Pax Imperialis – Bir İmparatorluk Savunusu

Bu yazımızda bu yakınlarda oldukça kafamı kurcalayan ve ilginç bir konu olan imparatorluk kavramına değineceğiz. İmparatorluk denildiğinde bizim gibi bilimkurgu ve fantastik kurgu severlerin aklına gelen Star Wars ve Warhammer 40k evrenlerinde olan devletler olsa da bunun bir yönetim biçimi olduğunu gözden kaçırmamak gerekiyor. Zaten yazımızın ilk kısmı da bu kavramı irdeleyecek. Bu bağlamda Açıköğretim Fakültesi’nin Uluslararası İlişkiler bölümünde kullanılan kitaplarından tanımlara bakacak ve eleştirel bağlamda değerlendirmek için Antonio Negri ve Michael Hardt’ın magnum opus’u İmparatorluk’tan yorumlara gireceğiz.

Bu temeli attıktan sonra işin spekülatif kısmına gelerek imparatorluk kavramını etik bağlamda değerlendiriyor olacağız. İmparatorluk denildiğinde aklımıza gelen Darth Vader ve Palpatine ikilisi algısının ne kadar doğru olduğuna gerek bilimkurgusal tarih, gerekse gerçek tarih üzerinden örnekler vererek bakacağız. Son olarak da imparatorluk ve medeniyet arasındaki ilişkiye değinip konuyu bitireceğiz.

İş çok, hadi başlayalım!

İmparatorluk Kavramı Nedir? Negri ve Hardt’ın Gözünden İmparatorluk

İmparatorluklar insanlık tarihinin başlangıcından beri varolan bir yönetim biçimine verdiğimiz adlardan birisi. Teknik olarak bu yönetim biçiminin adı monarşi olarak geçiyor bu arada. Yani devlet tipleri diye aradığınızda İmparatorluk diye bir girişin olmamasına şaşırmayın. Peki nedir bu monarşi:

“Devlet hükümranlığının tek veya az sayıda kişide bu kişiler ölene ya da kendi istekleri ile tahakkümden vazgeçene kadar toplandığı devlet biçimidir.”

Basitçe bizim “imparator” veya “padişah” diye adlandırdığımız şahıs, monark oluyor bu açıklamaya göre. Tarihsel olarak bakıldığında bu yönetim biçiminin neredeyse medeniyet tarihinin başından 19. yüzyıla kadar popüler bir yönetim biçimi olduğunu görmekteyiz. Nitekim tamamen bitmiş bir yönetim biçimi de değildir kendisi, Kamboçya, Japonya, Malezya, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve İngiltere hala monarşinin ayakta olduğu ülkeler olarak geliyor aklıma.

Tanımımızı yaptıktan sonra, monarşinin de türleri olduğun belirterek onlara değinelim. Bizim aklımıza gelen, yöneticinin astığının astık, kestiğinin kestik olduğu monarşi biçimi “Mutlak Monarşi (Absolute Monarchy)” olarak geçmekte. Burada yöneticinin politik olaylarda önüne çıkabilecek legal sınırlamalar ya yok, ya da çok az. Genelde de yönetim biçimlerinde babadan oğula geçme eğilimi görüyoruz. Ancak tarih içerisinde baktığımızda bazı ülkelerde mutlak monarşiyi sınırlayabilen toplumsal sınıfların çıktığını da görmekteyiz: Asilzadeler, rahipler, tüccarlar vb.

Bir de anayasal monarşi (Constitutional monarchy) biçimi var, ki bu tarih bilgim eğer beni yanıltmıyorsa Osmanlı İmparatorluğu’nun Meşrutiyet ile dönüşmeye çalıştığı bir yönetim biçimi. Bu monarşi biçiminde ise yöneticinin (kral diye yazacağım) görev ve yetkileri ama yazılı ama sözlü bir anayasa ile sınırlanmış halde oluyor. Kral daha çok devletin ulusal birliğini sağlayan bir sembol haline geliyor. Yetkileri arasında bulunan parlamentoyu dağıtma veya yasama kararlarına kraliyet onayı verme gibi eylemleri kişisel tercihlerinden ziyade formalite haline dönüşüyor. Yani kısaca devletin yönetiminde aktif bir rol almaktansa, arkada kocaman bir bürokrasi gerçek devlet haline gelirken devletin fiziksel tezahürü haline dönüşüyor.

