Alien: Covenant – İnsan Ne İçin Yaşar? Ya da Bir Android…

Seri 8. filmi olan  Alien: Covenant ile karşımızda. Bir önceki film Prometheus’da mitolojide kurnazlık ve zeka tanrısının ismini almış, yine içi zeka dolu bir gemi ve tayfasıyla karşılaşmıştık. Alien: Covenant bu sefer Prometheus’u sonrasını anlatsa da Prometheus ile çok da bağlantılı değil.

Alien: Covenant, senaryosu Michael Green ve Jack Paglen’a aitken yönetmen olarak karşımıza Ridley Scott çıkıyor. Yönetmen koltuğunda Scoot olunca ilk film akla gelmiyor da değil. Sadece bir içerikten yola çıkarak zamanla daha karmaşıklaşan bir film Alien benim için. Çünkü ilk filme baktığımızda daha basit bir anlatım ve daha çok korku türünün ağırlıklı olduğu görülürken zamanla bilimkurgunun ön plana çıkıp korkunun da bilimkurgu ile birlikte seyrettiğini görüyoruz. Mitolojiden bilime, varoluşçu felsefeye kadar uzanan çeşitli konuları içine almıştır Alien.

Prometheus’un başrol oyuncuları Michael Fassbender devam filmi Alien: Covenant’ta da seyircinin karşısına çıkıyor. İlk filmi yöneten Ridley Scott’ın kontrolünde – ‘Prometheus’, ikonik uzay canavarının köklerine geri dönerek yeni bir maceraya çıkıyoruz. Prometheus’un tahlisiz yolculuğunun ardından Covenant adlı gemiyle 15 kişilik yeni bir ekip ve 2000 kişiden oluşan koloniciler grubu ile uzayın derinliklerine doğru yeniden yola çıkar. Var olduğunu bilmedikleri bir gezegene varırlar, ancak burada tehlikeli yaratıklar ve daha önceki Prometheus seyahatinden sonra burada kalmış David’le karşılaşacaklardır. Kahramanın adının David olması da tesadüf değil. Belli ki Efsanevi Davut heykeli gibi bir harika yaratılmak istenmiş.

Film, efsanevi bir uzay filmi olmaya aday olmasa da kurgusu ve konunun işlenişi yönünden oldukça başarılı. İzleyiciyi sürekli tetikte tutup tüm dikkatini filme vermesini başarılı şekilde sağlıyor zira biz ön gösterimde hiç mola vermeden izlememize rağmen dikkatim hiç dağılmadan takip edebildim. Günümüzde bunu başaran film sayısı az olduğu için bir artı puan aldı benden film.

Dikkat! Yazının devamı SPOILER içermektedir!

İnanç Ne Zaman Gerekir?

Filmde, “inanç ne zaman gereklidir?” sorusuna da cevap verilmeye çalışılmış. Ayrıca “gaza gelen insan” sorunsalı da güzel işlenmiş. Aslında bir rahip olan ve komutayı devralan Oram, uzay gemisi firmasını “ben rahip olduğum için beni birinci kaptan yapmadılar çünkü dini inançları olanları kaçık olarak görüyorlar” şeklinde bir yorum getirerek eleştirir. Bu aşamada izleyici olarak Oram’ın başarılı kararlar alarak kahraman olarak yükselmesini umabiliriz. Ancak senaristlerin ve yönetmenlerin anlatmak istedikleri başka bir şey olduğunu, Oram’ın ikinci kaptan olmasının din düşmanlığı olmadığını film ilerledikçe anlayabiliyoruz.

Kaptan, -daha sonra da itiraf edeceği gibi- tamamen hisleri ile hareket ederek yeni buldukları gezegene iniş emri verir. İniş gerçekleştikten sonra çekingen davranan ve bu inişe itiraz eden üçüncü kaptana (asıl kaptanın karısı) “Haydi biraz inançlı ol ve keşfet” der. Bunu aklımızda tutalım.

