Turkish Suicide Squad – Malkoçoğlu: Ölüm Fedaileri

Eski filmlerin etkisine kapılarak hiç düşündünüz mü “acaba neden artık tarihi, fantastik türk filmleri çekilmiyor” diye? Aslında bunun birden çok nedeni var. Bu yazımda, en güzide tarihi kurgu filmlerimizden biri olan ve konusunu bu sene vizyona giren “Suicide Squad” filmine çok benzettiğim  “Malkoçoğlu-Ölüm Fedaileri” üzerinden sinemamızın bu yönünü incelemeye çalışmak istiyorum. Özetlemede iyi değilimdir, alın burada yapılmışı var:

“Prens Arnold (Tuncer Necmioğlu) ve Sırp prensesi Elza’nın (Leyla Selimi) izdivacını engellemek için gönderilen Türk elçileri, Arnold’un emriyle sarayda öldürülür ve Elza’ya “babanızı Türkler öldürdüler” denip saraydan kaçırılır. Malkoçoğlu (Cüneyt Arkın) ve yanındaki ölüm fedaileri, Koca Kurt Samsa (Kami Kasravi), İlbey-Zorbey kardeşler (Adnan Mersinli-Hakan Bahadır) ve bıçakçı Polat (Talat Hüseyin), prensesi ve tahtın genç veliahtı Enrico’yu (Yaman Coşkun) Arnold’un elinden kurtarırlar. Sandor’un (Yusuf Sezer) ani bir baskınıyla uğraşan fedailerin arkadan gelen Arnold’un ordusuna yakalanmasını istemeyen Elza, Arnold’un yanına kaçar. Malkoçoğlu ve fedaileri Elza’yı kurtarmak için Arnold’un kalesine giderler ve mücadelenin sonunda sadece Malkoçoğlu ve Elza ayakta kalabilmiştir.”

http://www.sinematurk.com/film/4981-malkocoglu-olum-fedaileri/

Peki peki! Özeti de kısaca özetleyelim karışmasın kafalar. Efenim şimdi ortada Sırbistan Prensliğinde geçen bir komplo vardır.  Şövalye Arnold (Cüneyt Arkın’a göre yer yer Arnöld) Sırp kralını öldürüp suçu Osmanlı elçilerine atmıştır. Böylece oluşan kaos ortamını bahane edip, tahta en yakın iki adaydan biri olan prenses Elza ile evlenerek tahta geçebilecektir. Diğer bir aday Enrico ise henüz bir çocuktur. Osmanlı Padişahı tarafından Malkoç’a ve Türk diyarlarından seçilmiş en iyi; yarını olmayan savaşçılara giden ferman, tahtın gerçek varislerinin kaçırılıp Osmanlı korumasına getirilmesini istemektedir. Böylece bu intihar ekibiyle maceramız başlar.

1971 yılında çekilmiş olan filmimiz, zamanındaki filmlerden akıcılık ve anlatımdaki güçlü unsurlarla kolayca ayrılmaktadır. Hatta devam filmlerini bile hak edecek kadar beğenilmiş ve başarıya ulaşmıştır. Ancak Malkoçoğlu serisinin altıncı filmi olan bu filmden sonra bu tema terk edilip Malkoçoğlu: Kurt Bey filmiyle seri kapatılmıştır. Daha sonra Kara Murat serisine geçilmiştir.

Konusu bu sene vizyona giren “Suicide Squad” filmiyle aynı yapıda ilerleyen filmde Malkoçoğlu’nun emrinde kendini tamamen görevine adamış beş ayrı savaşçıyı görürüz. İşler burada gittikçe ilginçleşmeye başlar, çünkü bunlar ilki olan Koca Kurt lakaplı Samsa, elinde el yapımı bir top taşımaktadır. Samsa bu icadın mucididir. İcat çeşitli boyutlarda üç adet namlusu olan ve o günün şartlarının tersine fitilsiz bir şekilde tetik mekanizması ile çalışan portatif bir toptur. Yani kısacası Samsa’nın icadı aslında ilkel bir tüfektir; öyle dandik bir set dekoru da değil ha! Dönemin şartları ve efektleri düşünülünce çok ama çok başarılı kalan bir alet olarak gözümüze çarpar ve tadını alacağınız şekilde bolca da kullanılır filmde. Böyle bir steampunk unsurunu bir Türk filminde görmek, sizleri bilmem ama benim için hayatımda yaşadığım en iyi film deneyimlerin biri olarak aklıma kazınmıştı küçüklüğümde. Ekip içinde yalnızca Samsa, Malkoç’un gerçek kimliğini bilmektedir. Zira Malkoç gibi güçlü bir akıncının hayatının tehlikeye girmemesi de önemlidir. Türk sinemasındaki “sidekick” diyebileceğimiz yardımcı karaktere yepyeni bir soluk getirir Samsa. Esprilidir, zekidir aynı zamanda da su götürmez şekilde de itaatkârdır. Malkoç’un emirlerinden bir saniye bile şüphe duymaz.

