Astroneer – Ben Yalnız Bir Astronotum Bu Kainatta…

Astroneer normal şartlar altında almayı düşünmediğim bir oyundu. 2020’ye damgasını vuran karantina yüzünden vakit öldürmek adına oyunlara bakarken bu oyunun indirimde olduğunu gördüm. Ekran görüntülerine falan baktığımda beklentim uzayda geçen, belli bir hikayeye sahip olan bir Minecraft olmasıydı. Minecraft’tan farklı olarak araç kullanabiliyor olmamız da benim için ibreyi beğeni yönünde kaydıran bir şey oldu. Ancak kendi adıma bitirici vuruşu yapanın soundtrack’i olduğunu belirtmeliyim. Spotify’da çalan soundtrack’i ile oyunun videoları bir anda senkron tutturdu ve “bu oyuna sahip olmalıyım” duygusuyla satın aldım.

Oyunu kurduktan sonra tutorial’a baktım ve çok da bir şey anlamadım. “Nasıl olsa oynarken anlarız ya” diyerek yeni bir oyuna başladım. Uzay gemimle ilk gezegene indikten sonra herhangi bir yardım edici ekran görmeyince bayağı şok oldum diyebilirim. Dediğim gibi benim beklentim oyunun bir hikayeye sahip olduğu yönündeydi. Bu önkabulüm yanlışlanınca ve oyunun başında hiç bir destek görmeyip “ee ne yapacağız şimdi” diye sorduğumu çok net hatırlıyorum.

Ancak oyundaki printerların nasıl kullanıldığını, oyunun benden ne beklediğini falan deneme yanılma yöntemiyle kurcalayınca bir baktım ki 3 günde 10’ar saatten 30 saatime çökmüş. Normalde ben oyunlara çok öyle bağımlılık hissetmem, hatta bu histen rahatsız olurum – Civilization serisi, Skyrim, Terraria ve Minecraft hariç. Ama bu oyun ile o 30 saatin nasıl geçti ben de bilmiyorum. Çok güzel, çok çekici bir oyun Astroneer.

İlk İzlenimler

Bu çekiciliğin arkasında yatan bir çok sebep var, başta belirtmem gereken şey oyunun çok güzel göründüğü. Sanat tasarımı biraz daha naiflik/şirinlik yönünde. Ben normalde bu tarzı çok sevmem ama bu oyunda kararında kullanılmış. Karakter animasyonları, ses efektleri, araçların tasarımları falan çizgi filmden çıkmış gibi. Rengarenk gökler altında kazılar yapıyor ve yine eşit derecede renkli bir yer altında keşfe çıkıyorsunuz. Bu güzel görünüm aynı zamanda coğrafi devasalık hissini oyuncuya daha net yansıtıyor. Yani kaza kaza giderken açtığınız tünellerin sizi afallatacak derecede devasa mağaralara çıktığını falan görüyorsunuz ki minecraft’ta falan böyle bir his yaşamadım ben. Ki zaten oyunun içerisinde ürettiğiniz rover ve traktörleri ilkin “ya işte değişiklik olsun diye koymuşlar” diye yargılarken aradaki mesafeleri ve mağaraları görünce bir anda neden oyuna dahil edildiklerini anladım diyebilirim.

Karışık görünüyor değil mi? Alıştıktan sonra böyle bir üssü yapmak beş dakika falan…

Minecraft, Terraria ve Starbound ile kıyasla bu oyun oyuncunun vaktine daha fazla saygı gösteriyor. Oyuna başlarken sahip olduğunuz maden aleti kazabiliyor, doldurabiliyor ve düzleyebiliyor. Bu aletin varsayılan hali bile çok hızlı çalışıyor. Bu alete daha hızlı maden kazabilmesini sağlayan, varsayılan işlev genişliğini arttırıp azaltabilen modifikasyonlar ekleyebiliyoruz. Bu arada kazdığımız mineralsiz topraklar envanterimizde yer tutmuyor, crafting için kullandığınız mineraller toprağın haricinde kendi tasarımlarına sahipler. Bu materyalleri kazıcınızla kazdığınızda envanterinize yerleşiyorlar. Oyunun ilerleme hızı da çok iyi. Şöyle diyeyim, Minecraft veya Terraria’da ilk gecenizi atlatmak için ev kurduğunuz zamanda bu oyunda kendi traktörünüzü, vagonlarını ve diğer gezegenlere gitmek için roketinizi yapabiliyorsunuz.