İmparatorluk basitçe bu. Sınırları biraz daha büyütüyoruz sadece…

Negri ve Hardt, bu tanımlara girmek yerine “Medeniyet ve İmparatorluk” başlığı altında imparatorlukların haklarını sorgulayarak işe başlıyorlar. Sahiden, nedir bir imparatorluğun hakları? Neden vardır ve ne yapmayı kendinde meşru olarak görür? Ki bu nokta bizim kurgu evrenlerde yarattığımız imparatorluklara dönüşecek bir şey olacak.

İmparatorluğun İç Periferi ile Dış Periferi: Barbarlar ve Asilere Karşı Düzen

Negri ve Hardt der ki, imparatorluklar dışarıda barbarlara, içeride ise asilere karşı “haklı” savaşlar yürütme yetkesi ile donanmıştır. Hedefinde sosyal barış ve kendi etik doğrularını üretme bulunur. Yani imparatorluklar bir anlamda gelenekselciliğin zaferidir, ve ön kabul olarak şunu der: “Biz, gelinebilecek en iyi yere geldik ve bundan sonra medeniyetimizin görevi bu statükoyu korumaktır”. Ki burada da kalmazlar, imparatorluklar tarihsel anlatıyı da değiştirmeye, kendi lehlerine çıkarmaya çalışırlar ki biz bunu şu anda “Tarihi kazananlar yazar” diye özetliyoruz; ki kendi içinde sorunlu bir sözdür bu; her kazanan tarih yazmak gibi bir külfetin altına girmez, bu sadece imparatorluklara has bir kaygıdır. Bunu şöyle ifade eder Negri ve Hardt:

“Başından bu yana İmparatorluk kendi yargı kavramının merkezine etikopolitik bir dinamiği koyar. Bu kavramın iki temel eğilimi bulunmaktadır:

– İmparatorluğun kendi medeniyeti olarak addedildiği bütün alanı kaplayan yeni bir düzen oluşturmak, ve

– Kendi etik temelinin bütün zamansallığını kaplayan bir hak fikri oluşturmak.

Yani bir diğer deyişle, İmparatorluk kendi düzenini kalıcı, sonsuz ve gerekli olarak sunar.

Düzen ve Sürekli Barış Kavramları

Orta çağlarda oldukça yaygın halde olan Alman-Roma geleneği bu isteği düzen ve sürekli barış kavramı olarak ortaya koyar. Yani böyle bir düzen neden oluşturulmalı ve neden tarihsel anlamda böyle bir ihtiyacımız olmalıdır sorularına bu yanıtlar verilir. Roma İmparatorluğuna baktığımızda kendisinin vaat ettiği düzen kavramı, özerk devletlerin arasında günümüz ulus devletlerinde düzen sağlayan mekanizmalara benzer şekilde bir uluslararası düzen oluşturarak oluşturulan bir düzendir; Pax Romana’yı anayasa, Roma İmparatorluğunu polis gücü, diğer devletleri de vatandaş olarak düşünün. Roma’nın kurallarına uymazsanız tepenize binilir, uyarsanız bu barışın sağladığı nimetlerden faydalanırsınız.

İkinci kavram olan sürekli barış (perpetual peace) ise özellikle aydınlanma dönemi ile popüler olan ama modern Avrupa tarihinde sık sık tekrarlanan bir kavramdır. Bu kavram mantığın idealidir, etik ve doğru bir biçimde birleştirecek olan ve var olan düzenleri eleştirerek yeni bir şey yaratma hedefi güden bir yapıdır. Ki bu fikrin en başta Milletler Cemiyeti ve akabinde Birleşmiş Milletler ile sonuçlandığını söylemeliyim. Basitçe bu fikir şunu söyler, devletler kendi aralarındaki sıkıntıları sadece savaş ile çözmektedirler ve eğer devletlerüstü bir kurum oluşturulup bu sıkıntılar bu mecrada giderilirse savaş da olmaz ve sürekli barışa kavuşuruz. Ancak tarihin bize gösterdiği şey bu noktaya henüz gelemediğimiz ne yazık ki. Neyse, konuya devam edelim kişisel yorumları geçerek.

