Hayaletler, Korkunç Sırlar ve İngilizlik: Kızıl Tepe

“Hayaletler gerçektir, bu kadarını biliyorum. Tüm yaşamım boyunca gördüm onları…”

Hayaletler, lanetli ruhlar, yaşayan ve kurbanlarını arayan evler, bu evlerde intikam almak üzere bekleyen huzursuz, bedensiz varlıklar, kan içen topraklar. Korku öğeleriyle bezenmiş, bir başyapıt olmasa da akıllardan kolayca çıkmayacak bir eser yaratmak için eşsiz öğeler bunlar. Bir de bu öğeleri eserinde başarıyla kullanan bir yönetmenin elinden çıkmışsa, seyircisiyle kucaklaşmaya hazır bir filmle karşı karşıyayız demektir.

Guillermo del Toro’nun son filmi Crimson Peak (Kızıl Tepe), tüm bu öğelerin yerli yerinde ve tadında kullanıldığı yetenekli bir yönetmenin deha ürünü olarak çıkıyor karşımıza. Açıkçası Guillermo del Toro “ne çekse izlerim” dediğim yönetmenler arasında olduğu için benim ne zamandır beklediğim ve görür görmez heyecanla biletimi aldığım bir film oldu. Ama zaten filmin afişini, dahası trailer’ını seyredip de o gotik tarza, tüyler ürperten, estetik atmosfere, dahası Tom Hiddleston’a (hadi bu noktada erkekleri de düşünüp Jessica Chastain’i katayım işin içine, ama asla Mia Wasikowska demem!) kim karşı koyabilir ki?

kizil-tepe-1

Hikâyemiz, “hayaletlerin gerçek olduğunu, çünkü hayatı boyunca onları gördüğünü” itiraf eden gotik kızımızın karlar arasındaki çaresiz haliyle başlıyor. Meğer kızımız, küçükken annesini kaybettiği yıllardan beri hayaletlerle haşır neşir olur, hatta kendisini sürekli “Kızıl Tepe’den uzak dur!” şeklinde uyaran (ama bir anne kızını, hayalet de olsa öyle mi uyarır, insaf!) annesiyle uğraşırmış. Yıllar içinde kendisini pek seven babasıyla mutlu mesut ve refah içinde yaşayan kızımız, okuyup yazan, hatta cemiyetlere girip çıkmak yerine ciddi anlamda romanı üzerinde çalışan bir yazar adayı olmuştur ve döneminin – zaten az sayıda olan – kadın yazarları gibi aşk meşk değil de hayalet hikâyeleri kaleme almaktadır. Ancak bunları değerlendirebilecek bir editör bulamaz, babasının yardımıyla gönderdiği editör ise ondan meseleye biraz “aşk” ilave etmesini ister. Bu esnada zengin bir müteahhit olan babasına uğrayan genç kız, burada genç bir İngiliz baronetiyle (dikkat, Tom Hiddleston geliyor) karşılaşır. Baronet Sir Thomas Sharpe (TOM HIDDLESTON!), durumu pek de iyi olmayan bir asilzadedir ve verimsiz topraklarındaki kili işleyeceği bir makine icat etmiştir. Kızımızın babasından istediği şeyse, bu icadının daha sonra da kullanılabilmesi için ona yatırım yapmasıdır. Ancak baba, Amerika’ya tuhaf kız kardeşiyle (Jessica Chastain) birlikte gelmiş olan bu beyefendiden hiç haz etmez, dahası kızının parlak çocuk, aile dostu, genç göz doktoru Alan McMichael’a değil de bu İngiliz beyefendisine yürüyor olması da kendisini memnun etmez. Bu sırada genç adamı çok hoş ve gizemli bulan kızımız yazdıklarını ona da okutur ve aralarında ciddi bir yakınlaşma başlar.

Öz anası gece gece insana böyle görünür mü?

Öz anası gece gece insana böyle görünür mü?

Bu noktada, bizim gibi Yeşilçam sinemasıyla büyümüş çocukların pek iyi bildiği “Kızımdan vazgeç, hatta kendinden nefret ettir, aşağıla, sana çek yazayım” repliği gelir ve baronet çeki alıp kızımızdan vazgeçer ama ardında tüm gerçekleri açıklayan bir mektup bırakır. Bunun üzerine iyice aşka gelen kızımız, baronetle evlenip kendisinin Allerdale Hall’daki malikânesine gelin gider. Burada kız kardeşi ve uçsuz bucaksız kızıl topraklarıyla yaşayan ve icatlarıyla uğraşan baronetin gerçekten ilginç, tüyler ürpertici devasalıkta bir evi vardır. Ve kızımız bu evde de hayaletlerle haşır neşir olmaya başlar, karşılaştığı doğaüstü olaylar da ona, buranın annesini varlığına karşı kendisini uyardığı Kızıl Tepe olduğunu keşfeder.

Sonrası, olaylar olaylar…

kizil-tepe-3

Yorumlar