Bu Hikaye Aslında Sizin Hakkınızda: The Man on the High Castle

Bir an kendinizi paralel bir evrende düşleyin. O evrendeki hayatınızı garantiye almak için düzene uyum mu sağlardınız, özgür olmak için savaşır ve bu uğurda seçimler yaparak bedel mi öderdiniz? Bu yazının konusu olan The Man the High Castle bu soruyu cevaplamadan önce iki kere düşünmeniz için var.

Yapım Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi? (Blade Runner)’den Miniority Report’a dek birçok hikayesi ve romanı bilimkurgu filmlerine uyarlanmış Philip K. Dick’in aynı adlı kitabına dayanıyor. Dick’in yazarlıkta ilk dönemini geride bırakmasının ardından evren ve işleyişi üzerine düşünmeye başladığı dönemde merak saldığı paralel evrenler mevzusu üzerinden Naziler ve Japon imparatorluğunun gölgesindeki sıradan insanları işlemek istiyor. Ancak araştırma için başvurduğu kitaplarda okuduklarının onu Nazilere karşı öfkeyle doldurması üzerine kitabının tek boyutlu bir anlatım içermemesi için yollar aramaya başlıyor. Bu da onu geleneksel bir Çin falı olan I Ching üzerinden deneysel bir kitap yazmaya götürüyor. Yazmaya her oturduğunda önüne I Ching çubukları koyan Dick bunlara farklı sembolizmalar yüklüyor (acı, ihanet, sevgi, sadakat, korku gibi) ve her çektiği çubuğun ardından hikayenin sonrasına bunlar arasına bağlar kurgulayarak kitabını yazıyor.

Dick’in kitabı maalesef ülkemizde 6.45 Yayınları’nın kötü çevirisiyle mundar edilmiş, bu nedenle bitirmem mümkün olamadı. Ama okuduğum kadarıyla dizinin kitabın bire bir uyarlaması değil de, kitabın mümkün olabilecek en akıcı şekilde işlenebilmek için odak sırasının değiştirildiğini ve bazı karakterlerin olduğundan derin görünmesi için alt metin zenginleştirmesi yapıldığı görülüyor. Bu elbette kitabı özünden kopartmıyor. Fakat yazarın daha ilk sayfalarda yaptığı bazı betimlemelerin dizinin ileriki kısımlarında ve uygun olduğu kısımlarına taşınması (rehinci dükkanı sahibinin Amerikalı hayat kadınları ile sanki onlar Japonmuş gibi Japonca konuşarak ilişkiye girme fetişi gibi) diziyi öylesine yazılmış bir adaptasyondan daha fazlası gibi değerlendirmeme yol açtı.

Hikaye

Man in the High Castle, Almanların bizim evrenimizde Hiroshima ve Nagasaki’ye atılan atom bombalarını Washington’a attığı ve savaşın kayıtsız şartsız sona erdiği paralel bir evrende geçiyor. Bu evrende ABD’nin yarısı Almanlar, diğer yarısı da Japonlar tarafından paylaşılmış durumda. Hitler ölüm döşeğinde ve gizli bir iktidar mücadelesi mevcut. Hitler’in bir takım taraftarları statükonun devamı için çabalarken diğer bir taraftarlar Almanlar ile Japonlar arasındaki bir savaşta ilk saldıranın Almanlar olması gerektiği, Japonlar er geç nükleer silah teknolojisini elde edeceği için onlarla sonsuza dek müttefik kalınamayacağı düşüncesinde.

Bu arada hem Japonlar hem de Almanların baskısı arasında ezilen, kültürel asimilasyona maruz kalan Amerikalılar var. Bir takım Amerikalılar Japonca ve Almanca öğrenip onların kurallarına göre yaşamaya adapte olmaya çalışırken bir takım Amerikalı ise yeraltı direnişleri kurarak Japonlar ve Almanlara ellerinden geldiğince zarar vermeye çalışıyor.

Karakterler

Juliana Crain

Ana karakterlerimizden Juliana Crain birinci gruptan. İşgalcilerin, özellikle de Japonların kültürünü iyi benimsemiş sadık bir vatandaş. Seride pek yüzeysel geçilmiş bir intihar girişiminin ardından ikinci gruptan Frank Frink ile tanışıyor ve aralarında kankalık ve sevgililik arasında belirsiz bir sınırda gidip gelen bir ilişki başlıyor. Öte yandan Juliana’nın üvey kızkardeşi olan Trudy Walker’in uzun bir zaman ardından aniden geri dönmesi ve ondan direnişçiler için bir kuryelik görevinde ona yardımcı olmasını istemesinin ardından sakin hayati ebediyen sona eriyor.

