Sandman: Hikayelerin Daimi Prensi

“Bir kitap okudum, hayatım değişti,” diyenler vardır, ama hiç bir çizgi romanın bunu size yapabileceğini düşündünüz mü? Eğer düşünmediyseniz, Sandman’e “merhaba” deyin.

1988’de Neil Gaiman tarafından yazılmaya başlanıp DC Comics tarafından piyasaya sürülen Sandman, çizgi roman dünyasına soğuk duş etkisi yapar. İlk başta DC karakteri olan Sandman’in devamı olarak düşünüldüyse de, sonradan adı değiştirmeyip kalanını Neil Gaiman’ın insiyatifine bırakmak gibi doğru bir karar verirler ve gelmiş geçmiş en başarılı Dark Fantasy* serisi başlar.

Aslında 1985’ten sonrası, çizgi romanlar için Modern Dönem’e giriştir; yani psikolojik açıdan çok daha detaylı ve karanlık işlenen karakterlerle birlikte, siyahla beyazın arasında grilerin de ortaya çıkmaya başlamasıdır. Ancak Sandman kadar derin bir varoluşçu felsefe ve mitolojik göndermelerle dolu bir eseri kimse beklememektedir. Neil Gaiman’ın buradaki başarısı doğru zamanda çıkıştan çok, hikayeyi hem zamana uygun bir dille anlatması, hem de bir sürü öyküyü sürükleyici bir kurguda birleştirmesidir.

Daimiler.

Daimiler.

Orijinal Sandman 1988- 1996 arası basılmış 75 sayıdan oluşur ve bu 10 cilde tekabül eder. Tepki ilk sayıdan itibaren müthiş olur. Serinin bazı yan karakterleri öyle tutar ki, başlıcaları Death: The High Cost of Living ve Lucifer olmak üzere sayısız spin-off’u çıkar. Bu başarıda kapak tasarımlarını yapan Dave McKean ile Jack Kirby ve Michael Zulli gibi bir çok çizerin payı da vardır tabii. Sandman’i bu kadar farklı kılan bir nokta da, tanrılara bakışıdır. Çizgi romanlarda tanrılar şüphesiz daha önce işlenmiştir ancak tanrı olarak, güçlerini büyük ölçüde kaybedip mütevazi yaşamlar sürmeye zorlanan ve sürekli uymak zorunda oldukları kanunlarla sıkışan bir topluluk olarak değil. Neil Gaiman’ın tanrılara bakışını American Gods incelememde daha derin bir şekilde masaya yatıracağım.

Sandman, Daimiler (Endless) olarak bilinen yedi kardeşin üçüncüsü olan Dream’in hikayesini anlatır. Daimiler, elbette biyolojik kardeş değil, birbirlerine tutunarak bir bütünü oluşturmuş yedi kavramın temsilcileridir. En büyükleri Destiny, yani Kader’dir. Cüppeli kör bir adam olarak tasvir edilir. İkinci kardeş olan Death, yani Ölüm, güzel ve sempatik, gotik giyimli bir kızdır. Tavırları cana yakındır ama gerektiğinde ciddileşmesini de bilir. Daimiler adı üzerinde ölmezler, varlıkları ebedidir. Ancak bu onların değişim geçirmeyeceği anlamına gelmez. Zaten gerek 75 sayıda, gerek Endless Nights’da bu değişimi gözlemlemek fazlasıyla mümkündür.

Dream'in kardeşleri arasında en yakın olduğu Death'dir, sık sık abla tavsiyesi alır.

Dream’in kardeşleri arasında en yakın olduğu Death’dir, sık sık abla tavsiyesi alır.

Dream, üçüncü kardeş yani Sandman yahut Rüyaların Lordu, Hikayelerin Prensi artık ne demeyi tercih ediyorsanız, hikayenin protagonisti, yani kahramanıdır. Olaylar genellikle onun gözünden anlatılır, bazen de onu başkalarının gözünden görürüz. Dream, son derece fırtınalı ve kusurlu bir karaktere sahiptir. Kusurlu derken, bilge veya ileri görüşlü olmadığını söylemeye çalışmıyorum. Tam tersi. Anti-kahraman da değildir. Ama çoğu kez aşırı güçlü duygularına yenik düşerek mantıklı hareket etmeyi unutur. Dream’in karakteri, yaratıcılıkla beslenen çoğu insanın trajedisidir; her hayalperest -ya da rüya- gibi kendini aşırı ciddiye alır. Tavırları her zaman son derece nazik ve ciddidir. Tüm canlılara rüyalarını veren ve bu rüyalarla güçlenen bir varlık olarak hislerini aşırı uçlarda yaşar.

4. kardeş Destruction, yine adı üstünde yıkımın efendisidir, ancak bir Daimi olmaktan sıkılmış ve sorumluluklarını terk etmiştir. 5. ve 6. kardeşler ikizdir; Desire (Arzu) ve Despair (Keder). Desire cinsiyetsizdir, daha doğrusu hem kadın hem erkektir, bu konuya ve özellikle Daimiler’in karakterlerine kendi özel yazısında değineceğim için çok uzatmıyorum. Desire, Daimiler’in açık ara en kaprisli ve acımasız olanıdır. Özellikle Dream’le arasında epey husumet vardır. Despair ise şişman ve depresif bir kadın olarak tasvir edilir ve Desire gibi atılgan değildir. Son kardeş Delight (Mutluluk) ise, çağlar içinde delirerek Delirium’a dönüşmüştür. Saçları sürekli renk değiştiren -bazen yarısını kazıtmıştır- yeni yetme bir kız gibi görünür ve Daimiler’in hepsi henüz çocuk olduğu için ona karşı korumacıdır.

Dream, gücünü hayallerden alır.

Dream, gücünü hayallerden alır.

Hikaye, 1916’da Roderick Burgess adlı bir okültistin yaptığı ritüelle açılır. Burgess, ölümsüzlük peşindedir ve şans eseri ele geçirdiği materyallerle Daimiler hakkında bilgi edinmiştir; bu onları çağırmayı da içermektedir.  Amacı aslen Death’i çağırıp ölümsüzlüğe erişmektir. Ancak işler planladığı gibi yürümez. Ritüeli gerçekleştirdiğinde çizdiği halkanın içinde beliren kişi Death değil, kardeşi Dream’dir. Ancak Burgess bunu uzun süre idrak etmez. Hapsedilen Dream’i konuşturmaya çalışsa da, kahramanımız bana mısın demez. Burgess yaşlanır ve tarikatın başı olarak hayata veda eder. Yerine oğlu Alex geçer ve o da Dream’i konuşturamaz. İntikam alacağından korktuğu için serbest de bırakmaz.

Yorumlar