İkinci karakterimizin adı ise Polat’tır. Polat bir bıçak ustasıdır. Bıçaklarını ustaca fırlatır gerekirse kılıçlara karşı bıçaklarla dövüşür. Eski bir aşk yarasını kapatmak için kendini böyle tehlikeli görevlere vurmuştur. Spoiler vermek gibi olmasın; görevi uğruna aşkından vazgeçmeyi de bilmiştir ki o sahneler, eğer ciddi anlamda oturup izlerseniz, Türk sinemasının o dönemdeki en duygusal sahnelerinden biridir. Üçüncü karakterimiz ise Gökçe’dir. Gökçe casustur her yerde eli ayağı, tanıdığı olan bir tiptir. Geveze mi geveze, palavracı ama bir o kadar da iyi kalpli ve sadıktır. Yoldaşlarını korumak adına kendi canına kıymış “Ser verip sır vermemiştir”. Bu inanılmaz içten ve duygusal karaktere can veren Danyal Topatan çekimlerden dört yıl sonra hayata gözlerini bu sefer gerçekten yummuştur. Son iki karakterimiz ise İlbey ve Zorbey kardeşlerdir. Bu iki kardeş rüzgâr gibi hızlı okları ile düşmanlarına korku salan iki cengâverdir. Öfkeli ve kavgacı tavırlarıyla göze batmaktadırlar ama onlar da diğerleri kadar, o devrin sözlü raconu olan“Akıncı Yasaları”na bağlı sadık savaşçılardır.

Gelelim Fasulyenin Faydalarına…

Bu karakterler fark edildiği gibi sanki bir rol yapma oyunundan çalınmış gibidirler ve belki de bu kadar sevilmelerinin, kabul görmelerinin ve film boyunca “cool” kalmalarının da sebebi budur. Güzel senaryo yazımı olan bu filmde karşımızda “yıkımcı” diye tabir ettiğimiz rol yapma oyunlarının ya da süper kahraman ekiplerinin olmazsa olmazı mucit Samsa’yı görürüz. Ekibin uzun mesafeden savaşabilen savaşçıları, yerine göre külliyatta elf rolüne bile koyabileceğimiz okçular İlbey-Zorbey Kardeşler; gizlice bıçaklarla saldıran, eline ne geçse savaşabilen “roque” karakteri ise Bıçakçı Polat’tan başkası değildir. E tabi geveze, palavracı rolü olan “bard” Danyal Topatan’ın hayat verdiği Gökçe’dedir. Bütün bunlar Suicide Squad , Avengers veyahut Justice League filmleri ile benzerlik göstermektedir. İşin havalı yanı ise bu karakterler kendi geçmişimizden seçilmiş, Türkçe isimlere sahip orijinal karakterlerdir. Yıllar önce böyle havalı, aksiyon dolu ve yer yer duygusal bir film yapmamız bence büyük bir başarıdır. Filmin ana müziği orijinal bir türküdür. Kılık kıyafetler karaktere özel tasarlanmıştır ve gerçekten çok uygun ve özenli durmaktadır. Önceden de dediğim gibi; Samsa’nın silahı gayet güzel tasarlanmış mantık çerçevesinde çalışma prensibi açıklanmış ve efektten kısılmadan bolca kullanılmıştır. Diyaloglar yerinde ve nokta atışı şeklinde ilerlemektedir. Karakterlere rol dağıtımı eşit olmuş, film ilerledikçe onları ve duygularını tanıma fırsatı bile sağlanmıştır. Bu özellikler birkaç Tarkan filmi hariç çoğu fantastik Türk filminde olmayan kurgu ve senaryo kalitesini gösteren özelliklerdir. Ben şahsen bu filmin, farklı özelliklerde cengâverler ile çekilmiş devam filmini ya da kaliteli bir tekrar çekimini izlemeyi çok isterim.

samsa

Samsa

Peki, Ne Oldu da Bu Tür Filmlerimiz Gittikçe Azaldı?