İlerleyen sahnelerde bu kez bir kaza sonucu Oram, eşini kaybeder ve duygusal olarak tamamen dağılır. Üçüncü kaptan, Oram’a “senin inancına ihtiyacımız var” der.

Şimdi bunları toparlayalım. Şahsi kanaatime göre yönetmenin söylemek istediği şu: Akıl ve inanç birbirlerinin yerine geçemezler ama ikisi de gereklidir. Ancak şu sıra ile: Bir sorunla karşılaştığında akılla karar ver, sonra inanç ile bu kararını işlet. Bu bağlamda bakınca Oram’ın neden ikinci kaptan olduğu da anlam kazanıyor.

En son Prometheus’tabıraktığımız David karakterinin filme dahil oluş şeklide tatmin ediciydi. Tam “neler oluyor ne yapacak şimdi bunlar” derken bir kurtarıcı melek gibi David’in ortaya çıkması, lakin asıl kötülüğün kurtarıcı sandıkları kişiden gelmesi; aynı şekilde geminin kaptanın aslında bir rahip olması ve gezegene inmeden önce “bana güvenmiyorlar, bana inanmıyorlar, onlar için gerçek bir kaptan değilim” tarzı söylemleri dini boyutta bir eleştiri içerdiğini düşünmemize neden oluyor. Diğer taraftan insan aşağılanarak teknoloji yüceltilirken; varoluş ve yaratılış felsefelerine de değiniliyor.

Bu arada David ana gemiden iki bin kolonici olduğunu öğrenince “Bir sürü et” şeklinde bir ifade kullanıyor. Bu ifade gülümsememe neden oldu. Çünkü Türk sinemasının eğlenceli filmlerinden Turist Ömer Uzay Yolunda filmindeki tuz canavarı da Atılgan’daki insanların varlığını öğrenince “bir sürü insan, bir sürü tuz” diyerek tepki veriyordu. David’in sadece “bir sürü et” sözlerinden bile onun kötü bir karakter olduğunu anlaşılıyordu.

Film bize net olarak şunu söylüyor: “İnsanın elinden bir şeyi alırsan, ya da hak etmesine rağmen esirgersen bu acı bir şekilde geri teper.” Filmdeki iki android de insanlardan sevgi görmemişlerdi. Ancak sevgiye ihtiyaçları olduğunu ifade ediyorlardı. David’in bir sahte tanrı olarak ortaya çıkıp terör estirmesi ise yaratıcılık gücünün ondan esirgenmiş olmasıydı. Ölüp gidecek olan zayıf bir insan, David gibi bir robot yaratabiliyorken, David neden bir müzik eseri bile yaratamıyordu ki? David, insandan bir adım daha ileri gitti ve kendi kendini yaratabilecek yaratıklar meydana getirdi!

Michael Fassbender bu sefer iki rolde karşımıza çıkıyor ve bence filmdeki en başarılı oyunculukta ona ait. Hem David hem de Walter olarak karşımıza çıkan oyuncu, iyi ile kötünün mücadelesini etkileyici bir şekilde bize sunmakta. Özellikle üstünlüğünü kanıtlamaya çalışan David ile sadece görev adamı olduğunu iddia eden Walter arasındaki zıtlıklar, gerek yönetmenin gerekse oyuncunun başarısı sayesinde seyirciye çok doğru ve etkileyici şekilde sunulmuş. David’i müziğe olan ilgisinden dolayı karşımıza çıkan müzikli sahneler gerilim dolu bir filmi bir nebze yumuşatırken günümüz korkusundan bizi uzaklaştırıp, 80’lerdeki zıtlıkların mükemmel uyum yarattığını kanıtlayan korku filmlerine götürüyor. Meraklıları bilir; korku filmlerinde klasik müzik ritmleri kesinlikle filme eşsiz bir hava katar ve korkuyu daha derin hissettirir. Hiç beklenmedik anda karşılaştığımız şeyler bizi korkutur. Klasik müzik ile rahatlayan bir izleyici, ardından gelen öcüler ve yaratıklarla daha fazla gerilir!