Roma ve düzen el ele giden bir şey. Coliseum’un bu kadar muntazam yapılması şaşırtıcı değil.

Haklı Savaşlar

İmparatorluk kendi savaşlarını haklı savaşlar (Bellum Justum) olarak görür, bu fikrin temelinde yatan şey ise bir devlet kendisinin bölgesel bütünlüğünü veya politik bağımsızlığını tehdit eden bir saldırganlık ile karşılaştığında kendini savunma hakkı vardır (jus ad bellum). Burada iki ayrı öğenin bu kavramda birleştiğini görürüz: Askeri müdahale etik olarak temellendirilmiş ve haklı hale getirilmiştir, ikincisi de askeri müdahalenin etkinliği konusunda bir metrik konulur: istenilen düzen ve barışa ulaşılması.

Bu noktada orta çağlarda hakim olan bir düşünceye daha değinelim, Tanrı’nın krallığı düşünüldüğünde tam da bir imparatorluktur; dışarıda düşmanları bulunur, içeride de belli ve net çizgilerle belirlenmiş bir düzeni. İsyancılar olarak başlayan Samael isyanı, bu güruhun dışarı atılması ile barbarlığa dönüşmüştür. Tam da bu yüzden  dönemdeki (başta Roma imparatorluğu olmak üzere) dominant imparatorlukların Tanrı’nın krallığını yeryüzünde gerçekleştirme amacı güderek her yere bir düzen getirme isteği ile bakması ve kendi imparatorlukları dışarısında kalan yerleri canavarlaştıran bir biçimde ifade etmesi şaşırtıcı değildir.

Özetle…

Özetleyelim; imparatorluklar tek veya az sayıda kişinin hayat boyu veya kendi istekleri ile yönetimden vazgeçene kadar minimum sınırlama ile yönettikleri monarşinin diğer adıdır. Her nedense benim aklımda birden fazla etnik azınlığı yönetiyorsa böyle bir ada kavuşuyor diye kalmış ama bu şekilde yorumlayabileceğim bir açıklamaya denk gelmedim o yüzden spekülasyon olarak söylüyorum.

İmparatorlukları, imparatorluk haline getiren kendileri ile var olan ve varlığının devamı için kendisinin olması gereken bir düzendir. Bir anlamda gelenekselciliğin, yani var olanı koruyalım düşüncesinin, liberalizme, yeni şeyler oluşturalım, düşüncesine zafer kazandığı noktadır bu yönetim. Çünkü şunu der, “biz üretilecek olanı ürettik, yapılabilecek en iyi şeyi yaptık. Artık zaman bu kazanımı korumak zamanıdır.” Nitekim tam da bu tanım bize iki şeyi sunar; ortada bir düşman ve korunacak şeyler vardır. Bu yüzden çeşitli şeylere “kraliyet onayı/desteği” verilir ve bu destek sadece maddi değil, etik bir destek de içermektedir. Bu bir anlamda “doğrunun tezahürü olan kraliyetin yapılanı onaylaması” haline gelir.

Aslında imparatorluğu bir sınır çizme operasyonu olarak görebiliriz, bu sınırın içinde barış ve düzenin üstüne inşa edileceği bir medeniyet, ve bu medeniyetin üyeleri; bu sınırın dışında da içte olanlara isyancı, dışta olanlara barbar denilen düşmanlar bulunmaktadır. Bu gruplar “düşman”dır zira imparatorluğun kendisinin varlık koşulu olarak gördüğü düzeni değiştirme hedefi güderler. Dolayısıyla kendi varlığını tehdit ettikleri için de bu kitleler üzerine yapılan müdahaleler “haklı” hale gelir.

Neden İmparatorluklar “Kötü”dür? Gerçekten Kötü müdürler?

Bu noktadan sonra kendi kurgu evrenlerimizdeki imparatorlukları incelemeye geçebiliriz. Örnek olarak popülaritelerinden ötürü Star Wars ve Warhammer 40k’yı ele alacak olsam da kurgu evrenlerdeki bütün imparatorluk tasımlamalarına uyabilecek şeyler söyleyeceğimi belirteyim.

