Blood of Zeus: Antik Dünyada Modern Macera

Antik Yunan mitolojisinin, modern dünyanın sanatına ve popüler kültürüne damgasını vurduğuna şüphe yok. Fantastik-kurgu romanlarından şarkılara, bilgisayar oyunlarından çizgi filmlere, şiirlerden çizgi-romanlara her yerde karşımıza çıktı. Pek çok eserin doğrudan konusunu oluşturduğu gibi, içerdiği konseptler çok kez kullanıldı ve pek çok esere de ilham verdi. Haliyle bu mitosu konu alan, yetişkinlere yönelik bir animasyon serisinin çıkması kimilerinin beklediği ve arzuladığı bir şeydi.

Blood of Zeus böyle bir içerikten beklentilerinizi karşılayacak mı, sizi Antik Yunan’ın o kaprisler, entrikalar ve kahramanlıklar ile dolu dünyasına götürecek mi gibi sorulara kendi bakış açımdan cevap vermeye çalıştım. Genel kalitenin yanında, Antik Yunan mitolojisi hissi veriyor mu sorusu da önemliydi elbette.

Yazıda SPOILER YOK; izleyecek ve öncesinde bir inceleme okumak isteyen insanların keyfini kaçırmak istemem. Tabii ki hikaye ve karakterler üzerine bazı konulara temas edeceğim ama doğrudan olay örgüsünden sahneler okumayacaksınız.

Künye

Eserin görselliği Powerhouse Animation Studios elinden çıkma. Kendilerini Castlevania‘dan tanıyoruz, ki Blood of Zeus’un  görsellik ve aksiyon kısımlarında Castlevania etkisi  bariz.  Hikayeyi yazanlar ise Vlas Parlapanides ve Charley Parlapanides; onlar da Immortals filmi ve Death Note‘un dizisi ile öne çıkıyorlar. Shaunt Nigoghossian  ismindeki yönetmen de DC animasyonlarında deneyim kazanmış gözüküyor. Hayranları için Matthew Mercer’ın az da olsa rolü olduğunu not düşeyim.

Vasat Parçalar, Hoş Bütün

Bazı kısımlarını hiç beğenmesem de, parçaları genel olarak hoş bir biçimde bir araya gelmiş ve ortaya kendini izlettiren bir yapım çıkmış. Hiç fena olmadığını, keyifli zaman geçirdiğimi söyleyebilirim. Senaryo ve karakter gelişimi açısından zayıf bulsam da, görsellik, müzikler ve sizi o dünyaya götürme konusunda iyi bir not verdim.

Kadim Diyarı Görmek

Görsellik, çizimler ve kullanılan renkler güzel. Fazla karanlık veya fazla aydınlık değil, tam ayarında. Çizgi film izlermiş tadı vermediği gibi, fazla umutsuz ve gotik de değil. Bakması keyif verici olduğu gibi,  geçmişin mitlerine ait bir dünyada olduğunuzu hissettirme açısından da başarılı buldum. Mimari, giysiler, silahlar ve  zırhlar ortama uygun. Çömlekler ve işlemeleri gibi detaylar da iyi düşünülmüş.

Karakter Çizimleri

Bu konuda benim önemsediğim, belki sizin de dikkatinizi çekmiş bir konu var. Mitos eserlerinde karakterleri genelde beyaz Amerikalılar canlandırdığı ve tüketici kitlesinin çoğunu da ( ya da en azından önemli bir kısmını) onlar ve Avrupalılar oluşturduğu için, bu “Hellen” karakterler genellikle, kumral ve kıvırcık saçlı Akdenizli tipinden çok WASP görünümünde oldular; beyaz ten, köşeli yüz, keskin ve geniş çene vs.  Ana karakter bu açıdan konsepte uygun ve başarılı. Apollo heykellerini  andıran genç ve zarif bir yüzü ve de kıvırcık, koyu kahverengi saçları var. Gereksiz iriliğe ve kas kütlesine sahip olmayan bir beden ile çizilmiş. Diğer karakterler daha beyaz tutulmuş, ama dikkat çekecek seviyede değil. Ortalıkta koşuşturan Dolph Lundgren’ler yok.

