Kayıp Bir Jenerasyona Ses Veren Akım: Grunge

“Bizi varoluşun dehşetinden kurtaracak tek şey sanattır.”

Seksenlerin sonu, doksanların başlarında sisli, gri, rutubetli, yağmurun eksik olmadığı bir liman kentinde yaşadığınızı düşünün. Kapitalizmin kalesi olmuş bir ülkede, insanların her şeyi çabucak tükettiği, kitleleri bir anda etkisi altına alan akımların bile öylece gelip geçtiği bir dönemde, ergenlik çağında ya da yirmili yaşlarınızda bir genç olduğunuzu düşünün. Size dayatılanları tükettikten sonra geriye kalan o kocaman boşluğu ya da bunları tüketmeyi reddettiğiniz için oluşan daha büyük bir boşluğu doldurabilmek için tek sığınağınızın müzik olduğunu düşünün. Kimsenin sizi anlamadığından emin olduğunuz yaşlarda, nihayet sığınabileceğiniz bir liman bulduğunuzu düşünün.

Seattle.

Seattle.

İşte size seksenlerin sonlarına doğru Birleşik Devletler’in kuzeybatısındaki durumun kısa bir özeti. Yetmişli yıllarda punk rock ateşiyle yanan New York ya da seksenli yıllarda glam metal gruplarının istilasına uğrayan Los Angeles’ın aksine, Washington eyaletinin Seattle şehrine çok daha farklı bir hava hâkimdi. Burada, müzik ve eğlence hayatının bu popüler şehirlerdeki gibi olmadığı kesindi ve genç müzisyenlerin içi, şehre hâkim olan o soğuk ve puslu havanın aksine müzik aşkıyla alev alev yanıyordu. Küçük apartman dairelerine kapanıp tüm gün plakçalarlarından Ramones, The Who, Black Sabbath, Motörhead, Led Zeppelin, Jimi Hendrix dinleyen ve daha sonra, belki de akıntıya kürek çektiklerinin bilincinde ama yine de karanlık şehrin atmosferinin izin verdiği ölçüde umut ederek bodrum katlarında bir araya gelerek müzik yapmaya, küçük kulüplerde çalmaya çalışan bu gençler o zamanlar müzik dünyasında yepyeni bir akımın temsilcileri olacaklarından habersizdiler.

Peki neydi 90’lı yılları kasıp kavuran bu “grunge” ateşi? Nirvana, Alice In Chains, Pearl Jam ve Soundgarden gibi gruplarla gençleri çılgına çeviren, ekstreme kaçtıkları yaşam tarzlarıyla bu dünyadan erkenden ayrılan grup üyeleriyle birer efsane olan ve müzik dünyasında yeri doldurulamayacak, kendinden sonraki müzisyenleri de etkileyecek bir akım oluşturmayı başarmış Grunge müzik akımını ele almaya karar verdim bu hafta. Gelin işe en başından başlayalım.

“Sub Pop” ve Piyasaya Giriş

“Grunge” ya da “Seattle Sound” terimleriyle karşılanan müzik akımının temelleri, işte yukarıda kısaca değindiğim şartlarda bir araya gelip müzik yapmaya başlayan gençlerle atıldı. Bu sıralarda Bruce Pavitt adındaki bir genç de, 1986 yılında Jonathan Poneman ile birlikte Seattle’da “Sub Pop Records” isminde bağımsız bir müzik şirketi kurdu. Aslında Bruce Pavitt işe, bir plak şirketi kurma amacıyla değil, Washington’ın Olympia şehrinde, üniversitede ders kredilerine katkısı olması amacıyla çıkardığı ve “Subterranean Pop” adını verdiği bir fanzinle başladı. Bu fanzinde tamamen Amerika’daki bağımsız plak şirketlerine ve yeraltı gruplarına yer veriliyordu. Fanzin dördüncü sayısıyla birlikte okurlarına, yeraltı müzik gruplarının derleme parçalarından oluşan kasetler de vermeye başladı. Bunlardan beşincisi, yaklaşık iki bin kopya sattı ve bunun üzerine Pavitt Seattle’a taşınarak, ismini “Sub Pop” olarak kısalttığı fanzininin dokuzuncu ve son sayısını çıkardı. Ve 1986 senesinde Pavitt, içinde Sonic Youth ve Naked Raygun gibi grupların da parçaları olan ilk derleme Sub Pop uzunçalarını piyasaya sürdü. Bu noktada devreye, daha sonra Pearl Jam ve Mudhoney gibi grunge akımının öncüleri arasında yer alacak grupların ilk bebekleri olan Green River girdi ve ilk EP’leri “Dry As A Bone”u Pavitt’in çiçeği burnunda plak şirketinin etiketiyle çıkardılar, ancak EP maddi yetersizlikler nedeniyle bir sonraki sene piyasaya sürülebildi. 1987 senesinde, Pavitt’in ortağı olan Jonathan Poneman Sub Pop’a 20.000 dolarlık bir katkıda bulundu ve önce, ilk Soundgarden single’ı “HuntedDown/NothingTo Say”, ardından da grubun ilk EP’si “Screaming Life” piyasaya çıktı.

Sea-Tac Havaalanı’nda bulunan Sub Pop müzik-hobi-hediyelik eşya dükkânı.

Sea-Tac Havaalanı’nda bulunan Sub Pop müzik-hobi-hediyelik eşya dükkânı.

Yavaş yavaş su yüzüne çıkan ama uzunca bir süre piyasa olamayacak bu grupların ilgi görmeye başlamasıyla, Pavitt ve Poneman işlerini güçlerini bırakıp tüm dikkatlerini yeni plak şirketleri üzerine yoğunlaştırdılar ve biraz para kazanıp yeni çıkardıkları single ve EP’lerle bu parayı hemen harcayarak, iflasların eşiğinden dönerek yeni bir strateji denediler. Bünyesinde Pearl Jam’den Jeff Ament ve Stone Gossard’ı da barındıran Green River’ın 1987 senesinde dağılmasıyla, vokalist Mark Arm’ın kurduğu yepyeni grup Mudhoney, “Touch Me I’m Sick” adlı single’larını, daha fazla talep yaratmak amacıyla 800 gibi sınırlı bir sayıda bastılar. Bu strateji daha sonra, diğer bağımsız plak şirketleri tarafından da benimsenmeye başlandı. Ve 1988 senesinde, daha sonraları müzik dünyasını fena halde kasıp kavuracak olan Aberdeen, Washington’lı grup Nirvana “LoveBuzz” adlı single’ını piyasaya çıkardı. Bu single aynı zamanda, insanların şirketten çıkan en son kayıtları mail yoluyla her ay almalarına olanak tanıyan Sub Pop Singles Club adlı servisin de ilk hizmeti oldu.

Pearl Jam ve Nirvana.

Pearl Jam ve Nirvana.

İşte böylece, Seattle’lı çocuklar seslerini yavaş yavaş duyurmaya başladılar.

Yorumlar