. Ondan kalkıp da filmden çok şey beklememek lazım.
Ufak Not: Filmi teknik saçmalıklar ve konudaki açıklar üstünden inceleyecektim, ama 2 paragraf yazınca farkettim ki filmin derdi bilimkurgu olmak değil, orijinal öykünün de öyle bir derdi yok. Ondan bari esinlenmeye dair sosyal mesaj vereyim dedim.