Star Wars

Neden geometrik biçimde düzgün bu logo acaba…

Star Wars’a baktığımızda imparatorluk kavramının Darth Sidious tarafından ateşlenen bir iç savaşın sonucu olduğunu söyleyebiliriz. Ortada kazanılmış bir galaktik federasyon, teknolojik gelişim ve ekonomik altyapı bulunmaktadır. Jedi’larin yok edilmesi ilk bakışta abuk gibi dursa da, zira kendileri de gelenekselcidir, imparatorluğun kendi etik değerlerini dominant olarak görmesi ile bu grup da içeride bir dışarlıklı olarak kalırlar. Bizim ilk üç, yeni neslin son üç filme geldiğimizde ortaya çıkan Rebel Alliance ise tam olarak liberal politikalar güden, demokratik bir hedef ile yola çıkan bir gruptur. Nitekim bu bağlamda, Rebel Alliance’ın anahtar isimlerinin eskinin kudretli ailelerine mensup olması ve bu insanların imparatorluğun periferi dışarısında kalan, düzenin içerisinde yer bulamamış ve imparatorluğun tasvir ettiği “düzen” içerisinde anlamlı bir anlatıya sahip olamayan kişilerdir.

Bu imparatorluk, her ne kadar filmde böyle bir beyan geçmese de, insanların insanlar için kurduğu bir medeniyettir. Bildiğim kadarıyla bir tek Thrawn bu yapı içinde önemli bir mevki kazanan bir uzaylıdır ki Chiss ırkının humanoid yapısı bu “uzaylı”lığı zorlar. Geri kalan canlılar insanların domine ettiği bu medeniyette ikinci sınıf canlıdırlar. Her ne kadar o taraftan bakmıyor olsak da bu dönemde imparatorluk içinde yaşayan bir insanın çok da büyük sorunu olmadığını söylemek zor değildir.

Nitekim ilk filmde Darth Vader’ın eylemlerine baktığınızda nesnel bir biçimde “kötü” olan bir şey göremeyiz, ortada bir polis eylemi vardır – yani imparatorluk sınırları içerisinde, kendi düzenine aykırı olan nüvelerin elimine edilmesi, sorgulanması ve adaletin yerine getirilmesi hedefi güder. Darth Vader’ın yaptığı eylemler izleyici olarak bizim perspektifimizden ters gelse de modern devletlerin hangisinin bu eylemleri, ve daha beterlerini, yaptıklarını sorguladığımızda çok da bir kötücüllük göremeyiz. Habire önümüze çıkartılan Alderaan tatsızlığı ise, üzülerek söylüyorum ki, bizim modern demokratik hissiyatımıza ters gelen ama tarihe bakıldığında örneği ne yazık ki çok sık görülen bir eylemdir. Gezegen yok edilmemiştir belki ama çeşitli şehirler, köyler, topluluklar isyan etme ihtimalleri yüzünden imha edilmiş, sürülmüş ve asimile edilmiştir.

Warhammer 40K

İmparatorluk kartalı… hangi imparatorluk? Asur’dan başlayabiliriz…

Warhammer 40K ve insan imparatorluğu sanırım kurgusal evrende detayı en fazla olan imparatorluk. Bize bir anlamda gerçek liderin, kraldan ziyade, kralın adına hizmet veren bürokrasi olduğunu yüzümüze vuran bir evren. Nitekim Tanrı-İmparator her yerde kadir-i mutlak olması istense de bürokrasi kadar süblimleşemediğinden ötürü High Lords of Terra’nın daha kudretli olduğunu görüyoruz. Dahası imparatorluğun iç ve dıştaki düşmanlarla mücadele etmek için gerek engizisyon, gerekse ordu, gerekse adeptus astartes gibi kurumları olması bu dikotomiyi daha net görmemizi sağlıyor. “Bu düşmanlar, eğer bırakılırsa, bizi kaosa, eciş bücüş uzaylıya ve hainlere yem ederler” deniliyor aslında pratik olarak ve fiilen. Ki bu bağlamda bu evrenin karar verici hikayesinin Horus İsyanı olması da şaşırtıcı değil. “Her şey iyi gidiyordu, isyan olmayaydı!”.

