IT – Beklediğimize Değdi mi?

Yazıya başlamadan önce şu konuda bir anlaşalım; Stephen King’in IT’i, fantastik kurguda Yüzüklerin Efendisi neyse, korku türü için odur. Türlerden bağımsız olarak bakılsa bile anlatımı, farklı zamanlara yayılmış olan kurgusu, atmosferi, karakterizasyonu ile gerçek bir başyapıttır. Kitap ile ilgili detaylar için, şu yazıya mutlaka göz atmalısınız:

Stephen King’in En İyi Romanı: “O”!

1990 yapımı film ise (ki aslında iki parçadan oluşan mini seridir) genelde çok beğenilmesine rağmen, bana göre kitabın yanından geçmeyi başaramamıştır. Bu noktada iki soru soralım ve yazının tamamını okumak istemeyenler için özetle cevaplarını da verelim:

Peki 2017 versiyonu kitaba yaklaşabilmiş midir?
Hayır!

Film izlenebilir mi?
Evet!

Spoiler istemeyen ve kitapla ilgili detaylarla ilgilenmeyenler bu noktadan sonra dağılabilirler. İzleyin, karşınızda bir başyapıta sırtını dayamış olmasaydı bile iyi bir korku filmi var. Zira bu bir uyarlama ve konuya çok takılmadan, uyarlama filmlerle ilgili şu yazımıza da mutlaka göz atmanızı öneriyoruz:

Uyarlama Filmler Nedir, Ne Değildir?

Balon veriyim mi abime?

Uyarlama Ama Nasıl?

Kitaptaki hikaye müthiş bir anlatım tekniği ile, üstelik flashback yapmadan 1957 ve 1984 yılları arasında gidip geliyordu. Hikaye örgüsü yavaş yavaş, 27 yıllık aralıklarla birbirini tamamlayarak veriliyordu. 1957 kahramanların çocukluk dönemlerini, 1984 ise yetişkinliklerini anlatıyordu.

Yeni filmde ise zaman dilimine başarılı bir ayar çekilmiş durumda. Çocukluk dönemi bu kez 1989 yılına çekilmiş durumda ve filmde, yetişkinlik dönemlerine yer verilmiyor. Filmin sonundaki part 1 yazısından anlayacağınız üzere, ilerleyen dönemde filmin devamı yani part 2 çıkacak ve 27 yıl ileride geçip yetişkinlik dönemleri anlatılacak.

1989 yılı esasında iyi bir seçim. Hem King’in kitaplarını okuyan en büyük kitlenin hatırlayacağı, hem de güncel seyirciye çok da uzak gelmeyecek bir zaman dilimi. Bizim gibi 90’ların ilk yarısı ve ortasında ağırlıklı olarak King kitaplarını okuyan Türk okuyucu/izleyici için ise harika olmuş. O yılların havası ve kültürü iyi verildiği gibi, karakterler de temelleri korunarak 1957’deki hallerinden 1989’a uyarlanmışlar. Yani Richie Tozier yine millete laf atıyor, ancak bu kez “senin annen” diye başlayan türde o dönemin komedyenlerinden alıntı olabilecek bir tarzı var.

Cep telefonları olmayınca çocuklar…

Zaman dilimi değişiminden kaynaklı, çoğu kozmetik olsa da sürüyle değişiklik var. Örneğin çocuklar sinemanın önünden geçerken 1989 yapımı efsane Batman filminin afişini görebiliyorsunuz. Okulda ve pek çok yerde walkman dinleyen tipler, Ben Hanscom’un walkman’inde dinlediği ya da odasında posterleri olan New Kids on the Block gibi pek çok gönderme var.

Karakter uyarlamaları da bundan nasibini almış durumda. Richie ve Ben’den bahsetmiştik. Mike Hanlon dedesinin mezbahasında çalışıyor, Stan herhangi bir yahudi değil, hahamın oğlu ve artık izci üniforması giymiyor, Eddie’nin saçları inek yalamış stilde değil, Beverly ise güzel bir kız olarak okulda ve çevrede klasik hale gelen “herkesle beraber olmuş” türünde cinsiyetçi ve çirkin iğnelemelerle uğraşıyor. Yardımcı antagonist diyebileceğimiz Henry Bowers ise cahil bir redneck’in değil sert bir polisin oğlu. Tüm bunların laf olsun diye değil, ilgili döneme daha uygun oldukları için yapıldığını anlıyorsunuz ve rahatsız etmiyor. Tabi çocukların temel korkularında da değişiklikler var, Mike’in kuş, Richie’nin kurtadam korkuları burada yangın ve palyaçolar şeklinde değişmiş durumda.

Oyunculuk ve Detayları

Sürekli olarak çocuklardan bahsettiğimi anlamışsınızdır zira filmde yetişkinlik dönemlerine dair küçük bir anekdot dışında herhangi bir şey bulunmuyor. It başta olmak üzere dönemin belli eserlerinden esinlenen Stranger Things’in (sitedeki yazılara buraya tıklayarak mutlaka göz atın) popülaritesinin ardından çocukları konu alan bir başlangıç oldukça iyi bir tercih. Zaten Stranger Things’in Mike’ını oynayan Finn Wolfhard, burada Richie’yi oldukça başarılı bir şekilde canlandırıyor.