Mekanikler

Oyunun temel döngüsü olarak şöyle işliyor. Oyunda keşif önemli. Bu sayede hem madenlenecek materyaller buluyorsunuz, hem de araştırma/geliştirme için kullanılacak yapılar keşfediyorsunuz. Bunlar organik yumrulardan, jeolojik kayaçlara kadar değişik formlarda olabiliyorlar. Bu yumruları araştırma aracınıza koyup “araştır” düğmesine bastığınızda araç size çalıştığı sürece araştırma puanı üretmeye başlıyor. Her yumrunun üretebildiği maksimum araştırma puanı farklı ve gezegen ne kadar zorsa (bunu oyunun referansından görebiliyorsunuz) bulduğunuz şeylerin ar-ge puanları da o kadar çok oluyor. Bu kayaçlara ve materyallere ek olarak bitkilerin üzerinde de size araştırma puanı veren çiçekler bulabiliyorsunuz. Bunları tıkladığınızda size direkt olarak puan veriliyor.

Bu puanları da tab ile eriştiğiniz ar-ge kataloğunuzdan eşya şeması açmakta kullanıyorsunuz. Traktör ve vagonları, değişik biçimlerdeki platformlar falan hep kilitli ve bu sayede açıyorsunuz. Bu eşyalar ise size daha fazla keşif ve üretim imkanı veriyor.

Gezegenleri dolaşmak da zorunlu bir şey zira her gezegende madenlenebilecek metal ve damıtılabilecek gaz çeşitleri sınırlı. Bulunduğunuz gezegeni kazarken referansta belirtilmeyen madenlere de denk gelebiliyorsunuz ama bu çok nadir olan bir şey. Demir gezegeninde alüminyum çıkabiliyor diplerde ama bel bağlanacak nitelikte değil.

Belki de daha gerçekçi bir sanat yönelimi tercih etselerdi atmosferi bu kadar sarıcı olmazdı…

Oyunun üsse dönüş-keşif dinamiği ise sırt çantanızın sınırlı ebada sahip olmasıyla sağlanıyor. Sırt çantanıza ek olarak kazıcınız da maden tutabiliyor ama en nihayetinde maksimum 11 birim taşıyabiliyorsunuz. Bu yüzden traktör ve vagonları gerekli hale geliyor. Bu vagonlar medium platform olarak çalışıyor ve üstlerine yine medium storage koyabiliyorsunuz. Her bir medium storage 8 birim taşıyabiliyor. Ufak traktör 2 vagon çekebiliyor, bu sayede de 16 birim madeni burada taşıyabiliyorsunuz. Araştırma için kullanılan yumrular ise bu storagelara değil, vagonun kendisine yerleşiyor (orta büyüklükte bir araç olarak addediliyor oyun tarafından). Bu sayede hem maden hem de arge yumrusunu üsse götürebiliyorsunuz.

Oyunda elektrik önemli bir yer tutuyor. Araştırma yaparken, 3d yazıcıyla eşya üretirken, geri dönüşüm yaparken falan hep elektrik kullanıyorsunuz. Elektriği organik materyal yakan jeneratörlerden, rüzgar güllerinden ve güneş panellerinden üretebiliyoruz. Bu aletleri enerji kapasitörleri ile birleştirdiğinizde, ürettiği enerjiyi stoklayan, zor durumda da biriktirilen bu enerjiyi kullanan bir üssünüz olabiliyor. Kendi adıma jeneratörlere ha bire organik yetiştirmek bir yerden sonra delirttiği için tamamen yenilenebilir enerjilere döndürdüm üssü. Bu anlamda oyunun biraz olsun yenilenebilir enerji türlerine karşı daha olumlu baktığını söyleyebilirim sanırım.

Atmosfer

Bahsettiğim gibi oyunda Minecraft veya Terraria gibi aktif bir düşman yok. Gezegenlerde üzerinize gaz atan veya yaklaştığınızda sizi ısıran bitkiler ve onların haricinde de kazıcınızla dokunduğunuzda patlayan çiçekler var ama o kadar. Yani gece olduğunda bir zombi istilası falan beklemeyin.

Bu anlamda oyunun son derece sakin ve barışçıl olduğunu söylemeliyim. Elinde teknolojik bir kazıcıyla bir gezegende barış için gelmiş bir astronot olduğunuz hissini tam anlamıyla yaşatıyor bu oyun. Ölümlerinizin neredeyse hepsi dikkatsizlik, kendine aşırı güven veya doğayla alakalı sebeplerden oluyor, benimkiler öyle oldu en azından. Bu noktada da çok sinirlenemiyorsunuz. Ölünce bir önceki karakterinizin sırt çantası ve kazıcısı orada kalıyor, daha sonraki karakterle aynı yere gidip eşyalarınızı alabiliyorsunuz.