Genel olarak karakter çizimleri  göz doyurucu ve konseptten beklenilen estetiği veriyor. Tanrılar özellikle çok başarılı. Her birinin imajını tamamlayan bir görünümü var. Apollo’nun ışık saçan, genç ve yakışıklı bir tanrı olduğunu, Hera’nın tanrıların kraliçesine yakışan, biraz sert çehreli ve güzel bir görünüşü olduğunu hissettiriyor.

Alakasız bir yorum da ekleyeyim; Wonder Woman‘ı klasik köşeli çeneli  ve mavi gözlü beyaz imajından çıkarılıp,  biraz koyu tenli bir hatun tarafından canlandırılması, çizgi romanlara bağlı kalınmadığı halde beni rahatsız etmemişti. Ama filmlerin çekimi Lucy Lawless’ın gençliğinin, atletikliğinin ve güzelliğinin zirvesine denk gelse hayır demezdim tabii.

Garip Anlatımlar

Hikayenin görselliği güzel olmakla beraber, uyguladıkları bazı anlatım teknikleri biraz saçma durmuş. Mesela serinin başlarında antagonisti karanlık bir silüet olarak göstermişler, kötü adamı gölgeleyip bilinmez ve tehlikeli bir imaj yaratmaya çalışmaları bayağı klişe kalmış. Keza bazı sahneler olayları ve durumları fazlaca bariz yansıtıyor, gözümüzün içine sokuyor. İnşaat makinelerini izleyen dayılara; “bakın burası çok önemli” diyerek sunulmuş gibiler. Gene de bunlar görsel anlatımın keyfini kaçıracak düzeyde değil.

Canavarlar, Karanlık Adamlar ve Kozmik Korkular

Yunan mitolojisinde var olan bir kaç klasik canavarı görüyoruz doğal olarak. Bunlar pek hoş gözükmüyordu. Drizzt’in Guenhywar’ı gibi, bir tanesi keşke yanımda yoldaşım olsa dedirten yoktu içlerinde. Biraz daha heybetli, korkutucu ve etkileyici yapılabilirlerdi.

Hikayedeki insanımsı arkadaşlarımız ise renkleri ve çizimleriyle rollerine uygun olmuşlar. Onlara bakınca daha standart Tolkien benzeri fantezi ve D&D tadı aldım. Özellikle  antagonistimiz olan liderlerinde bayağı “Cambion Demon” havası var, oldukça beğendim.

Asıl güzel olanlar ise serinin “kadim” kötüleri, devler. Pek çoğu, insanımsı gövdelerine rağmen karakteristik bir hava veren görünüşlere sahip. Bazıları mitolojiden bildiğimiz varlıklar, bazıları anime canavarları gibi. Ortak noktaları insanlıktan uzak olmaları. Hayvanların ve insanların parçalarından oluşmalarına rağmen doğal düzene ait olmadıklarını hissettiriyorlar.

Tanrılar, İnsanlar ve Canavarlar Savaşırken

Aksiyon sahneleri de, görsellik kadar olmasa da Castlevania tadı veriyor. Akrobatik hamleler daha az ama güç seviyesi daha yüksek. Klasik kılıçlı ve büyülü fantastik-kurgulardan alıştığımız tarzda daha insani güç seviyelerindeki dövüşler yok. Normal insan olan veya insanın biraz üstünde kuvvete sahip karakterler birbirlerini metrelerce fırlatabiliyorlar veya tek darbeyle gövdeleri ikiye ayırabiliyorlar. Aksiyon animelerin ve süper-kahraman filmlerinin arasında bir yerde yer alıyor. Ara ara Bollywood filmi ayarında sahneler görmek de mümkün. Şahsen tarzı çok sevmesem de aksiyonu sürükleyici buldum.

Tanrısal Güç Hissi

Tanrıların güç seviyesi ise gerçekten yüksek. Dağları yıkan, yıkıcı fırtınaları çağıran ve toprağı sarsan, destansı kudrete sahip varlıklar olduklarını görüyorsunuz. Ölümlülerin onlarla baş edemeyeceğine, doğaya hükmeden ölümsüzler olduklarına inanmak zor gelmiyor. Üstelik mitolojiden bildiğimiz bazı karakteristik doğa üstü yetenekleri de sergiliyorlar.

