Kışgörmez Destanı: Gauntlgrym – Bir Salvatore Epiği

Öncelikle belirtmem gerekir ki, Drizzt Do’urden severler, okuyanlar bilirler ki, R. A. Salvatore’in her Drizzt kitabı zaten bir epiktir. Drizzt okuyup bunu fark etmeyen yoktur. Zira benim de, Drizzt gibi Mary Sue bir karakterden pek hazzetmememin sebebi temelde buna dayanıyor. Fakat Kışgörmez Destanı serisinin ilk kitabı olan Gauntlgrym, var olan diğer Drizzt romanlarından farklı olarak gerçekten destansı bir roman. Hadi gelin, hep birlikte Kışgörmez’e doğru ufak bir gezintiye çıkalım.

Kitabı elime alıp kapağına baktığımda, yine acayip bir yerlerde Drizzt’in kendine bir rakip bulup, ikiz palalarıyla biriyle dövüştüğü bir sahne kullanıldığını görünce; “Drizzt yine birilerini dövüyor.” demekten kendimi alamadım. Drizzt’le ne alıp veremediğin var derseniz, öncelikle Mary Sue bir karakter olmasının dışında, gereğinden fazla abartıldığını düşünüyorum. Zira, herhangi bir D&D oyuncusu bilir ki, D&D 3.5 üzerinden konuşacak olursak eğer, çift el silah kullanımına dair bütün featleri alıp, üstüne kritik hasar değerinizi aşağıya çekerek, birkaç büyülü güzel eşyayla evde kendi Drizzt’inizi yapmanız mümkün. Yalan söylemeyeceğim, ben de yaptım oradan biliyorum.

Bu Drizzt Do’urden. Tanımayan yoktur diye düşünüyorum.

Genelde var olan kitapların büyük bir çoğunluğunda, hep Drizzt’in ön planda olduğu birçok hikaye okumuşuzdur. Hatta, bilmeyenler için belirteyim. Drizzt’in meşhur Anayurt kitabı yazılmadan önce, R.A. Salvatore Buzyeli Vadisi serisini yazmıştı ve baş kahraman aslında Wulfgar idi. Fakat, Drizzt o kadar çok beğenildi ki, esas oğlan Drizzt oldu. Bu kısa bilginin ardından şunu söylemeliyim; bu kitap pek öyle değil. Zira, Drizzt’le ilgili bölümleri okumayıp atlasam mı diye bile düşündüm fakat sonradan fark ettim ki, bu kısımlar oldukça az.

Söz konusu Unutulmuş Diyarlar olduğunda, Drizzt’in içinde bulunmadığı birçok roman ve bu romanları yazan birçok yazar var. Bu diğer serileri birçok anlamda Drizzt serilerine tercih ederim. Fakat Gauntlgrym beni bu noktada şaşırttı. İkinci kitaba henüz başlamadım. Başladıktan sonra onu da tanıtmayı düşünüyorum.

Cücelerin Efsanevi Yurtları Bitmiyordu

Kitaptan kısaca bahsedecek olursam şayet; Cücelerin efsanevi yurdu Mithril Salonları bulunup, yerleşilip, üstüne bir de savunulduktan sonra Bruenor Battlehammer, artık sade bir kral olarak tahtında oturup her kralın yapması gerektiği şekliyle; yiyip, içip, birilerine bağırmaktan pek hazzetmiyor ve ömrü bitmeye yakın olmasına rağmen, içindeki macera aşkı bir türlü bitmediği için, bir başka “Cücelerin Efsanevi Yurdu” olan Gauntlgrym’i bulmayı kafasına koyuyor.

Uzunca bir araştırmanın ardından, elde ettiği tonlarca haritayla birlikte Drizzt’le konuyu görüştükten sonra artık iyiden iyiye hayattan ve yaşamaktan bıkmış olan Drizzt’in hali hazırda kendine aksiyon aradığını görünce, tası tarağı toplayıp, üstüne bir de Bruenor’a sahte mezar diktirip, yola çıkıyorlar.

Gauntlgrym’in demir ocakları. Ocağı kurup, içine Primordial hapsetmişler…

Biliyorum, bu kısma kadar pek objektif olamadım. Yapmamam gerekirdi belki ama her seferinde aynı şeyleri görmekten insan biraz usanıyor sevgili dostlar. Yani, aradan geçen onlarca şey olmasına rağmen, her seferinde olay yine dönüp dolaşıyor ve başa sarıyor. Yine de, kitabın geri kalanındaki karakterlerden bahsederken bu sarkastik ruh halimden çıkacağıma emin olabilirsiniz.