Ayrıca gerek teknolojik, gerekse kültürel anlamda tek bir doğrunun olduğunu kabul eden ve bu doğruyu ölümcül olarak zorlayan bir evren sunuyor bize. Adeptus Mechanicus’un “ilerleme” yapmaması, gerçekten yapmamasından mıdır, yoksa yapmak istememesinden midir tartışılır. Benzer biçimde Matt Ward ile mary sue haline gelen ama bunun öncesinde İmparatorluğun esas Space Marine chapter’ı olan Ultramarineların “Codex Astartes”’ten şaşmamaları ve bunu yorumlamaya bile ters bakmaları bu imparatorluk fikrinin mini tezahürü değildir de nedir?

Ancak yine nesnel biçimde değerlendirdiğimizde ve bu imparatorluk “kötü” müdür (evil anlamında kullanıyorum bu kelimeyi bu arada) diye baktığımızda bunu söylemek zor geliyor bana. Evet metotları gaddar, evet içinde bulunulan durum günümüzün liberal değerleri ile baktığımızda çok sert ama son tahlilde karşıdaki düşmanlara baktığınızda ortadaki ehven-i şer bu grup oluyor. Kaos’un tabiatı gereği, düzen yaratma gibi bir hedefi yok, Orklar deseniz medeniyet aşamasına henüz gelebilmiş değiller. Ortadaki diğer rakiplerin de başka imparatorluklar olduğunu ve kendi varlıklarını sürdürmek için neler yaptıklarını gördüğümüzde ortada “diplomatik, demokratik, bırakınız yapsınlar”cı bir insan medeniyetinin ne kadar hayatta kalacağı sorusuna net yanıt veremiyoruz.

İmparatorluk ve Medeniyet

Resim İsa’nın yargılanışı. Ancak İmparatorluğun kendisinin dışındakileri nasıl gördüğünü çok güzel ifade ediyor.

Yazımızın son kısmına ulaştık, bu noktada benim edindiğim izlenim şu oluyor; imparatorluklar insanoğlu medeniyetinin temelinde yer alan kent bazlı yapılanmanın sonunda gelinen bir nokta. İmparatorluk coğrafyasının tek bir şehir devleti hatta tek bir hane haline dönüşmesi hatta. Ortada kararları alan bir baba var, evin dışarısı karanlık ve tehlike ile dolu ve duvarlarla korunan evin içi ise ışıklı, sıcak ve konforlu. Kafa yapımız da buna yakınsıyor üstelik, en basitinden Minecraft oynarken bile belli bir şey ürettikten sonra etrafı duvarlarla çevirme ihtiyacı hissediyor, kendimize bir “alan” yapıyoruz. Bu alanı da değiştirmek konusunda imparatorlukların kendi düzenlerini değiştirmek istemeleri kadar istekliyiz üstelik.

Peki neden böyle? Bunun temel sebebinin bir düzen arayışı olduğunu düşünüyorum; ilerleyen yaşla beraber günlerin aynılaşmasını – ya da tahmin edilen salınımlarda değişmesini diyelim – bekliyor ve istiyoruz. Gençlikte aldığımız risklerin önemli bir kısmını ilerleyen yaşta almamamızın temel sebebi bu aslında. Kendimizce muhtelif değerlerden oluşan bir etik potporisi yapıyoruz ve bunu her şekil ve şartta korumaya çalışıyoruz.

Bireysel olarak olan bu gelişim, politik olarak da kendini medeniyetimizin ilerleme adımları olarak gösteriyor aslında; şehir devletlerinin birleşerek veya işgal edilerek birer imparatorluk parçası haline geliyorlar ve bu durum statüko haline geliyor.

Ancak imparatorlukların sonu, oluşturdukları kurumsal yapının biyolojik yapılar ile kıyasla habitatlarına verdikleri tepkinin yavaş ve etkisiz olmasından temelli. Bir anlamda zaman-mekansal anlamda bir durma butonu olmaya çalışıyorlar. Ancak dünya politik,  teknolojik ve bilimsel gelişmeler ile sürekli değişen bir yer.  Tam da bu değişime ayak uyduramamaktan ötürü tarihteki imparatorlukların çöktüklerini görüyoruz. Ancak bahsettiğim üzere fikir ilk bakışta mantıklı geliyor, kendi hayatıımızda bunu yapıyoruz, yapmaya çalışıyoruz; insanlardan müteşekkil bir kurum bunu yapmış çok mu sürreel?

Yorumlar