Profesör Moriarty – Peki Ya Sherlock Holmes Kötü Olsaydı?
Askerde olduğum süreç içerisinde bulduğum her şeyi okuduğum için, gittiğim küçük şehrin kitapçısındaki en makul seçeneklerden biriydi Profesör Moriarty. Elbette, karakter Sherlock Holmes’un baş düşmanı olsa da, kitabın yazarı Sir Arthur Conan Doyle değil. Kim Newman, ufak bir araştırmayla bakıldığında gazeteci, film eleştirmeni ve roman yazarı olarak karşımıza çıkıyor. Birçok ödüle adaylığı ve sahip olduğu çeşitli alanlarda ödülleri mevcut. İki kısa korku filminde adı geçiyor ve yaptığı diğer işlere bakıldığında bile, Profesör Moriarty romanında iyi işler çıkaracağı baştan belli.
Açıkçası ben, kendisiyle özdeşleşen karakterleri ve işleri olan yazarların, eserlerine bağlantılı bu yapımları, başkaları tarafından yazılarak devam ettirilmesini pek hoş bulmuyorum. Örneğin; Tolkien’den sonra oğlunun devam ettirdiği kitaplar vs. gibi. Onda hiç memnun kalmasam da, Kim Newman’ın yazdığı Profesör Moriarty kitabını okurken, başka bir Sherlock kitabını okumak dışında bir hisse kapılmadım.
Bu iyi bir şey mi, yoksa kötü bir şey mi bilemiyorum. Gelin, kısaca hikayeleri inceleyelim.
Sherlock Holmes’tan Daha Ayrıntılı
Ortalama kaynakçalarla birlikte, 303 sayfalık bir kitabı düşündüğümüzde, bu tarz bir Holmes kitabında yaklaşık 8-9 hikaye bulunurken, Moriarty’nin kitabında sadece 4 hikaye var. Bu benim gibi ayrıntılara takılan, ayrıntılı şeyler seven birisi için oldukça güzel fakat bazılarınızı sıkabilir diye düşünüyorum. Her hikayede bunu hissetmesem de, bazı hikayelerde, “E bu gereksiz bilgiler neden?” diye sormadan edemedim.
Kısaca hikayelerin içeriğinden bahsedeyim;
Vermillion’da Bir Ölüm
Bir giriş hikayesi olarak, yavaş başlayan ve basitçe çözülebilen klasik bir hikaye. Açıkçası Profesör Moriarty’nin yardımcısı, ya da bir başka deyişle Moriarty’nin Watson’ı diyebileceğimiz Basher Moran’ın Profesör Moriarty’i pohpohlaması, öforik anlatımı dışında hikayede ilgi çeken neredeyse hiçbir şey yok. Bu yüzden pek tatmin edici bir öykü diyemem, yine de kullandığı dil ve gelecekteki hikayelere temel oluşturmak için yazılmış gibi duruyor. Bu hikaye başlangıcında öğrendiklerinizle, diğer hikayelerde karşılaşabiliyorsunuz.
Belgravia’da Bir Rezalet
Açıkçası bu hikayede bulunduğu sıralama içerisinde, ilk baştaki aşırı abartılı anlatımdan sonra pek uygun bir yerde değil gibi. Bu bir miktar Spoiler olabilir. Profesör Moriarty’nin mükemmel bir suç dehası olmasından bahsedilip dursa da, ikinci hikayede bir kadın tarafından kandırıldığını görüyoruz. Hikaye geçmişteki Holmes eserlerinde bahsi geçen hayali ülke Belgravia’da geçiyor. Yazarın Conan Doyle’un kullandığı bölgeleri, şehirleri kullanmaları oldukça güzel bana göre.
Kızıl Gezegen Ligi
Sanırım hikayeler arasında en çok ilgimi çeken hikaye bu olmuştu. Başlangıçta ne olduğunu kavrasanız ve hikayenin sonunda pek şaşırmasanız da, hikaye sonunda güzel bir tatmine ulaşıyorsunuz. Bu hikayede Holmes eserlerinde bahsi geçen, bir “Astroit’in Dinamikleri” isimli bilimsel makaleye dair göndermeler ve Moriarty’nin zekasıyla dalga geçen bir kişinin başına gelen olayları görüyorsunuz.