Süper-kahraman seviyesinde güçleri var. Muhtemelen süper-kahramanlar ve tür hakkında modern dünyanın tanrıları ve mitolojisi dendiğini okumuşsunuzdur bir yerlerde. Keza “Gods and Monsters” gibi isimlerin kullanıldığına ve evren içi diyaloglarda da güçlü süper-insanlar  hakkında tanrılık bahsinin geçtiğine  şahit olmuşsunuzdur.  Blood of Zeus bu ilişkiyi açıkça sergilemekten geri durmamış. Hatta bazı tanrıların, ilham verdikleri kahramanlardan ilham aldığını da görüyorsunuz. Bu durumu pek keyifli buldum doğrusu.

Kan

Savaş sahnelerinde kan, kemik ve et göstermekten çekinmemişler. Düşen kişinin kan havuzunda yatması ve açığa çıkan kemikler +18 sınırını açıklıyor. Lakin Castlevania’dan hatırladığım bazı sahnelerdeki yaratıcı ve akılda kalıcı dehşeti burada göremedim maalesef. Bunun sebebi  Warren Ellis’in yazarlığı, kendisinin bazı çizgi romanlarını düşününce bu çok bariz.

Şarkılar ve Diyaloglar

Müzikler oldukça güzeldi. Senfonik müzikler bolca kullanıldığı gibi, yeri geldiğinde Antik Yunan havasını verecek enstrümanlar da kullanılmış. Atmosferi bozacak, fazlasıyla modern müzikler yok, bu önemli bir nokta.

Seslendirmeler biraz daha duygu verebilirdi. Tanrılardan Hera’yı beğendim ama Zeus daha iyi olmalıydı. Biraz daha kalın ve davudi bir ses Tanrıların Kralı için daha uygun olurdu. Düşük perdeli bass ses sanıyorum doğru teknik tanım. Aklıma örnek olarak Christopher Lee ve Peter Steele geliyor. Tabii o kadarı çok fazla şey istemek olur, ama hakimiyet hissi veren güçlü bir ses bulunabilirdi.

Ozanlık İyi de, Destan Kötü

Ana hikaye oldukça aşina olduğumuz, defalarca kez kullanılmış konseptler ve klişeler üzerine kurulu. Hikayenin işlenişi standart bir Kahramanın Yolculuğu (Hero’s Journey). O nedir diyenler için; antik mitler ve halk hikayelerinden modern eserlere kadar kullanılan bir hikaye  yapısı. Kısaca özetlersek, “görece” sıradan dünyasında yaşayan kahraman, olağanüstü dünya ile tanışır, maddi ve manevi bir yolculuğa çıkar, eski dünyasına değişmiş biri olarak geri döner. Daha detaylı basamakları olsa da ana hatlar böyle. Bunları okuyunca aklınızda Luke Skywalker veya Baggins ailesi canlanmıştır muhtemelen. Bu konudaki fantastik-kurgu ve bilim-kurgu örnekleri saymakla bitmez.

Orada, Bir Kötülük Var Uzakta, Gitmesek de, Görmesek de…

Alışıldık unsurlar bununla da sınırlı değil. En bilindik fantastik-kurgu konseptlerinden olan “kış uykusundaki kötülük” burada da mücadelenin omurgasını teşkil ediyor. Geçmiş zamanda durdurulmuş, yenilmiş ama yok edilmemiş, şimdilik sürgünde\hapiste\uykuda bekleyen o kadim kötülükten bahsediyorum. Aklıma bu temaya sahip birden fazla  D&D hazır macerası geldiği gibi, bir kaç sene düzenli oynamış olanlarımızın bu tip bir senaryoya denk gelmemiş olması istatistik hata seviyesinde bir olasılık.

Mantık hatalarının da senaryoda hiç de az olmadığını da not düşeyim. En azından “Abi canavarlar kötü değil ya, asıl kötü olan biz insanlarız tamam mı?”   ya da  ” Kötülük de lazım yeğenim. Bak kötülüğü yok edersen denge bozulur, memleketin hırsıza da ihtiyacı var mühendise de.”  şeklinde diyaloglar yoktu.