Olağan bir keşif görüntüsü, arkada kamyonetiniz, önde siz ve süpürgeniz…

Oyunun ses ve arabirim tasarımı gerçekten çok tatmin edici. Yani 3d printerlarınızı çalıştırmak için ne üreteceğinizi seçiyor, sonra üretici düğmenin kabını kaldırıp öyle basıyorsunuz. Ya da çoğu aleti koyduğunuz platformları enerjilemek için kenarlarında köşelerinde bulunan kabloları bağladığınızda çıkan ses beni acayip mutlu ediyor – sanki gerçekten iki soketi birbirine takmışım gibi hissettiriyor.

Hikayeler, Hikayeler

Oyunda benim başıma gelen en eğlenceli şey kaybolup tekrardan medeniyete dönmekti. Uzay gemimi üretmiş, demir gezegenine keşfe gidip madenledikten sonra iniş yaparken kazayla ana gezegendeki başka bir noktaya tıklamış bulundum ve gemi de oraya iniverdi. Eyvah ne yapacağız, nasıl gideceğiz falan derken karakterin altında bir pusula göründüğünü fark ettim. Üssün aşağı yukarı nerede olduğunu inerken görmüştüm. Gemiyi de fare ile sürüklemenin mümkün olduğunu da görünce, yani oksijensiz kalmayacağımı farkedince, kafamda bir şimşek çaktı. Arkaplana Indiana Jones’un tema müziğini açıp muhtelif dağı tepeyi ormanı aşa aşa ana üssüme gitmeye çalıştım ve başardım. Giderken “acaba doğru yere mi gidiyorum?”, “yav hiç de tanıdık gelmiyor ama” falan derken ufukta üssümü görünce çok mutlu oldum diyebilirim. Acayip vaktimi aldı evet, ama çok çok eğlendim.

Mor çiçekler toplayacağım sana, mor bir göğün altında!

Oyundaki geri dönüşüm aletlerini kullanmak da gerçekten çok eğlenceli. Gerçek hayatta da böyle kullanmadığınız, kenarda köşede duran herşeyi geri dönüştüresiniz falan geliyor oyunu kapattıktan sonra. Bu aletler benim oynadığım dönemde en son güncelleme ile gelmiş. Bu aletlere kendilerinden küçük (medium recycler ufak şeyleri işliyor, large mediumları falan) şeyleri atıp paraya çevirebiliyorsunuz. Bu paralarla da trading posttan istediğiniz hammaddeleri alabiliyorsunuz. Yani demire veya bakıra ihtiyacınız olduğunda “hadi uzay gemisini hazırlayalım gidelim”den başka seçenekleriniz var ve tekrardan vurgulamak isterim, oyun gerçekten grinding konusunu olabildiğince azaltmayı tercih etmiş.

Kısaca…

Kısacası sakin, kendi halinde maden kazan ve 3d printerlar ile medeniyet kurmak isteyen bir astronotu canlandırdığınız bir oyun Astroneer. Oyunu oynarken üretiminizi geri dönüşüm ve sürdürülebilir enerji kaynakları ile yapıyor olmanız, kullandığınız araçlar ve tasarımları, ses efekt ve müzikler de bu oyunun verdiği “uzaydaki astronot” havasını daha da tamamlıyor. Ben dediğim gibi çok severek oynadım. Müzikleri olsun, grafikleri olsun, oynanabilirliği olsun çok güzel, çok hoş bir oyun bu.

Ben çok multiplayer insanı değilim, o yüzden bu konuya değinemiyorum ancak oyunun bu kısmı gerçekten çok ünlü. Aile boyu oynanıyormuş anladığım kadarıyla.

Olumsuz noktaları yok mu, ya bazen kamera açısı bela olabiliyor ama o da en başlarda, madenleri minecraft/terraria benzeri, daracık daracık açmaya alıştıysanız oluyor. Oyunun sizden beklentisi kocaman madenler açmanız. El kadar delikte kamera sizi kadraja almakta zorlanıyor. Kamerayı rahatça kontrol edememek bazen e bir yerin ne kadar yüksek olduğunu anlamakta problem çıkartıyor. Fazla yüksek değil deyip atladığım ve acemiliğimden başladığım yere ulaşamadığım için öldüğüm oldu. Ama bu ne kadar etken, işte yazının sonunda bu kadar yazılacak kadar etken.

Bu yazının yazıldığı tarihe yakın olarak otomasyon eklentisi de gelecek. Bu eklentiyle beraber artık bazı süreçleri de otomatize edebilecekmişiz diyor yapımcılar. Ama nasıl olacak, ne gibi olacak, bu eklentiyle beraber neler değişecek hep beraber göreceğiz.

Yorumlar