John Smith

Washington’a atom bombasının düştüğü geceye kadar vatanseverliğinden şüphe duyulmayan bir subayken ülkenin işinin bittiğini fark etmesi ve Almanların ordudaki genel komutayı devralmasının ardından onlara asla sorgulanmayacak türden eşine az rastlanır bir sadakatle hizmet vermeye başlıyor. Bunun sonucunda bir Amerikalının orduda çıkabileceği en üst rütbeye dek terfi ediliyor. Direkt Hitler’den gönderilen ve diğer subaylar arasında sadece kendisinin haberi olan gizli emirler üzerine direnişçiler arasındaki bant trafiğini araştırtması istenir. Bunun üzerine o da Joe Blake’i bizzat bu gizli göreve yollar. Rejime sonuna dek sadık ve örnek bir ailesi olmasına rağmen idealistliği ailesinin dahi önüne geçen bir kişidir John Smith. Ancak bir noktada Hitler’in koltuğunu doldurmak için yapılan komplolar içerisinde üstlerinden gelen emirleri körü körüne izlemek yerine bu gizli savaşta bir taraf tutmak durumuna kalacaktır.

John Smith

Frank Frink

Önemli bir diğer karakter Frank Frink. Yahudi kökenli ailesi yüzünden bıçak sırtında yaşamaktan bezmiş olan ve direnişçilere katılmamak için kendisini zor tutan fabrika işçisi bir karakter. Her an ölüm riski altındaki ailesini korumak için büyük fedakarlıklarda bulunmuş. Fakat direnişçilerin safına geçmek konusunda kararsız. Sevgilisi Juliana’nın bir anda ortadan kaybolması, direnişçi üyeliği suçlamasıyla işkence görmesi ve kendi ailesi dahil en güvendiği insanların aslında ona yalan söylediğinin farkına varması ile gemileri yakıyor. Kaderinin onu götürdüğü yol ne ise onu izlemeye karar vermek üzere geri dönülmez bir karar veriyor. Joe’ya karşı büyük bir kin beslediğini sanırım söylememe gerek yok.

Ed McCarthy

Frank’ın en yakın dostudur ve onun birçok sırrını bilir. Onunla aynı fabrikada çalışmasının yanısıra savaş sırasında maruz kaldığı sinir gazı yüzünden uzun süre kaldığı hastane sebebiyle Frank ile Juliana’nın ilişkisinin başlamasının da sebebidir. Kurnaz ve yetenekli birisi olmasının yanı sıra Almanlara olan antipatisini Frank’ın yanında gizleme gereği duymayan, hatta Frank’ın aksine hikayenin başında direnişçilerle doğrudan bağı olan ve fabrikadaki alet edevatla gizlice silahların yivlerindeki seri numaralarını silebilen Ed aslında günü kurtarmak için günübirlik yaşayan, Almanlara olan nefreti kendi küçük dünyasını koruma isteği ile yarışan, bu iki şey uğruna her şeyi yapabilecek biri.

Joe Blake

Diğer ana karakterimiz Joe Blake doğumundan hemen sonra kaderine terk edilmiş bir gayri meşru bir çocuk ve bundan ötürü bir baba figürünün dolmayan eksikliğiyle yaşamaya çalışan biri. Görev icabı yakınlık kurmaya çalıştığı herkese babasının savaşta ülkesini savunurken kahramanca ölen bir asker olduğu yalanını söylerken bile aslında buna içten içe inanmak isteyen bir Gestapo köstebeği. Rapor verdiği kişi olan General John Smith’in ondan direniş hücreleri arasında gidip gelen bantları taşıyan bir kuryeyi bulup ele geçirme görevi alması ve bir direniş üyesi görünümünde kuryeyle temas kurması ile onun da hayatı raydan çıkmaya ve istediği hayatın gerçekten de bu olup olmadığı konusunda sorgulamalar yaşamaya başlar.

