Mad Max: Fury Road – “Kahraman”a Veda, Yeni Nesil Aksiyona Merhaba!

Dünya üzerinde yaşayan ölümlülerin Çorak Topraklar’ın sert ağabeyi Mad Max’i son defa görüşünden bu yana tam 30 koca yıl geçmiş! George A. Miller’ın yarattığı ve zamanında post apokaliptik mevzusunu, yeni nesil eğlence sinemasına en güzel biçimde sıvayan bu eşsiz seri; bugünün aksiyon sinemasının trendlerinin bir adım önüne geçerek yeniden izleyiciyle buluştu!

Türün kronik hayranları için bile post apokaliptik meselesine odaklı ve gereğinden fazla paradoksal eğlence sinemasının üzerine bir taş daha dikilebileceğine dair umutlarımız; türün her yeni örneğiyle birlikte biraz daha solmaya başlamıştı. Nihayetinde aynı filmi bir kaç defa izlemek yerine belli dönemlerde karşımıza çıkan, bol efektli toplumsal kıyamet sonrası gevelemelerini izlemek; kaçınılmaz olduğunu düşündüğümüz, yanı başımızdaki o ekolojik facialar için –eğlence odaklı da olsa hatırlatma işlevi görmeye devam etti.

madMax3

Mad Max üçlemesi söz konusu olduğunda da, kıyamet sonrası sineması açısından durumun farklı olduğunu söyleyemeyiz. Efsanevi ilk iki filmiyle hem karakterinin limitini kullanan hem de izleyiciyi karşı karşıya getirdiği çarpıcı kıyamet sonrası atmosferinden alabildiğine yararlanan Miller, üçüncü filminin varoluşçu kelamlarına rağmen, ilk iki filmin formunu yakalayamamakla suçlanmıştı (Sanıyorum ki bu sorun üçüncü filmlerin ortak kaderi olsa gerek; Bkz. David Fincher’ın yönettiği ve gösterime girdiği dönemde yerin dibine sokulan Alien 3).

2000’li yılların ardından, özellikle son 7 yıl içerisinde perdede türün hem en yaratıcı hem de en vasat altı ürünlerini bir arada gördük. Snowpiercer gibisinden 1980’li yılları kaynak alan fakat türün niteliklerini tek mekân içerisinde başarılı bir biçimde ortaya çıkarabilen yapımların yanı sıra The Rover gibi, eriyip giden medeniyetin ekolojik ya da büroktatik sorunlarını değil, bir grup hırsızın peşine takılan bir adamın öyküsüne eğilen “atın intikamı” minvalindeki çarpıcı ve (bu tabiri kullanmaktan gına gelmiş olsa da) stilize örneklerin de türün çehresini değiştirdiğini söyleyebiliriz. The Road gibi nihilist örneklerin yanı sıra Book of Eli gibi buram buram post apokaliptik dinler tarihi dersi niteliği taşıyan pek çok farklı koldan öykü de çıktı karşımıza. Aslında her biri kendi cenahına yaratıcı yaklaşımlar getirmeye çalışmışsa da temelde 1950’li yıllardaki hakim soğuk savaş paranoyası temelli kızıl korku mevhumunu temel alıyordu.

madMax2

Post apokaliptik mavrasını şimdilik burada bırakıp biraz da George Miller’a hal hatır soralım ne dersiniz? Miller çok ilginç bir yönetmen. Tıpkı Stephen Soderberg gibi çok farklı dallarda dans edip, bambaşka türlerde filmler yapmasına rağmen; Soderberg’in aksine elini attığı türlerin hemen hemen en iyilerine imzasını çakabiliyor. Çocukluğumuzda bir kısmımızı bunalıma sürükleyen Lorenzo’nun Yağı vurucu bir drama ya da yine çevresel felaketlere karşı öncü, didaktik fakat iyi niyetli bir uyarıcı olan Happy Feet animasyonunu vücuda getirmesi, filmografisini az ama öz filmlerle süsleyen Miller’ın çok yönlülüğünü özetler nitelikte. İşin ilginç tarafı ise; süreç içerisinde bu kadar farklı yapıma imza atmış olan ve yarattığı seriden 30 yıl gibi uzunca bir süre uzak kalan Miller’ın, Mad Max: Fury Road söz konusu olduğunda diri tutmayı başardığı coşkunun kaynağını tam olarak bilemememiz.

Yorumlar