Bu arada belirtmekte fayda var, kitapta bildiğimiz birçok karakter artık yoklar. Elf ve Cüce olanların dışındaki tüm karakterler, ne kadar iyi ya da güçlü karakterler olsalar da, ya ecel ya da farklı sebeplerden artık ölüler. Bir maceracının yenemediği bir şey varsa; O da zamanın ta kendisidir. (Biliyorum, yenebilenler elbette var.) Bu yüzden artık hikayeye yeni karakterler ve kişiler girmeye başlıyor. Gelin bir de onlarla tanışalım.

Thay’dan Kışgörmez’e Doğru

Thay ve Thay büyücüleri benim en sevdiğim konseptlerden biridir. Thay’in meşhur Liç efendisi Szass Tam’in hizmetinde olan Dahlia ve Sylora Hanım adında iki yeni karakter görüyoruz. Birbirleriyle Thay’in zorlu hiyerarşisinde iki rakip olarak, Kışgörmez Ormanında gerçekleştirilecek büyük bir ritüeli gerçekleştirmek ve Szass Tam’in insanlık dışı amacına hizmet etmek adına adeta birbirleriyle yarışıyorlar. Sylora Salm’i tipik, harcanabilir bir kötü olarak görüyordum ben. Karakterin hikayesinden ya da geçmişinden çok fazla bahsedilmemiş. Biraz daha ayrıntılı anlatılabilirdi. Fakat buna rağmen, Sylora Salm’in Thay hiyerarşisindeki yerini düşünecek olursak, bekleneni tam olarak karşılayan bir kötü karakterdi.

Thay Büyücüleri (En Sağda Szass Tam’ı görüyorsunuz.)

Dahlia Sin’felle ise, kitapta okumanızı tercih ederek anlatmayacağım, oldukça kötü geçmişiyle karşımıza çıkıyor. Bir elf olarak Thay’e hizmet eden, oldukça cazibeli ve bir o kadar da tehlikeli bir Femme Fatale, hatta Salvatore’nin bol mübalağlı anlatımıyla birlikte, tam olarak bu tabiri birebir olarak karşılıyor. Başlangıçta Thay’e hizmet etse de, önce Jarlaxle’la birlikte yol alıp, Gauntlgrym’i buldukları esnada yavaş yavaş, çizgisini değiştirmeye başlıyor ve ardından Drizzt’le birlikte görüşlerinin değiştiğini görüyoruz. Dahlia bu kitaptaki asıl ana karakter diyebiliriz. Zaten kitabın kapağında, Drizzt’in dövüştüğü kişi de Dahlia’nın kendisi. Hatta, çift elle silah kullanmasa da, Drizzt’in dişi kopyası kadar abartılıyor diyebilirim.

Kitapta bir de, kitabın içerisinde kendilerine bolca yer edinen fakat ne amaçları, ne de geçmişlerinden ayrıntılı bahsedilen iki karakter daha var. Bunlardan biri, yeni Artemis Entreri diyebileceğimiz Gri Barrabus (Sadece Gri Barrabus, bir soyadı yok.) ve Herzgo Alegni adında, Netheril’li barbarlarıyla Kışgörmez Ormanını fethetmek isteyen bir Tiefling. Bu iki karakter kitapta fazlasıyla yer kaplamasına rağmen, kitabın sonunda neredeyse yoklar fakat bir sonraki kitapta önemli rol oynayacaklarını düşünüyorum.

Bir de, kitapta yer edinen ufak rolleri olan karakterler ve geçmişten dostlar görüyoruz. Bunlardan bazıları, Pwent, Gromph Beanre. Yeni karakterlerse; Valindra Gölgeörtüsü adında kocası Arklem Greeth’i yitirdikten sonra kafayı sıyırmış bir Liç, ki bu arada Arklem Greeth de bilindik bir Liç. Karı-koca Liç, ne kadar hoş. Valindra başlangıçta pek makul bir karakter gibi görünmese de, kitabın sonlarına doğru rüştünü ispat ediyor. Bu yüzden kitabın bitişiyle birlikte, Valindra gibi bir karakterin olmasından ötürü memnundum.