İlk neden 1980 askeri darbesi. Evet, 1980 darbesi dolaylı yoldan Türk fantastik ve bilimkurgu sinemasını yaralayan en önemli unsurlardan biridir. 1970 ve 1980 arasında onlarca Cüneyt Arkın ve Tarkan filmleri çekilmiştir ancak bu ilerleyiş darbeyle durmuştur. Darbeyle sessizleşen Türk sineması eksenini daha çok toplumsal ve dram filmlerine kaydırmış bunun yanında bol bol komedi çekmeyi de ihmal etmemiştir. Çok kaliteli yapımlar veren sinemamız, 80’li yıllarda suya sabuna dokunmayan ucuz komedi, arabesk ve bol bol dram furyasına girmiştir. Toplanma süreci ancak 90’ların ortasında “Eşkıya” filmiyle başlamış, ancak yine de nitelikli fantastik ve bilimkurgu eseri çekmeye kimse yanaşmamıştır.

Bir başka neden ise maliyettir. Fantastik ve bilimkurgu sinemasında ciddi anlamda dünyayla yarışırken (Ciddiyim! Dönemin yabancı filmlerini incelerseniz bizimkilerden daha da saçma olduğunu göreceksiniz) 80’lerde kaybettiğimiz yıllar bize bu alanda bilgisiz personel ve donanım azlığı olarak 90’ların sonunda geri dönmüştür. Ayrıca ilerleyen yıllar yeni teknolojik şartları ve efektleri de beraberinde getirdiği için gittikçe pahalanan bu sektör artık amatör girişimlerle yakalayamayacağımız bir tren haline gelmiştir. Halkın komedi işlerine karşı artan ve hiç bitmeyen ilgisi de bu alanda iş ortaya konulmasını zorlaştırmıştır. Kişisel olarak komedi filmlerini ben de çok severek izleyen biriyimdir, hatta “leş” diye tabir edilen filmleri bile fikir edinmek için izlerim. Çeşitlilik iyidir aslında ve sinemada olması gereken bir şeydir. İzleyicimiz, kanımca, bu tür yapımlara biraz daha ilgi gösterse ve bizim de yerli yapım ortaya koyabileceğimize bir inansa bazı şeyler biraz daha değişebilir. Yine de yerli yapımlara son yıllarda artan güzel bir ilgi var ve bu da günümüzde bilimkurgu ve fantastik eserleri için güzel bir kuluçka ortamı oluşturuyor (bu konuda mümkün olduğu kadar iyimser olmaya çalışıyorum).

Birçok dizi görüyoruz ekranlarda: en son “46: Yok Olan” vardı yayından kalktı reytingler düşünce. “Kertenkele” dizisi ufak ufak popüler olduğu için süper kahraman işine yanaşmaya çalışıyor. Aslında iyi de yapıyorlar, her ne kadar yaptıkları işler saçma da gelse, karakterileri yer yer “Malkoçoğlu: Ölüm Fedaileri” senaryosu kadar güzel ve orijinal olabiliyor. Belki de bu işlerde kopya karakterlerden kaçınmak ve daha da özgün, güzel bir senaryo yazmaya dikkat etmek gerekli; gerisi izleyicinin takdirine ve olaya omuz vermesine kalmış. Beyin akışı tekniği ile yazdığım bu yazıma burada son verir Türk fantastik – bilimkurgu Filmleri’ni “Malkoçoğlu: Ölüm Fedaileri”nden başlayarak izlemenizi şiddetle tavsiye ederim (Yukarıda Murat Film’in Youtube kanalından yayınladığı Full HD versiyonu paylaştım). Kafam karışıktı biraz çözüldü, daha da karıştığında başka bir yazıyla karşınızdayım.

Konuk Yazar: Abdullah Derin

Yorumlar