D’urberville’lerin Köpeği
Bu hikaye de, Moriarty’nin Holmes’ten daha katı bir tutum sergilediği, metafiziksel olayların var olmayacağına dair bir başka güzelleme. En uzun ve en ayrıntılı hikaye sanırım bu idi. Çeşitli yerlerde, ana hikaye olarak kapakta ismi geçen hikaye de bu aslında ama ben bazı noktalarda gereksiz uzatılmış olduğunu düşünüyorum. Yine de, seri içerisindeki 4 hikaye arasında benim için ikinci sırada diyebilirim.
Daha ayrıntılı dediğim mevzuyu da kısaca açıklamam gerekirse; Basher Moran’ın ağdalı ve abartılı anlatımının da bunda bir etkisi olsa da, sanki yazar olayların önceden tahmin edilmesinden çok korktuğu için meseleleri fazla uzatıp, gereksiz başka ayrıntılar ekleyerek, okuyucunun dikkatini bölmeye çalışıyormuş gibi bir hava var. Elbette, Sherlock Holmes romanları okurken, aslında en başından beri Holmes’un bildiği ve bize hikayenin başında verilmeyen birçok ayrıntıyı hikaye sonunda Holmes’un açıklamalarıyla öğreniyorduk fakat Moriarty romanlarında Kim Newman bazı noktalarda bu durumu kotarırken, bazı noktalarda hiç beceremiyor diyebilirim.
Doktor Watson mı? Basher Moran mı?
Sürekli Holmes / Moriarty’den bahsedip duruyoruz fakat bu iki süper gücün bir başka ortak noktası da var. O da, kendi Sidekick’lerinin de birbirinin zıttı olması durumu. Açıkçası ben her zaman Doktor Watson’ı oldum olası, sıradan, vasıfsız bir adam olarak görmüşümdür. Her ne kadar Conan Doyle’un kendisiyle eşleştirdiği karakter olsa da, ben bir türlü sevemedim. Fakat, Moriarty’nin yardımcısı Basher Moran’ı çok sevdim diyebilirim.
Açıkçası, pek sevilecek bir yanı olmasa da, yaşadığı dönemdeki bir kötü adam örneği olarak Basher Moran oldukça iyi işlenmiş bir karakter. Tıpkı Erol Taş gibi, Basher Moran’ı sevmiyorsunuz ama sevmediğiniz bir kötü olduğu için gerçekten daha çok beğeniyorsunuz.
Kısaca bahsedecek olursam, Yüzbaşı Basher Moran Afganistan’da (Ne tesadüf değil mi?) savaşmış, daha sonrasında kişisel zevkleri için Hindistan’da egzotik hayvan avcılığı yapmış, çeşitli belalara bulaşmakta ve bunlardan sıyrılmakta usta, ara ara narsistik özellikler sergileyen ve Moriarty’den sadece korktuğu için ona saygı duyan, yer yer ondan nefret ettiğini açıkça dile getiren fakat bunu sesli bir şekilde yapmayacak derecede akıllı ve sözlerini, düşüncelerini, biz okuyuculardan hiç sakınmayan bir karakter.
Zaten hikayenin birçok noktasında, Profesör Moriarty’den çok Basher Moran’la karşılaşıyoruz. Moriarty genellikle olayları geriden takip edip, piyonlarına dilediğini yaptıran ve olayları arkadan kontrol etmeye seven bir satranç oyuncusu şeklinde tanıtılmış. Hemen hemen Sherlock Holmes’un sahip olduğu birçok özelliğe sahip olsa da, bunları pek sık kullandığı söylenemez. Örneğin, çok iyi kılık değiştirme becerisine sahip olsa da, çok nadiren kullandığını görürüz. Bu yüzden, gerçek bir pislik olan Basher Moran’la uzun uzun muhattap olacaksınız diyebilirim.
Kitapla ilgili aşırı ayrıntılı olmasa da, görüşlerim bu şekilde, bana göre elbette, birçok Sherlock Holmes romanı gibi çerezlik, güzel bir iş. Okurken tıpkı Sir Arthur Conan Doyle tarafından yazılmış bir roman okuyormuş hissine kapılıyorsunuz. Bu yüzden, yazarın bunu çok iyi taklit ettiğini yukarıda da belirtmiştim. Aynı hissiyatı, farklı bir perspektiften değerlendirmek isterseniz “Profesör Moriarty” sizin için iyi bir tercih olacaktır.