Bülbülü Öldürmek 1962: Bir Çocuğun Gözünden Eşitlik

Harper Lee’nin Pulitzer ödüllü aynı adlı romanından uyarlanan 1962 yapım “Bülbülü Öldürmek” filminin konusu 1930’lu yıllarda Birleşik Devletler’de Alabama’nın küçük bir kasabasında geçmektedir. Film, beyaz bir kadına tecavüz etmekle suçlanan siyahi bir adamı savunan Atticus adlı bir avukatın yaşadıklarını altı yaşlarındaki kızı Scout’un gözünden anlatır.

Film 1963 yılında Avukat Atticus’u canlandıran Gregory Peck’in kazandığı en iyi erkek oyuncu Oscar’ı, En İyi Uyarlama Oscar’ı ve En İyi Sanat Yönetimi Oscar’ı da dâhil olmak üzere uluslararası alanda 11 saygın ödül kazanmıştır. Filmin yönetmeni Robert Mulligan daha sonraları 1971 ve 1972 yıllarında “Summer of ’42” ve “The Other” gibi başarılı yapımlara imza atmış olsa da hiçbir zaman “To Kill a Mockinbird (Bülbülü Öldürmek)” kadar ses getiren bir yapımda bulunamamıştır.

Otoriteler bu filmin başarısının özü olarak da uyarlanırken aslına olabildiğince sadık kalınan aynı adlı roman olduğunu belirtmektedir. Harper Lee’nin hayatı boyunca yazdığı tek romandan uyarlanan film kısmi otobiyografik yapıdadır. Yazarın sade bir dil ve akıcı üslup kullandığı romanın Pulitzer ile taçlandırılmasının asıl sebebi ise edebi üslubundan ziyade ele aldığı konunun çarpıcı olmasıdır. Daha önce sitemizde kitabın incelemesi yayınlanmıştı:

Harper Lee ve Geride Bıraktığı Büyülü Eseri Üzerine: Bülbülü Öldürmek

Filmin Konusu

Hikâyenin görünen ana kahramanı eşini kaybetmesine rağmen çocuklarına karşı ilgili bir baba olan yardımsever Atticus dur. Ancak bundan ziyade birinci gözden gördüğümüz kişi Atticus’un küçük ve hırçın kızı Scout’tur. Hikâye aslında Scout’un hikâyesidir. Filmin uyarlandığı romanın yazarı Harper Lee kendisini Scout ile filmde göstermiştir.

Atticus toplumun ön yargılarına aldırış etmeksizin siyahilere günümüz dünyasında bile ancak görebildiğimiz saygıyı gösterir. Onların haklarını savunur. Hatta Atticus davasını yalnızca bir avukat olarak mahkemede değil, gerektiği yerde mahkemesini beklerken sanığın nezarethanesinin kapısında bekçilik yaparak da korur. Tüm kasabayı karşısına aldığı zamanlarda dahi duruşunu asla bozmaz ancak konumunun da pasif bir şekilde direniş olmasına da dikkat eder. Yani ideallerini zorda kaldığında şiddet göstererek değil, tıpkı Gandhi gibi devlete karşı olmasa da toplumun dogmalarına karşı bir nevi sivil itaatsizlik örneği gösterir.

Atticus’un Duruşu

Atticus haklı olduğuna sonuna kadar inanmaktadır. Ve bu haklılığını kutsallığını savunduğu resmi mahkeme ile elde etmek ister. Kestirme yolları seçmez, kanun boşlukları ile ilgilenmez, illegal yolları tercih etmez. O, en doğru yoldan giderek hakkını alacağına emindir. Bu durumu da mahkemede sarf ettiği şu sözlerle ifade eder;

“Mahkemelerimiz büyük eşitleyici kurumlardır. Mahkemelerimizde bütün-tüm insanlar eşit sayılır. Ben mahkemelerimizin ve jüri sistemimizin dürüstlüğüne inandığım için bir idealist değilim. Bu benim için bir ideal değil, yaşayan ve işleyen bir gerçektir…”