Realist Olmayan Kararlar

Bilimkurgu ve fantastik filmlerde çok fazla mantık aranması taraftarı değilim, lakin filmin çok büyük saçmalıkları da bulunmakta. Bunlardan beni en çok sinir edeni ise, Covenant gemisi yedi yıl sürecek olan bir yolculuğa çıkar ve normal olarak içerisindeki görevli ekibin tamamen bu yolculuğa odaklanması beklenirken, bir anda açılan enerji yelkenlerinin yıldız dalgaları (sanırım yıldız dalgalarıydı neyse) yüzünden zarar görmesi, geminin bir bölümünde yangın çıkması ve asıl kaptanın oracıkta trajik bir şekilde ölmesi ile yerine gelen 2. Kaptanın tesadüf eseri varlığını öğrendikleri başka bir gezegene sadece daha yakın olduğu için “gidiyoruz” demesiydi. Yani bir insan yola çıkarken yolda ona her el sallayanın yanına gidip “durun bir şuna da bakalım” falan mı der? Abi sen uzaydasın amacın belli bir sürü insanın hayatı sana bağlı yapmak için yola çıktığın şeyi yapsana! Ne işin var başka gezende, bilmem nerede. Filmde David de bunu dile getiriyor zaten: “İnsanın başına ne gelirse meraktan gelir efendim.”

Bu arada demin değindiğim enerji yelkenleri üçgen şeklinde ve sarı renkli. Bana hemen Blade Runner’daki tuhaf yapıları hatırlattı. Kaldı ki Alien ve Blade Runner’ı yönetmen bazında ele alırsak ayrı düşünmek de anlamsız.

Alien: Covenant

Sevmediğim bir diğer nokta ise final sahnesiydi. İlla herkes ölmek zorunda mı? Umutsuz filmleri sevmiyorum ben, iyiler mutlaka kazanmalı! En azından yakışıklılar. Bu filmde de yakışıklı olmadığına göre bari iyiler kazansaydı fena olmazdı. Neyse zalim David ve masum Walter’in dövüş sahnesinden bahsetmek istiyorum. Walter kazanıyormuş gibi görünürken kurtarma gemisinin gelmesi ile sahne biter. Tekrar Walter’ı gördüğümüzde “oo öldürmüş David’i” dememiz beklenir. Lakin çok bariz bir şekilde bellidir ki aslında ölen David değil Walter’dır ve David, Walter’ın kıyafetlerini giyerek ekibin arasına karışma planındadır. Normalde bu sahne için “vay be ters köşeye bak” dememiz gerekirken benim sevmeme sebebim artık bütün filmlerde hep aynı şeyin kullanılıyor olması.

Ters köşe diye yaptıkları şey artık klişe oldu. Ve biz daha ne kadar bu klişelere maruz kalacağız bilemiyorum. David’in bir alien ile iletişim kurduğu sahnede Kaptan Oram’ın gelip alien’i öldürmesi üzerine David’in “ne yaptın o bana güvenmişti ve zarar vermeyecekti” şeklindeki tepkisinden sonra Oram’ı alıp alien yumurtalarına götürüp “güven bana sana zarar veremez” deyip onu alienlara yem etmesi bence final sahnesinden daha iyi ve şaşırtıcı, aynı zamanda da tatmin ediciydi. Zira Oram karakterine film boyunca pek bir sinir olmuştum zaten!

Son olarak söyleyebileceğim benim için müzikleri, görselliği ve gerilimi sürekli dorukta tutması bakımından başarılı bir filmdi. Lakin daha fazla Alien filmi gelmesi taraftarı olduğumu söyleyemem. Tadında bırakma aşaması geçmiş olsa da daha fazla suyunu çıkartmasalar iyi olacak.

Yorumlar