Rogue One: Star Wars’un Kulak Memesi

Rogue One’ı izlerken düşündüğüm ilk şey, Star Wars hayranı olmanın bir ayrıcalık olduğuydu. Dayandığı mistisizm ve felsefe sizi dinginleştirir ve olgunlaştırır. İçerdiği ruhani yolculuğa kapılırsanız sizi o evrene ait hissettirir. Doğu mitoloji ve felsefelerinin sembolik temsilcisi Jedi Tarikatı’nın ve Sith Kültü’nün filmlerin içerisine yedirilişi hayranlık uyandırıcıdır. Sadece bu özelliğiyle değil sinema tarihindeki yeriyle de özeldir Star Wars. Seçtiği film düzeniyle ve karakterleri ele alış biçimiyle eşsizdir. Sıradanlaşmış kötü ve iyi karakter çatışmasını bambaşka bir düzleme taşımış ve biz seyircilere o düzlemin varlığını inandırmıştır. Sadece bu çatışmaya olan inancı sağlamakla kalmıyor. Aynı zamanda “çok uzun zaman önce, çok uzak bir galakside” başlangıcı anlatılanların fantastikliğine gerçekçilik katarak hikayeyi daha da zengin kılar.

Star Wars. hem popüler kültür ögesi olup hem de bir o kadar alt kültüre hitap edebilmiş sayılı serilerdendir. 9 film olarak planlanan bu şaheser, hikayenin en can alıcı, en heyecanlı yerinden başlayıp bizleri mest etmiştir. Daha sonrasında ise, o heyecanı yaratan üçlemenin öncesindeki politik yansımaların ve karakter derinliklerinin gösterimini aktarmıştır. Geçtiğimiz yıl ise heyecanı bittiği yerin devamında neler olduğuna dair kısımları anlatmaya yeltenmiş ve zayıf bir başlangıç yapmıştı. Böylesine devasa bir serinin kurduğu evren içerisinde bu 9 filme sığmayan derinlikte hikaye unsurları ortaya çıkması aşikar. İşte Star Wars’un kulak memesi kıvamındaki ara hikayelerinden birinin film olarak bizlere aktarılan unsurunun incelemesine hoş geldiniz.

Cümle çok uzun olduysa beni affedin ama Rogue One’ı başka türlü tanımlayamazdım. Onu bu şekilde aktarmamın sebebini detaylandıracağım, fakat her şeyden önce ortalıkta dolaşan bir yanlış anlaşılmayı çözmemiz gerekiyor (Yazar burada kişiselleşecek. Dİkkat!). Star Wars filmlerinin en iyisi her zaman 5’inci film “The Empire Strikes Back” olarak kalacak. Film tarihinin en şok edici plot twistiyle, görsel efektiyle, kurgusuyla ve en başarılı devam filmi olmasıyla hiçbir zaman bu tahtı başkasına kaptıracağını düşünmüyorum. Ama şimdi sırada bir çok kişinin bu günlerde 5’inci filmi de geçip “En iyi Star Wars Filmi” olarak iddia ettiği filmi inceleyelim. Zira 5’inci filmi geçememiş ama “En iyi ikinci Star Wars filmi” diyebileceğim bir filmle karşı karşıyayız. Yani sakin olun bu bir yerme değil güzelleme yazısı. Yazının devamı spoiler doludur. Haberiniz olsun.

Rogue One’ın Star Wars’taki Yeri

Rogue One daha öncede bahsettiğim gibi, 9 filmlik ana hikayenin devamlılığındaki detay bir noktayı ele alan ilk film. Her şeyi başlatan film “A New Hope”da Luke Skywalker’ın galaksi için yeni bir umut olmasına vesile olan o egzoz borusuna yaptığı atışın arka planını bu filmde görüyoruz. Muazzam büyüklükteki Ölüm yıldızını ve onun planlarının Asilerin eline nasıl geçtiğini “görsel” olarak ilk kez aktaran bu eserin seride özel bir yeri olacağı kesin. Hem görsellik olarak 7’nci film minvalinde bir iş ortaya çıkmış hem de hikayenin şimdiye kadar gösterilmeyen ve sadece Star Wars’la özdeşleşmiş bir unsur olan “kayan yazı”da anlatılan bir iki cümlenin koskoca 2 saatlik filmini çekmiş Gareth Edwards. Onu cesaretinden ve başarılı işinden dolayı kutluyorum.

Seri açısından ara filmlerin ve onları çeken yönetmenlerin öneminin anlaşıldığı bir film olduğunu da söylemek isterim. Bundan sonra geleceği teyit edilmiş bir Han Solo filmi ve tam olarak resmiyet kazanmasa da Sarlacc macerasının anlatılmasını beklediğim Boba Fett’in filmi, bu konuda Rogue One’ı örnek alırlarsa başarıya ulaşacaktır. Özellikle benim gibi küçük yaşlardan Star Wars kitaplarıyla kafanızda canlanan bu evren, artık görsel olarak da bizlere sunulmaya karar verilmiş gibi gözüküyor. Rogue One’da ele alınan veya ucundan değinilen konuların neredeyse tamamı ana filmlerde gösterilmeyen kısımları doldurmaya yönelik adımlar. E hal böyle olunca da, X-Wing’lerin kara saldırısında kullanılmasından tutun, U-Wing’lerin bombardımanına kadar daha önce Expanded Universe olarak adlandırılan mecrada yer bulmuş ama resmi olarak açıklanmayan bir çok şey bu filmle resmiyet kazanmış durumda ve diğer gelecek filmlerle de daha bir çoğu resmiyet kazanacak gibi görünüyor.

Yukarıda anlattığım bizi bekleyen sürprizler ve Rogue One’daki hikaye anlatım tarzı aslında 7’nci. Bölüme başlarken JJ Abrams’ın ne kadar vizyonsuz işe koyulduğunu bize kanıtlar nitelikte.  Abrams, bizlere 4’üncü ve 5’inci filmlerin en güzel gelen taraflarını biraz değiştirip modernize etmiş ve ortaya görsel olarak mükemmel duran fakat hikaye olarak öyle ahım şahım olmayan bir film ortaya çıkarmıştı. “The Force Awakens”ın BB-8’in sempatikliği, Kylo Ren’in maskeli hali ve Blaster Shot’ı havada tutması (ki sonrasında Force’un F’sini bilmeyen Rey’e yenilmesini umarım daha sonra açıklarlar yoksa ağır küfür ederim) gibi Star Wars’a yakışır şeyleri içermesi haricinde vasat bir film olduğunu söyleyebiliriz. Rogue One’da ise bunun gibi bir çok güzel sahneye ek olarak kurgu, mekan seçimi, karakterleri ele alış, hikayedeki yerinin bilinmesi gibi pek çok filme artı kazandıran öge bulunuyor. Bu da 7’nci filmin eksiklerinin neler olduğu ve nasıl kapatılması gerektiğini gösteren bir kılavuz niteliğini kazandırıyor filme.

Yorumlar