Rogue One: Oidipus Kompleksinden Elektra Kompleksine Geçiş Savaşı

Avalon’un Sisleri ve Kadın Karakterlerin Alçalan Yükselişi

Marion Zimmer Bradley’in “Avalon’un Sisleri” romanında ele aldığı bir konudur bu. Kadınların görülmeyen mücadelesi ve erkek egemen dünyada alışılmış mücadele türlerinin görmezden gelinmesi. Fantastik edebiyatın güçlü kalemlerinden olan, Bradley, romanında bildiğimiz Kral Arthur hikayesini yazarken savaşa giden erkekler yerine geride kalan kadınları ön plana çıkarmıştır. Erkin, iktidarın fallik göstergesi olarak sunulan kılıç yoktur romanda, bildiğimiz göğüs göğüse kavga yoktur, savaş yoktur, yiğitlik yoktur, kan yoktur… Ya da vardır ama kadınların savaşı onlara biçilen toplumsal modeller üzerinden şekillenmektedir ve beklentiye yanıt vermemektedir.

Star Wars 7 ile Rogue One’ı ayrıca bu gözle de izlemekte fayda olabilir. Gerçi bu filmlerdeki kadınların öncül erkek örneklerinden ne sorunlarıyla ne de mücadele yöntemleriyle farklılıkları yok, ama erk organı ışın kılıcının olmayışı veya ikinci planda kalışı yine de dikkate değer bir bakış açısını yansıtıyor ki bu da kadının mücadele dünyasının yansımasıdır.

Özetle Rogue One’la Star Wars 7 Oidipus kompleksinin kadın versiyonu olan Elektra kompleksine geçiş yapmıştır. Filmlerin içeriklerinde ve yaşanan bireysel psikolojik sorunlarında değişiklik pek azdır. Kurgusal benzerlikler de pek fazladır. Ancak kadın kimliğine verilen değerin artması filmleri seviye olarak bir tık öteye taşıyor…

Bunun Dışında…

Star Wars 7 nasıl ki önceki altı filmin özeti olup cidden sevimsiz geldiyse bana, Rogue One bir o kadar ardından yas tutacağım bir efsane oldu benim için. Her gün şehit ve cenaze haberi alınan ülkelerdeki durumu gördüm ben Rogue One’da. Hani isteğe uygun kahramanların öne çıkarıldığı ama isimsiz savaşçıların sadece haberlerde sayı olarak verilmelerinin ardından unutulduğu bir değerbilmezlik modeli vardır ya… İşte Rogue One’da bunu kırmışlar.

Star Wars serisinde Deathstar’ın ufacık bir noktasına yapılan düzgün atışı biliriz. Luke Skywalker o sahneyle ölümsüzlüğe adını yazdırmıştı hani. İşte o atışın nelerin feda edilmesiyle gerçekleşebildiğini izlemek bende heyecan yarattı. Umutlar, aşklar, sevgiler, özlemler, yüzleşmeler, kişisel sorgulamalar, çalkantılar, hezeyanlar, inançlar, kaybetmeler… Tüm yaşanmışlıkların birden bire yokluğa karışması. Yitip gitmesi.  Yokmuşcasına, hiç var olmamacasına yaşamış olmak, geride iz bırakmamak… Belki bir cümlede belki bir haberde kısacık anılmak… Sonra hepten unutulmak… Geride bıraktığınız aileniz, sevdikleriniz varsa geride sıradan bir “rakam” olmanın ötesinde şeyler de bırakırsınız gerçi ama geride bıraktığınız birileri yoksa… Yok olursunuz!

Rogue One, Lyn Erso, ekibi benim için asla devamı gelmeyecek bir filmin kahramanları oldular. Ve öyle derin izler bıraktılar ki artık ailemin bir parçası haline geldiler, hep yaşayacaklar.

Yorumlar