Apocalypse Now 1979 : Karanlığın Kalbi

“Kıyamet” olarak Türkçe’ye çevrilen 1979 yapımı “Appocalypse Now” filmi birçok otorite tarafından Francis Ford Cappola’nın veya herhangi bir yönetmenin savaş lekesinin insan ruhundaki etkilerini anlatan en iyi yapımı olarak bilinir. En iyi görüntü yönetmeni Akademi Ödülü dahil olmak üzere ulusal ve uluslararası alanda 21 ödül alan yapım beş ay olarak hedeflenen çekim süresini on dört ayı aşarak ancak tamamlayabilmiştir. Film aynı zamanda Joseph Conrad’ın 1899 yılında yazdığı “Karanlığın Kalbi” kitabının bir çeşit uyarlaması niteliğindedir. Ancak denebilir ki Cappola temellerini aldığı yapıtın üzerine kesinlikle yeni bir bina inşa etmiştir.

Film Hakkında Genel

Yüzbaşı Willard rolünde hayatının performansını ortaya koyan Martin Sheen’in yanı sıra, Albay Kurz rolünde Marlon Brando belki de savaş filmleri tarihinin en derinlikli kötüsünü oynamaktadır. Bunun dışında delirmenin ilk aşamalarındaki Albay Kilgore rolünde Robert Duvall diyebiliriz ki kendinden sonra benzer karakteri çizecek tüm yapımlara örnek bir karakter sunar. Kısa bir rolde gördüğümüz Harrison Ford ve film çekildiğinde henüz on dört yaşında olan Laurance Fisburne ise kesinlikle filmin süprizlerindendir.

Karanlığın Kalbi

Yapım, vahşet dolu bir savaşın insan ruhu üzerindeki etkilerini olabilecek en derin şekilde anlatmaktadır. Mitoloji, savaş ve insan psikolojisi kavramlarını birbirine bu kadar müsavi ve fakat varlıklarını ayrı ayrı hissettirerek anlatmak yedinci sanatta her zaman görebileceğiniz bir durum değildir. Tüm detaylardaki emeği görmek yönetmenin mükemmeliyetçiliğinden ileri gelir. Uzun bir film olan film süresini sonuna kadar kullanmaktadır. Zira her sahnede odaklanmak istediği farklı bir olgu ve sırtını dayandırdığı bir yolculuk bulunmaktadır. Bu dönemde yapılmış olsa dijitale getirilen altı bölümlük çarpıcı bir dizi olarak dönemini sarsması kuvvetle muhtemel olurdu. Bu sebeple itiraf etmek gerekir ki bir makale ile bu filmi incelemek, fikirleri ancak genel hatları ile anlatmak ile mümkün olmaktadır. Bir savaş coğrafyasında nehir üzerinde nihai hedefe ilerlenirken geçer filmin çoğu. Sadece bu noktadan bile meselenin gidilmek istenen yerde olacaklar değil, bu yolu kat etmenin insandaki etkisi üzerine olduğunu anlayabiliriz. Hedefe varıldığında, Kurz’un nasıl bu hale geldiği de teknedekilerin malumudur artık.

Film Hikayesi (Başlangıç)

Temelde bir yolculuk filmi olan Kıyamet, bir nehir üzerinde insanın en karanlık noktasına seyahat eden yüzbaşı Miller’ı konu alır. Miller’a verilen görev bellidir. Daha önce duyulmamış yöntemler uygulamaya başlayan ve bunlarla çevresinde hatırı sayılır bir topluluk kuran isyankar Albay Kurz’u, yani bu karanlığı yok etmek. Peki karanlık nedir? Nasıl var olmuştur? Ve en önemlisi Neden var olmuştur? Miller bu soruların hiçbirinin cevabını bilmeden ve dahası öğrenmeye de gerek duymadan bu yolculuğuna çıkmıştır. Çünkü kendisinin de deyimiyle, “Başka ne yapacaktı ki?”. Görev gelmeden önce Saygonda bir otel odasında savaş görev sonrası hiçlik içerisinde delilik çizgisinde yürürken ona bir görev haberi gelmesi, uyuşturucu krizindeki birine uyuşturucu verilmesi ile eşdeğer anlatılır. Evet, Onu bu hale sokan daha önce aldığı o görevlerdir. Ancak onu buradan kısa bir süreliğine de olsa çıkaracak olan yine bu savaştır. Bu yüzden eve dönmek isteyen acemi askerlere içinden de olsa “Dönülecek bir ev yok.” Demektedir.

Yolculuk boyunca Miller yukarıdaki üç sorudan bu kötülüğün önce neden var olduğunu sonra da nasıl var olduğunu anlar. Neden sorusunun cevabı basittir; “Hırs”. Bu savaşta ölen ya da öldürülen kimsede var olmayan bu hırs, üniforması ve ya takım elbisesi kirlenmemişlerden başkasında hiç yoktur. Oradaki kimse görevinden fazlası için orada değildir, görevinden fazlasını istiyor da değildir. Güç kavgaları, komünizm tehlikesi ve benzeri sebepler ne Vietnam köylüleri ne de Amerikan askerlerinin umurunda değildir.