Sistemin kendisini haklı görmesini bir ideal olarak değil de “Başka ne olabilir ki?” diyebilecek kadar olağan bir duruşla bekleyen Atticus, iyi işleyen çarkların tüm toplumun ihtiyacı olduğuna dikkat çeker. Ve tabi kendisinin niye bir siyahiyi savunduğunu masum bir şekilde soran küçük kızına bunun insan olmanın gereği olduğunu şu sözlerle ifade eder;

“Bunun birkaç nedeni var. Ama başlıcası şu: Onu savunmasaydım kasabada başım dik gezemezdim… Sana ve Jem’e bile bişeyi bir daha yapmamanızı söyleyemezdim.”

Filmin geçtiği yerleşkedeki insanlar genel anlamda ön yargılı olmakla birlikte Atticus’a saygı gösterirler. Zira Atticus zor zamanlarında insanlara yardım eden iyi bir insandır ve bu da toplum tarafından takdir görür. Nezarethane önünde toplanan kalabalığın biraz da Scout’un orada olmasının yardımıyla siyahiyi linç etmekten vazgeçip geri dönmesi bundandır.

Yine de filmin ilerleyen aşamalarında dava sonuçlandıktan sonra toplumdaki bazı radikal kişilerin Atticus’a olan linç girişimlerine de şahit oluruz. Ancak başta şerif olmak üzere neredeyse hiç kimse bu hareketlere destek vermez. Bu, doğrusunun bu olmasına rağmen siyahi bir insanı savunmak için Atticus’un gösterdiği cesareti göstermeyen kişilerin vicdanını rahatlatma yolu olmuştur. Biz buradan toplumun iyi olabilmek için hala korkak olduğunu anlarız. Ancak hala umut vardır. Ayrım hala kuvvetlidir. Zira herkesin Tanrı’nın önünde eşit olduğunu söyleyen mahkeme salonunda dahi siyahiler ile beyazlar aynı yerde oturmaz. Bu apaçık bir çelişkidir.

Sonuç

Mahkemeden sonra Atticus dışında herkes salondan çıktığında siyahi izleyiciler oradadır. Atticus’un çıkmasını beklerler. Ve çıkarken de büyükleri gibi saygı göstererek genci yaşlısı hepsi ayağa kalkar. Mahkemeyi siyahilerin olduğu yerden izleyen Atticus’un çocuklarına içlerinden birisi;

“Bayan Scout, ayağa kalkın lütfen.. Babanız geçiyor.” Der. Ve bu kesinlikle filmin en vurucu sahnesidir. Zira saygı doğuştan elde edilmez. Saygı kazanılan bir olgudur.

Dilimize “Bülbül’ü öldürmek” olarak geçen eserin orijinal dilindeki karşılığı “Alaycıkuş’u öldürmek” tir. Evet, o meşhur gençlik romanlarındaki alaycıkuş ile aynı. Ancak burada söylenmeye çalışılan kuşun eğlenceli ve masum oluşudur. Bu anlamda çevirinin yanlış olduğunu söyleyemem zira anlatılma isteneni birebir çeviri olmasa dahi net bir şekilde ifade etmiştir.

Özellikle dönemi açısından bu kadar sert, derinlikli ve tartışmalara sebep olan bir konuyu bir çocuğun gözünden izlerken biz, tüm ön yargılarımızdan arınmış bir şekilde en temel soruları yeniden sorarız. İnsan olmak neyi gerektirir? Siyahi insanlarla eşit miyiz yoksa biz daha mı eşitiz? İnsan dediğiniz önce beyaz mıdır?

Bu yazı, "Ünlü Yönetmenlerden Sinema Klasikleri" adlı yazı dizimizin bir parçasıdır.

Yorumlar