Wolfhard dışında, diğer çocukların oyunculukları da oldukça başarılı. Favorilerim ise Jack Dylan Grazer (Eddie) ve Sophia Lillis (Beverly). Kitaptan da bileceğiniz gibi Derry kentindeki yetişkinlerin hikaye içinde aktif rolleri olmadığı için çocukların dışında bahsedeceğimiz tek isim, çok tartışılan Bill Skarsgard (It).

Skarsgard ile yapılan It (ya da karakter özelinde bundan sonra Pennywise diyelim) yorumu başlarda çok fazla eleştiri almıştı. Uyarlama filmlerle ilgili daha önce de söylediğimin arkasında olarak, Skarsgard’lı Pennywise’ı en başından bu yana çok daha korkutucu bulduğumu söylemem gerekir. Zaten palyaçolar tip olarak jeneriktir, biri diğerine benzemez. Pennywise da doğal olarak bir yorumlama ve üzerinden 27 yıl geçen bir filmde (evet o da bir gönderme) tipinin aynı kalmasını beklemek biraz naiflik oluyor.

Koç gibisin maşaallah ense yerinde…

Buradaki ince ancak önemli bir fark normalde Pennywise’ın “hepimiz yüzüyoruz” derken, yeni filmde “hepimiz uçuyoruz” demesidir. Başta neden değiştiğini anlayamamıştım ancak inine geldiklerinde gördüğüm etkileyici sahnede kast edileni anladım. Pennywise’ın yerleştiği yer daha aydınlık olmasına rağmen, görselliği oldukça etkileyici. Bir diğer etkileyici bulduğum sahne, Beverly’nin ünlü lavabo/kan sahnesidir. Eski filme göre çok daha korkutucu olduğunu belirtmek gerekiyor.

Filmin içine, kitabın hayranlarını sevindirecek pek çok detay eklenmiş. Stan’in düzenliliği normal bir izleyicinin gözünden kaçarken camlardaki kanı temizleme şekli ya da diğerlerini bisikletlerini yere atarken düzgünce park etmesi kitabın detaylarına hakim kişilerin gözünden kaçmıyor. Ben’in göğüslerinin kilodan ötürü gerçekten büyük olması, Bulch’un (Geğirti) geğirdiği sahne, çocukları görmezden gelen yetişkinlerin olduğu yerde arkadan görülen balon gibi detaylar filmde ince bir çalışmanın olduğunu gösteriyor.

Bir eksiklik olarak Pennywise’ın örümcek formunun filmde olmadığını eklemek gerekir. Bu esasında kötü bir tercih değil, eski filmde örümcek formu çok kötü duruyordu. Günümüzde çok daha iyi efektler yapılabilecek olmasına rağmen bu formdan vazgeçmeleri olumlu bir puan. Zira kitapta örümcek formu için “Pennywise’ın esas formu değil, bizim zihnimizin onu algıladığı şekil bu” gibi bir yorum vardı. Filmde bu olmadığı için örümcek olarak görüldüğünde “bu ne ya” şeklinde bir tepki olabilirdi.

Atmosfer

Dürüst olalım, herhangi bir filmin “iyi yazılmış” bir kitabın atmosferini vermesi çok zor. Özellikle kitabın ne kadar iyi olduğunu ısrarla vurguladıktan sonra buradan çok beklentili olmadığımızı anlamışsınızdır. Fakat film özelinde, 1989 yılının detayları iyi verildiği için atmosfer konusunda artı bir puan olarak dönüyor. Hikaye anlatımında bazı değişiklikler olsa da çok rahatsız edici değil, genel konsepte sadık kalınmış durumda ve kitap okuyucusunu bile çok rahatsız etmiyor.

Fakat filmin ısrarla jump-scare kullanması (kısa not: bir anda yükselen ses, sağdan soldan bir şeyin fırlaması) ciddi bir eksi puan. Bu tür bir yapımda jump-scare olmadan da atmosfer verilmesi zor değildi. İlla kullanılacak ise de sayısı azaltılabilirdi. Günümüzde bu kadar fazla kullanımı artık sinemaya çok hakim olmayan izleyiciyi bile rahatsız edebiliyor.

Böyle evlerin hastasıyız…

Tabi kitapta sürüyle olan, şehri ve insanları anlatan, başka çocukların kaybolduğu, arada Henry ya da Pennywise ile olan bazı kovalamacaların çıkarıldığını görüyoruz. Filmi belirli bir saat aralığına sıkıştırmak için çıkarıldıkları belli olsa da keşke film daha uzun sürseydi de Derry’nin o havası daha iyi yansıtılsaydı diyorsunuz.

Son Söz

It, esasında bitmiş olsa da henüz yarım bir film ve ikinci yarısı gelmeden bana göre nihayetine ulaşmayacak. Bu yüzden, ikincisi de bitmeden önce kesin bir yorumda bulunulmamalı. Buna rağmen kitaba bir şekilde sadık kalmaya çalışılmış ve dönem değişimi iyi sunulmuş.

Korku filmi sevenler çok düşünmeden izleyebilir. Eski filmle karşılaştırma yapıp beğenmeyenler ise bana biraz boş geliyor, filmler kendi dönemine aittir. Kitabın çok büyük bir hayranı olmama rağmen şahsen iki film bittiğinde muhtemelen yeni seriyi daha çok sevmiş olacağımı düşünüyorum. Dürüst olalım, eski film de kitabı o kadar şaheser şekilde yorumlamıyordu. Bu yüzden yeni seri kesinlikle bir şansı hak ediyor.

Yorumlar