Film Hikayesi (Derine)

Miller, savaşı zihninde inkar eden Albay Bill Kilgore. İle karşılaşır önce. Savaşan, ama bunu sanki günlik rutinleri olan bir ev işi gibi yapıp eğlencesini bozmayan bir adamdır Albay Kilgore . Albay ve askerleri neden orada olduklarını bilmezler. Bununla ilgilenmezler de. Çatışmanın ortasında sörf yapar, ölmek üzere olan bir Vietgonk’lu üzerinden askeri onur edebiyatı yapar (sözü bitince de umursamadan gider), akşamları ülkesindeki mangal akşamlarına benzer ortamlar oluşturur. Aslında tek istedikleri işlerini bitirip, hiçbir şey var olmamış gibi davranarak korumaya çalıştıkları ruhları ile evlerine ve sevdiklerine dönebilmektir. Ancak bu vahşet karşısında hiçbir şey olmamış gibi davranmak. İşte bu ruhun zedelendiğinin en önemli göstergesidir aslında. Yüzbaşı Miller bunu görür, ama üzerinde konuşmaktansa görevine odaklanmayı yeğler. Miller teknesiyle bir müddet sonra buradan ayrılır. Ve sanki cehennemin aşamaları gibi her uğradığı durakta derine indikçe cehennemin lorduna biraz daha yaklaşır.

Albay Kilgore

Albay Kilgore

Bir yerde müttefik Fransız askerleri ile karşılaşan grup onların sofrasına dâhil olur. Buradaki askerler orada nesillerdir yerleşmiş olan varlıklı bir aile ile birliktedirler. Kolonizasyon döneminin sonuna gelmiş olan Fransızlar için ayrı bir cehennem yaşanmaktadır. Onlar buraların yerlisi olduklarına kendilerini inandırmış bir soyun devamı gibidir. “Biz gitmeyeceğiz çünkü burası evimiz” demektedirler. Coğrafyadan sökülmelerini başlatan “Dien Bien Phu”muharebesinin nasıl kabul edemedikleri bir cehennem olduğuna sofrada şahit oluruz. Onların cehennemi de budur.  İstenmedikleri bir ülkeyi evleri sanmak…

Film Hikayesi (Nihayet)

İlerleyen sahnelerde ışıklı gecenin sonundan başlamak üzere vahşetin artık saklanamayacak derecede tüm ruhlara işlediğini görürsünüz. Öyle ki demir gibi bir psikolojisi olması beklenen askerlerin, içine sızan bir pas gibi dipten gelerek çürüdüklerine şahit olur Millard. Komutanı olmayan askerlerin bunun farkına varmaması ve şiddet, artık havanın bir külçe gibi ağırlaşmasına sebebiyet verir. Bu ülke insanları yutmuştur. Ve yutulan insanlar yutulduklarını gördükleri halde bunu anlayamazlar. İşte burada karanlık “Nasıl var oldu?” sorusunun da cevabını anlarız.

Yolculuğun sonunda artık insanüstü bir anlamda bulunan Albay Kurz ile karşılaşır Miller. Albay Kurz, bütün şiddetin içinde ve şiddet de Kurz’un içine sinmiştir. Artık vahşet, yapılması gerekenin yapılabilmesi için sıradan bir insanın göstermesi gereken metanet haline gelmiştir Kurz’un gözünde. “Bunca şiddet” diye kendine yaşanan ve yaşattığı acıların hatırlatmasını yaparken artık dönemeyeceğini bilir.

Cehenneme Girerken

Cehenneme Girerken

Sonuç

Karanlık Nedir? Karanlık, insanın yüreğinde yaşattığı dehşete rağmen bunun kötü olmadığına ikna olması demektir. Kabul etmediği kötülüğün kendine imkân bularak ruhunu işgal etmesi ve artık aydınlığa dair bir şeyin kalmaması demektir. Karanlığın içinde yeterince kaldığınızda yalnızca karanlıkta kalmazsınız, karanlık da sizin içinizde kalır. Artık siz önce devam eden çatışmada dalgaların sörf için ne kadar uygun olduğuna odaklanarak kötülüğün varlığını reddedersiniz. O çizgiyi aştığınızda ise yüzlerce çocuğun kolunu kesen canileri yaptıklarını yapabilme metanetini buldukları için anlar ve takdir eder hale gelirsiniz.

Albay Kurz

Albay Kurz

Kıyamet var olmayan bir mit değil. Ya da bilinmeyen ati bir tarihte torunlarımızın torunlarının başına gelmesini beklediğimiz bir şey değil sadece. Kıyametin provası bir yerlerde dönüyor. Albay Kurz’un karargâh duvarında yeni gelenleri selamladığı söz gibi “Mottomuz: Kıyamet Şimdi”

Film Notları

  • Plnalanandan çok uzun süren film yapımcılar için gerçekten bir sabır testine dönmüştür. Sırf bu sebepte 1991 yılında “Karanlığın Kalbi: Film yapımcılarının Kıyameti” adlı belgesele konu olmuştur.
  • Film, ABD’de Ulusal Film Kurulu tarafından.Ulusal Kütüphanede kültürel, tarihi ve estetik değerleri açısından korunması gereken filmler statüsüne alınarak 2000 yılında arşivlenmiştir.

“Sabahları Napalm Kokusunu Seviyorum…”

Bu yazı, "Ünlü Yönetmenlerden Sinema Klasikleri" adlı yazı dizimizin bir parçasıdır.

Yorumlar