Medea Kali: Bir Canavar, Bir Anne, Bir Tanrıça…
14 Aralık 2016… Çılgın bir geceydi. Alışık olduğumuz standartların çok ötesinde; ancak ben ve benim gibi hayalperestler ve eski inançlara meraklılar için tam da sevdiğimiz, alışık olduğumuz ve özlediğimiz mükemmellikteydi o gece. “Medea Kali”nin gecesiydi bu gece.
Beni tanıyanlar bilir, uzaktan hayranı olup çok büyük saygı duysam da takipçisi olamadığım bir şey tiyatro. Bugün, yıllardır yapamadığım tiyatro ziyaretimi Medea Kali’ye yaptım. Ve baştan söylemeliyim, sadece ismi yüzünden muazzam bir ön yargıyla gittim oyuna. Ön yargı deyince negatif anlaşılmasın; “Medea Kali”yi ilk duyduğumda aşık oldum. “Ne olursa olsun, severim ki ben bunu!” diyordum içten içe. Fakat başka bir şeyler oldu. Beklediğimden çok öte, çok farklı. Tamamen sıra dışı. Hesap dışı…
Hikayeye baştan başlamak gerekirse; her işine saygı duyduğum ve beğendiğim müzisyen dostum Mehmet Fırıl bir gün gelip “Medea Kali isimli bir oyunun müziklerini yaptım. Devlet Tiyatrolarında sergilenecek.” müjdesini verdi. Oyunun ismine duyduğum deli ilgiye ek olarak, bir de müziklerinin kendi projesi olan “Tatu Fly?”dan esinlendiği karanlık bir proje olduğunu belirtti. Bir de hatırlamadığım bir cümle içerisinde bir kelime daha kullandı; “Medusa”. Heyecandan donakaldım. Ben bu oyunu görmezsem olmaz dememe rağmen, görmem aylar aldı. Ta ki bu akşama kadar, yine Mehmet Fırıl’ın güzel bir jestiyle, en ön koltuktan izleyebildim oyunu.
Laurent Gaudé tarafından yazılan bu oyun dilimize mükemmel bir şekilde Zeynep Utku tarafından çevrilmiş. Yönetmen ise Musa Uzunlar. Tiyatroya aşina kişilerin tek kaşını (belki de iki) kaldırmaya yetiyor sanırım bu kadarı bile. Ancak o sahnenin ötesinde size her şeyi mükemmelleştiren onlarca insan olduğunu da hissediyorsunuz. Bir bütün, bir ruh var Tanrıça Kali’yi dirilten, Medea’nın vahşetini sergileyen, Medusa’nın lanetini gösteren.
Spoiler vermeksizin oyunun büyüsünü anlatmaya çalışacağım. Ancak ne desem, ne kadar güzel desem yine yetersiz kalacak. Bu bir tiyatro oyunu değildi. Bu bir şeylerin dirilişiydi. Bir tanrıçanın… bir canavarın… ve bir annenin.
Tiyatronun uzmanlığını, oyuncuların başarısını, vs eleştirmek haddime değil. Dediğim gibi, ne bir eleştirmenim, ne de engin tiyatro bilgisine sahibim -ne yazık ki. Basit bir ruhum, bu gece gördükleri karşısında susamayan. Kendi gibilere bağırmak, haber vermek isteyen gördüklerini. Kısa ve basit ömürlerimizi heyecanlandıran, tüylerimizi ürperten, kalplerimizi sıkıştıran ve belki de aidiyet hissi veren bir şeyi ciğerlerimin yetmediği yerde parmaklarımın gücüyle anlatmaya çalışıyorum sadece…
“Medea Kali”
Hayatımda ilk defa bir salonda bu kadar yoğun bir karanlıkta kaldım. Hayatımda ilk defa böylesine derin bir karanlıkta geçmişimin şeytanları ulaşamadı zihnime. Karanlık bittiğinde ise, ilk defa gördüğüm bir şeyden böylesine kopamadım zihnimin en derinlerinde bile. Sunulan görsellik, gördüğünüzden çok fazlasını getiriyor bakabilene. Bir canavar yürüyor karşınızda. Bir lanetli kusuyor içindekileri. Medusa… Ve tekrar kararıyor her şey. Ancak bu karanlık oyuncu için değil, sanki seyirci için sunulmuş gibi. Hiçbir yere gidemiyor aklınız. Sahnedeki küçük halhal sesini takip ediyor zihniniz, çoktan aynı lanete sürüklenmişsiniz adeta, gözleriniz kapalı. O ilk uzun karanlıkta kapattım gözlerimi ben de. Tutamadım çünkü kendimi, bedenim istedi, ruhum haykırdı; “bakma onlara, kapat gözlerini…”
Medea Kali onun ismi! Ve köylüler tanıyordu artık onu. Saygı duyuyorlardı.
Aşkını dinledik intikamcı güzeller güzeli Medea’dan. Karanlıklar hiç aydınlığa çıkamadı ancak. Bu öyle bir hikaye değildi. Güneş ve çiçekler yoktu… Dolunay, ateş ve karanlık hakimdi. Çocuklarını katledişini anlattı. Her yer kırmızı. Nefes aldığıma emin olmak istedim defalarca… Alamıyordum. Kan akıyordu sahnede, sımsıcaktı o an her şey… Bir canavarın annelik güdüsünü mü, yoksa bir annenin canavarlaşmasını mı izledim hala emin değilim. İkisi birdi. Ta ki tanrıçalaşana dek.
Aslında 55 dakika, fakat bizler için soluksuz geçen bir ömrün sonlarında doğruldu yeniden Medea Kali. Kali! Yeniden kollarını açtı, son bir kez dans etti ve anlattı. Nutkumun tutulduğu, gözlerimin dolduğu ve gurur duyduğum andı bu, Kali’nin dönüşü. Hikaye, tiyatro, sahne, oyun demiyorum. Hayalperest dostlarım anlayacaktır beni; sahnede Kali uyandı. Sevgili H. Zeynep Utku’ya ne diyebileceğimi bilemiyorum, bir tanrıçayı diriltmek ne kolay ne de normal veya olası bir şey değildir. Yaptı. Ve tanık oldum. Bu özel bir şeydi. O anlıktı. Ve uyanmıştı. Bir oyun olmaktan çoktan çıkmıştı her şey. Ve ben tanık olabilmiştim. Düşünsenize… Her şey mükemmel bir ritüeldi. Müzik, Kali’nin her bir kelimesini kesinleştirircesine yükseliyor, zihninizde size ait kalan son damlaları da usulca çalarak bu mitolojik efsaneye taşıyordu.
Ve aniden karanlık. Son.
Medea Kali… Beni böyle bir ritüele dahil ettiğiniz için sonsuz teşekkürlerim sizin…
Ayrıca bu notu da eklemek istiyorum: Çok sevgili Musa Uzunlar ve Zeynep Utku, sizler kadar güzel insanlar keşke daha çok olsa şu dünyada. Bu kadar iyi iki dinleyici olduğunuz için de ayrıca çok teşekkür ediyorum.
Fotoğraflar: Kıvanç Niş