Nobusuke Tagomi

Hem eşi hem oğlunun savaştaki ölümünü kaldıramayarak depresyona giren Nobusuke Tagomi işine sadık ve insancıl karakterde birisidir. Üstleri yeni bir başlangıç yapması ve iki müttefik ülke arasında iyi ilişkiler tesis etmesi için onu Amerika’ya ticaret bakanlığından resmi görevle gönderir. Burada tanık olduğu ise her iki ülke ordusundan fanatiklerin birbirine karşı duyduğu güvensizlik üzerine ittifakın kopma süresine girmiş olduğunu fark etmesi olacaktır. Kendi iç huzurunu sağlamak için sıkça I Ching falına başvuruyor ve falı üst üste Juliana Crain’in kendi kaderinde son derece önemli bir değişken olduğunu söyleyince onunla bir dostluk ilişkisi kurmak istiyor. Öte yandan ileriki bölümlerde sıkça başvurduğu I Ching’in aslında içinde bulunduğu ve sadece kendisinin haberi olduğu diğer duruma karşı bir “sabit” olarak kullandığını da öğreniriz.

Juliana Crain

Takeshi Kido

Japon İmparatorluk askeri polis teşkilatı Kempeitai’nin Amerika’daki komutasını idare eden Takeshi Kido duygusuz ve katı bir görev adamıdır. Veliaht prensin Amerika’ya yapacağı ziyaretten haberdar olunca ilk çıkarttığı sonuç Almanlar ve direnişçilerin olası bir suikast girişiminde bulunarak süreci baltalamaya çalışacağı olur. Öte yandan rapor verdiği komutanı olan General Onoda Almanlara karşı güvensizdir ve Almanlara karşı ilk saldırıyı Japonların yapması için derhal nükleer silah edinmelerini hararetle arzulamaktadır. Bu amaçla General Onoda’nın ABD’deki Uranyum yataklarından kazı yapılarak nükleer silah programında kullanılmasına dair planı için Tagomi’yi baskılamaya başlar. Öte yandan hem direnişçilerin bant trafiği ve hem de Hitler karşıtı lobinin hareketlerinden bilgi kırıntıları düzeyinde haberdar olması sonucu Juliana Crain ve Frank Frink’in hayatını karartacak bir dizi olayı tetikleyen kararlar alır.

Son Cümleler

Karakterler hakkında söyleyeceklerim bu kadar. Son cümlelere varırken söyleyebileceğim bir kitabın içinden süzülüp gelen tüm diziler içerisinde beni en çok etkileyen yapım olduğunu söyleyebilirim. Savaşı Naziler ve Japonların kazanıp Amerikalıların kaybettiği bir alternatif dünyayı işlemesine karşın bunu sıradan insanların birbirlerine teğet geçen hayatları üzerinden anlatması açısından mükemmel bir kurgu örneği olduğunu düşünüyorum. Öyle ki bazen sözler bitiyor ve saf o karaktere bürünmeyi gerektiren türden bir oyunculuk işin içine giriyor. Özellikle John Smith’i canlandıran Rufus Sewell’in oyunculuğu öyle böyle değil, muhakkak görülmesi, tecrübe edilmesi gerek. Diziye yöneltilen bazı eleştiriler akıcılığının düşük olduğu yönündeydi. Ama açıkçası buna pek de katıldığımı söyleyemem. Zira 1’inci sezon birinci bölüm ile 2’nci sezon finali arasında değme Japon animelerine taş çıkartan türden karakter gelişimi ve kurgu başarısına imzasını atıyor bu dizi.

Dizi ülkemizde büyük oyunu görmüş pek çok kişinin kafasında canlandırdığının aksine sindirilmiş ve asimile edilmiş bir batının dünyayı nasıl bir distopyaya götürdüğünü olabilecek en inandırıcı şekilde yansıtıyor. Bunu da sıradan insanların kırılgan dünyalarını korumak için verdikleri kararları ve bunların bizim dünyamıza teğet geçen neden sonuç ilişkileri üzerinden yapıyor. İlla kıyaslamam gerekirse, Stranger Things haricinde Netflix’in bugüne dek yaptığı tüm dizilerden daha fazla seyir zevki aldığımı söyleyebilirim ki bu da Amazon Prime’in geleceği konusundaki beklentilerimi oldukça arttıran bir faktör. Halihazırda 3. sezon bu hafta başlarken kendinizi bu güzellikten mahrum etmeyin derim.

Yorumlar