Bağımsız Hikaye

Senaryoyu mitosun kendisinde var olan bir hikaye üzerine kurmamışlar. Keza ana karakterimiz ve ölümlü kadronun çoğu da mitolojide var olan, bilindik isimler değil.  Bu yöndeki tercihi oldukça mantıklı buldum, senaristlere özgürlük tanımış. Bildiğimiz bir hikayeyi alıp kendi kafalarına göre  radikal değişiklikler yapsalardı  nahoş bir tat bırakırdı.

Sığ Karakterler

Bizim kahramanımızın yolculuğu bilindik olduğu gibi, oldukça da yüzeysel kalmış. Ana karakteri doğru dürüst tanıma şansımız olmuyor, çünkü pek detaylandırılmış ve derinleştirilmiş bir kişiliği yok. İstekleri, hayalleri ve kendine has bir kimliği  olan gerçek bir karakter değil gibi. Kişilik özellikleri ve davranışları üzerine düşünülmemiş, tek bir yönünü bariz bir şekilde görüyoruz. 8 bölümlük oldukça kısa bir seride tabii ki Ölüm Kapısı’ndaki kadar iyi yansıtılmış kişilik değişimleri  beklemiyorum, ama daha iyi olmalıydı.

Diğer karakterlerin de çoğu aynı şekilde yüzeysel kalmış. Aksiyon kadın, iri adam ve bencil keke gibi standart tipler var. Bazılarına arka plan hikayesi vermeyi yarım yamalak denemişler ama olmamış. Hem ana karakterle, hem de kendi aralarında dikkat çekici ve derin bir ilişki de geliştirmiyorlar. Star Wars benzerliği hikaye şablonu ile de sınırlı kalmamış. Maşallah, Lucas’ın kendisi emekli ama fikirleri iktidarda. Bariz karakter analogları var. Luke, Leia, Han Solo ve hatta Chewbacca bile var.

Kötü adamımız ise diğerlerinden bariz daha kaliteli. İlk başta kötüyüm ben kötüyüm diye gezse de kendisine güzel bir arka plan hikayesi verilmiş. Sanki %80 tamamlanmış da finali eksik kalmış hissi verdi ama gene de güzel ve “mitik”. Neden ve nasıl o noktaya geldiğini anlıyorsunuz. Kişiliği diğerlerine göre daha derin ve arzuları daha anlaşılır. Antagonistimiz, olmuş.

Tanrıların “ilahi” varlığı güzel resmedilmiş;  pek çok şeyi gören ve bilen, ölümlülerin  kaderlerine  yön veren varlıklar. Lakin tanrı ve tanrıçaların önemli bir kısmı hikayede yer almıyor. Favori tanrıçamı görememek üzdü. Keza Zeus ve Hera dışında diğerlerinin üzerinde durulmamış. Hera’nın işlenişi güzel. Biraz fazla zalim ve dolayısıyla tek boyutlu olmuş ama belirli bir nişi dolduruyor ve mitoloji çerçevesinde kabul edilebilir bir rolü var. Zeus ise oldukça başarısız olmuş. Tanrıların Kralı’nın oldukça karizmatik  bir karakter olmasını beklersiniz, o etkileyiciliği ben göremedim. Aklıma garip bir durumu getirdi; D&D 3.5’un Deities and Demigods kitabında Pan’ın ve Hephaestus’un karizma puanı Zeus’unkinden fazlaydı. Biri tanrıcık, diğeri de tanrıların arasındaki tek deforme şahıs. Bu arada Zeus’un seride ismine yaraşır bir otoritesi de yok.  Şimşekler fırlattığı güç gösterileri olmasa, kral olarak konumunu, herhalde erken kalkanın devrim yapıp iktidarı ele geçirdiği ülkelerdeki gibi  elde etmiş diyecektim. Uçkur konusunu ayrıca ele almak lazım.

