Yabani #7 – Vigilante Sardı Dört Bir Yanı

Satıldığı yerlerde kopyasını bulamadığım Yabani’nin bir başka sayısını inceleyebilmek beni mutlu ediyor. Aylık takip ettiğim mecmualar arasında cidden gidip sorup, alıp eve getirmeye değer en iyi çalışmalar arasında. Yabani geride bıraktığımız sayılar süresince büyüyen ve genişleyen bir yapım oldu.

Ha ama incelemeye başlamadan önce bu ay Yabani’yle ilgili bir konudan bahsetmek istiyorum. Geçenlerde Devrim Kunter’in paylaştığı bir anketi ve soruyu gördüm. Sorulan soru, inceleme yaparken eleştiride bir sınır olmalı mı? Yabani’yi düzenli olarak takip edip, Kahramangiller’de incelemesini yazdığım için iki kelam etmek isterim. Eleştiri her zaman kötü olacak diye bir şey yok. Çoğu zaman yazarken beğenmediğim yerleri belirtiyorum fakat bunun bir adabı var. Eğer biz bu sektörün ülkede gelişmesini istiyorsak, yapıcı eleştiri yapmamız gerek. Kahramangiller’de yazmaya başladığımdan beri özellikle dikkat ettiğim şey, bir şeyi beğenmediğiysem bunun nedenini açıklamak. Ama şunu da düşünüyorum; nedeni açıklarken de çok sert olmamak lazım. Lafı daha da uzatmadan, incelememize geçelim.

Kara Zeybek (Devrim Kunter/Yarkın Sarkaya)

Devrim Kunter’in tek seferlik çizgi öykülerinde işlediği ülkemizin kültürü, toplumumuzun tavrı ve insan psikolojisi üzerine düşünmeye sevk eden çalışmalar oluyor. Sıkı Yabani takipçileri “Hızır ve Ejderha” hikayesini hatırlayacaktır. Hikayeyi okuduktan sonra size şu yazıyı önereceğim, üzerine düşünülmesi gereken bir konu.

Kara Zeybek karakteri doğrudan Kara Şövalye filmine yapılmış bir gönderme. Sonunda polisin dediklerinden de çıkarmadıysanız… muhtemelen filmi izlememişsinizdir. Çizimlerde, ünlü Batman giyinme sahnesine de gönderme yapılmış. Kara Zeybek’in bir başka benzediği karakterse Robert De Niro’nun canlandırdığı Taxi Driver‘daki Travis. Bunu zaten yine yazarın kendisi belirtmiş.

Genellikle böyle yaratıcı fikirler olduğunda devamını isterim ama Kara Zeybek biraz kan dondurucu bir karakter, o yüzden şöyle bi köşede, karanlık bir köşede kalsın… başımıza musallat olmasın.

Cogito (Tevfik Uyar/Onur Akkiriş)

Felsefi alt metni ve bilimkurgunun harmanlandığı “Cogito” hikayesi, bu sayının en öne çıkan çalışması olabilir. “2016’da Descartes felsefesi mi kaldı?” diyebilirsiniz belki, neticede varoluşçuluk, Freud ve Lacan gibi psikoanaliz üstatları geldi geçti, psikiyatri ilerledi… Carl Jung prensipleri üzerine tartışıldı falan. Zengin içeriğiyle kesinlikle bu sayının okunması gereken hikayesi, “Cogito”.

Cogito kelime anlamıyla “düşünme üzerinden varlık kanıtı” olarak çevrilebilir. Aynı tema bu yılın “Soma” adlı korku oyununda da işlendi. İnsanların kişilikleri veri olarak bilgisayara aktarıldığında bilinç oluşur mu? Kişisel olarak ben oluşmayacağını düşünüyorum, yani aslında hikayede verilen idam olmayan idam cezası, baya baya suçluları öldürmekte. Aslında biz insanlar olarak kendimizi avutuyoruz ki bi yerde bunu Avukat Hanım’ın kendisi de söylüyor. Verilen cezaların amacı, suçluyu cezalandırmak değil, zarar görenleri avutmak diyor, biz de insanlar olarak kendimizi kandırırız olayına çıkıyor mesaj.

Azıcık da olsa lise felsefesi hatırlıyorsanız veya az buçuk bu konuda bir şeyler bilip, fikir sahibiyseniz, “Cogito”dan inanılmaz zevk alacaksınız. Yazarın dili de son derece sade ve akıcı, okurken hiç kayıp hissetmedim. Onur Akkiriş’in çizimi de son derece gotik ve hikayenin ruhuna uyan bir çalışma, Mike Mignola’nın kalemine benzettim, çalışmalarını daha sık görmek umuduyla.

Akbaba Şehri (Kadir Özen/Bora Örçal)

İçimin biraz yağları eridi desem, yerinde olacaktır. “Akbaba Şehri” ilk bölümünü hatırlarsanız bu mekanik robotların içindekiler, yağmacı olarak gördükleri çapulculara “biraz sert” çıkmıştı. Yine onlara karşı ellerindeki gücü hor kullanırken, bu sefer işler tersine dönüyor.

Scarab veya Kefer ya da hikayede bahsedildiği üzere bok böcekleri, sevdiğim sayılı böcek türleri arasında, onlara böyle bir gönderme yapılması da hoşuma gitti. Antik Mısır mitolojisiyle ilgileniyorsanız bir bakmanızda fayda var. Hikayede çöl ortamında geçiyor, bunların bağdaşmaması imkansız.

Geçen bölümle karşılaştırdığımızda, seri bize henüz ortamı tanıtmakta. Kıyamet sonrası hikayeleri seviyorsanız, takip etmeye devam edin. Atmosferini Fallout ile benzetmektense doğrudan Mad Max’in 2. ve 3. filmine daha çok benzediği kanaatindeyim.

Çöl (Demokan Atasoy/A. Gökhan Gültekin)

Geçen sayılarda başlamış olan Yolcu hikayesinin devamı. Açıkçası konu olarak neye bağlanacak diye beklerken böyle bir bölüm okumak beni hayal kırıklığına uğrattı. Aylık olarak yayınlanan bir dergide, kısıtlı bir yere sahipken bu kadar uzun tasvirler yapılıp, okuduktan sonra okuyucuya gelecek bölüm için bir merak duygusu uyandırmıyor ne yazık ki. Bunun nedeni konudansa, Targu ve Kambur karakterlerine bağlanmak adına bir nokta bulunamaması. Bu eleştiriyi önceki incelemelerde yapmıştım diye hatırlıyorum.

Gökhan Gültekin’in çizimi ise hikayeyi okumak için gereken enerjiyi sağlayan çalışma oldu. Şöyle bi bakınca “acaba bu bölümde nereye geldiler, bu adam kim ve neler olacak?” diye düşündüm. Ama ne yazık ki sadece geldikleriyle kaldık. Bari bi isim, bi cümle olsaydı da hikaye ilerleseydi. En azından bir sayfa daha bekliyordum ben. Bakalım umarım seri gelecek sayılarda okuyucunun dikkatini toplamayı başarır.

Bu yazı, "Yabani Dergi Tanıtımları" adlı yazı dizimizin bir parçasıdır.

Yorumlar