Thay’da sıradan bir gün.

Bir de, Ashmadai’ler mevcut. Ashmadai’ler Asmodeus’un Unutulmuş Diyarlarda üzerinde kurduğu gizli bir tarikat. Zamanında gizli bir örgüt olmasına rağmen, Asmodeus tanrı olduktan sonra inananı olarak, alenen ortalıkta geziyorlar artık. Ashmadai’lerin aptal moblar olarak ölüme sürüklenmeleri ve Thay’le ortak çalışan bilinçsiz kişiler olmaları beni rahatsız etti. Zira Asmodeus dediğiniz varlık, öyle basit bir varlık değil ve takipçilerinin de basit kişiler olarak, sırf ölmek adına ortaya sürülmeleri hoşuma gitmedi. Sadece Cehennemde Hesaplaşma yazımızda Asmodeus’un nasıl kurnaz ve zeki olduğunu görebilirsiniz. Ashmadai’ler ölmek ve Baator’a gitmek için oldukça hevesli fanatik tarikat üyeleri olarak tasvir edilmişler. Ben en azından, ciddi bir Ashmadai karakter görmeyi beklerdim. Beklentim karşılanmadı.

Edisyon Farklılığı Romanları Da Etkiledi

Kitabı okurken, bir 3.5 fanatiği olarak 5. Edition DM’i olan bir arkadaşla birlikteydim. Kitabı okurken, bir anda benim aklıma gelmeyen bir soru sordu. “Hangi Edition Romanı?” diye sorunca bir an afalladım. Unutulmuş Diyarlar romanları okumayı sevmemin en büyük sebebi, D&D oynayan biri olarak, romanlardaki karakterlerin yaptıkları her şeyi, D&D oyunlarından bilen biri olarak, direk anladığım için oldukça memnun oluyordum fakat bunda biraz şaşırmıştım. Biraz üzerine düşüp, hangi edition’da olduğunu anlamama yarayacak ipuçları aramaya başladım.

Ashmadai Tarikatı ve Asmodeus’un varlığını hesaba katınca, 3.5 Edition’da sadece bir Baator Arşidükü olan Asmodeus 4. Edition’da tanrılığını ilan ediyordu ve kitapta bolca Tiefling görmeye başladığımız bir dönemdeydik. 4. Edition’la birlikte Tiefling’ler canavarsı ırklar arasından sıyrılıp temel ırklar arasına katılmıştı. Salvatore de bu durumu kitapta; “Tieflingler artık şehirlerde ve diyarlarda rahatça geziyor ve dolaşıyorlar. Kendilerini diyarlara kabul ettirdiler.” olarak tanımlanmış. Bunun yanı sıra, en bariz etki de; D&D’nin kozmik olaylarındaki değişiklerdi. Kitaba konu olan Primordial’ın gelişi ve karakterler Gölge Diyarlarına girip çıkmalarının ardından, 4. Edition üzerine yazılmış bir roman olduğunu anladım.

Gauntlgrym imar planı.

Kimbilir, belki de ısmarlama bir roman olabilir. O dönemler 4. Edition’ın gelişi büyük bir yankı uyandırmıştı. Az sayıdaki bir zümre dışında, oldukça kötü tepkiler alan 4. edition’ı biraz daha sevdirebiliriz belki diye böyle bir seriye başlanılmış olabilir. Bilemiyorum tabi ama kitapların edition’lara göre şekillendiği de bir gerçek.

Uzun lafın kısası; Kışgörmez Destanı: Gauntlgrym geçmişteki romanların bir kopyası gibi başlasa da, sonrasında oldukça farklılaşıyor ve ana karakterlerimizin dışında birçok karakterle tanışmamıza imkan tanıyor. Üstelik yukarıda belirttiğim sebeplerden ötürü D&D oynuyorsanız, Edition’lar arasındaki farklılıkları ve bunları hikayesel olarak nasıl dönüştürdüklerini görmek için de iyi bir sebep. Kışgörmez Destanı: Kışgörmez adındaki ikinci kitaba, bugün başlıyorum. Onu da bitirince, haricen tanıtacağım.

Bu yazı, "İthaki Kütüphanesi" adlı yazı dizimizin bir parçasıdır.

Yorumlar