Olympos’da Aile Saadeti

Netflix ve Antik Yunan bir araya gelince, 10 dakikada bir öpüşen gay çift gösterirler, esas oğlanın flörtleştiği kız lezbiyen çıkar ve bir gölde nymphler ile takılır, bizimki de “kendi çalıp kendi oynar” diye bekliyordum ama beni şaşırttılar. Seri boyunca sadece tek bir sahnede bu konuda referans var. İlk başta Parlapanides kardeşlerin Yunan asıllı göçmenler olmalarına yordum bunu ve biraz milliyetçi bir tavır diye düşündüm ama galiba yanılmışım. Cinsellik hiç bir şekilde seride yer almıyor.

Netflix Yönetim Kurulu bu durumdan hoşnutsuz.

Yunan Mitolojisi’ne ait 5 adet hikaye okuyup da cinsellik ve şehvet ile karşılaşmamanız oldukça düşük bir ihtimal. Cinsellik  çok sık işlenen bir konu ve mitosta temel bir yere sahip. Üstelik  söz konusu sadece “konvansiyonel arzular” da değil; peçeteden kendi imkanları ile çıkan (mecaz değil) krallar,  hayvanlar ile çiftleşen kadınlar (aşk meyvesi Minotaur), hayvan kılığına girip işini gören Zeus, karşılıklı rıza konusunda “esnek davranan” tanrılar, kendilerini “yeterince” beğenmeyen adamları cezalandıran tanrıçalar ve daha neler neler var.  Durum bu iken, seride cinsellik ve yoğun tutkular olmayınca Hellen ruhu  eksik kalmış. Üstelik +18 bir seriden bahsediyoruz, izleyici kitlesi bakımından da sıkıntı yok yani. Belki de serinin kısıtlı süresinden dolayı bu seçimi yaptılar, bilemiyorum. Ama bu kadar terbiyeli bir yapım isteseydim Beyaz Show’u arardım.

Zeus da haliyle bildiğimiz Zeus değil. Kendisi romantik bir aşık ve dahası bir iyi aile babası.  Geçmişte çok ceviz kırmış ama sonra tövbe etmiş, bilge bir adam olmuş belli. Usta Yoda ve Obi-Wan melezinin, uslanmış eski çapkınlardan olduğunu ve de Sihirli Annem’deki babadan esintiler taşıdığını hayal edin. Perileri röntgenleyen dayı bile ortama daha çok uyardı.

Minik Tatlılıklar

Senaryoyu yeterince eleştirdim, biraz da olumlu yönlerine geçeyim. Bazı noktalarda bir ozandan dinliyor hissini veren bir anlatımı var. Mitos da görmeyi bekleyeceğiniz bazı öğeleri de işlemişler. Zaman zaman Antik Yunanca kelimeler kullanılması gibi hoş detaylar var. En önemli artısı da ciddi başarısızlıklarına rağmen bir şekilde izleyiciyi sıkmamayı ve eğlendirmeyi başarması.

Anime

Anime diye geçiyor ama Japon animelerinin tadını vermedi. Bunu çok fazla anime izlememiş ve güncel animeleri takip etmeyen biri olarak söylüyorum, pek güvenilir kaynak sayılmam yani. Ama konunun işlenişi ve karakterlerde gayet standart bir batı yapımı gördüm. Zaten anime tanımını kullanmadım; belli olmaz, bir gece kapımın önünde, ellerinde 2,5 metrelik yabalar ve meşalelerle bekleyen bir güruhla karşılaşmak istemem.

Epik Olmayan Eğlence

Serinin size kanaatimce vadettiği şey tam olarak bu. Üst düzey bir eser değil ama eğlenceli. “Bilet paramı geri istiyorum” şeklinde bir düşünceye sokmadı. Üstelik IMDB puanı 7,8, çok beğenen bir kitle de var. Senaryo kesinlikle yetersiz geldiği ve  aksiyon tarzını da şahsen çok sevmediğim halde gene de izlerken keyif aldım. Parçalar birleşince ortaya fena olmayan bir bütün çıkmış.

4 saatlik seri için haddinden fazla uzun olan incelememi okuduğunuz için teşekkür ederim. Alın, bu da ödülünüz olsun.

Yorumlar