Dizi Dizi İnciyiz, Bu Aralar Çinliyiz!

Zaman içinde insanın zevkleri ve ilgi alanları değişir, çeşitlenir derler ya; bendeki en belirgin değişim de bir zamanlar nefret ettiğimi sandığım uzak doğu filmlerine ve özellikle de dizilerine karşı son zamanlarda geliştirdiğim ilgi olmalı. On dört yaşımda izlediğim bir Çin filminin beni uzun süre bu tarz yapımlardan uzak tuttuğu bir gerçek. Film kötü müydü? Hayır, tersine bugün olsa bayıla bayıla izleyeceğime eminim. Aklımda kalan en çarpıcı sahnesi, suikastçılar tarafından çembere alınan bir kahramanın, adamlar kılıçlarını saplamak için hamle yaptıklarında, bir qinggong numarası ile zıplayıp ortada birleşen kılıçların üstüne konarak kendi etrafında dönüp adamların boğazlarını kesmesiydi. O zaman neden bu kadar gerildiğimi hatırlamıyorum, tahminen fazlasıyla kullanılan kan rahatsız etmiş olmalı.

Yıllar sonra tesadüfen karşıma çıkan bir Kore korku filmiyle değişti her şey. I Saw The Devil benim için bir dönüm noktasıydı. Bedeviled, Old Boy ve sonrasında Vengeance serisinin diğer filmleri derken bir de baktım ki bir daha içinden çıkamayacağım bir dünyaya dalmışım. Filmler yetmedi, Kore dizilerine sardım. Devamında Çin film ve dizilerine geçtim. Şimdi artık bunlar da yetmediği için bu hastalık İngilizceye çevrilmiş Çince kitaplara, oradan da eğer çevrilmemiş ise Google çeviri ile okuma çabasına ilerlemiş vaziyette.

Bunun en büyük sebebi de bu dizi ve filmlerin çoğunun kitaplardan beslenmesi. Ayrıca bu tutku sayesinde kültürlerini tanımak bir yana biraz Korece, biraz da Çince anlamaya başladım. Bitti mi? Bitmedi… Bu dilleri öğrenmek de benim için başlı başına bir hobi haline geldi. Haliyle yavaş ilerliyor. Korecem daha iyi ama Çincenin kolayını henüz bulamadım. Özür dilerim ve öldür gibi basit kelimelerden öteye geçemedim. Ölmeden önce tam bir cümle kurmayı hayal ediyorum.

Dağılmadan konumuza dönelim; kısaca, yakın zamanda bu illetten kurtulacağımı sanmam. Eh, madem kurtulamıyorum, hastalığı sizlere de bulaştırayım dedim. Hiç olmazsa bu çılgınlığın içinde yalnız kalmam. Bana dua mı edersiniz beddua mı bilemem ama bir kere başlarsanız kurtuluşunuz zor, uyarayım.

Neleri Tavsiye Edeceğim?

Öncelikle şunu söylemeliyim; muhakkak ki çıkan her diziyi veya filmi seyretmiyorum. Mesleğim ve merakım gereği doğal olarak en başta korku olmak üzere, gerilim, tarihi veya fantastik eserler daha çok ilgimi çekiyor. Uzak doğu iyi korku, gerilim filmi yapıyor. Kabul edelim. En korkutan film sorulduğunda cevabın sıklıkla The Ring (Halka) olması sanırım bu çıkarımın hakkını veriyor.

Tarihi ve fantastik yapımlara gelince. Özellikle Çin’in tarihi yapımları genel olarak çok iyi. Tarihlerini iyi biliyorlar ve bunu ustalıkla kullanıyorlar. Uzak doğuda bir gelenek, yaşam biçimi ve miras sayılan dövüş sanatları da, kültürlerinin bir uzantısı olduğu için, tarihi ve fantastik yapımların olmazsa olmazı. Görsel bir şölene dönüşen sahnelerde estetik birinci planda. Teknik ile şiirselliği harmanlıyorlar. Bu yüzen filmdeki en basit dövüş sahnesi bile bazen görsel bir şölene dönüşebiliyor. Sadece dövüş sahnesi değil elbette, tarihi ve fantastik yapımlarda, özellikle de kaliteli olanlarda sahneler resimden fırlamış gibi. Eğer bir parça Çin resim sanatına ve şiirine aşina iseniz, kolayca fark edebilirsiniz. Bu noktada Çinlilerin estetik tarzını Amerika ve Avrupa’ya taşıdıklarını söyleyecek kadar ileri gidebilirim. Eski yapımları da seyrettiğim için, bu tür yapımlarda dünya çapındaki eğilimi ve değişimi görmek zor değil.

Çinlilerin mitolojiyi ve fantastik öğeleri ne kadar çok sevdiği düşünülürse, bu tür dizi sayısı hiç de azımsanacak gibi değil. Kimi epey kaliteli iken, hikaye güzel olsa da, kimisi maalesef kalite anlamında yerlerde sürünüyor. Böyle durumlarda bile hikaye hatırına sonuna kadar dayandığım oluyor. Her halükarda kazanan ben oluyorum çünkü işlediği konu veya kullandığı fantastik bir öğe beni araştırmaya itiyor ve hayal gücümü besliyor. Farklı bir inanışı, mitolojiyi ve toplum dinamiklerini deneyimlerken, alışık olduğum düşlem çerçevesinden dışarı çıkıp yabancısı olduğum kurgularla yüzleşiyorum ki bunun taze bir nefes gibi geldiğini söylemeden geçemeyeceğim.

Tarihi ve fantastik Çin dizileri hakkında bir inceleme yazman epeydir zihnimin bir köşesindeydi ancak hemen kaleme sarılmak yerine biraz olgunlaşmasını bekledim. Bu bekleyiş biraz da yazmaya başladığımda tam olarak neden bahsetmek istediğime karar veremememdendi. Mitolojiden? Tarihten? Fantastik öğelerinden? Dövüş sanatlarından? Saray entrikalarından? Hangisinden başlamalıydım? Bu zor bir seçimdi çünkü tarihi ve/veya fantastik çoğu dizi yukarıda saydığım öğelerin neredeyse tamamını kapsıyor ve ayırmak inanın çok zor. Dolayısıyla, en baştaki ‘otopsi’ düşüncemi bir kenara atıp dizi dünyasına genel bir bakış attıktan sonra öne çıkan örneklerle önemli öğelerin altını çizmeye karar verdim.

O Zaman Başlayalım; Diziler…

Filmler hayatımızın ne kadar içindeyse diziler de bir o kadar vazgeçilmez bizim için. Çocukluğumuzdan itibaren çizgi dizilerle başlarız bu alışkanlığa. Yaşımız ilerleyip ilgi alanlarımız değiştikçe seyrettiğimiz dizilerin de türü değişir, ama alışkanlık hala oradadır. Bu benim için Heidi ile başlayan, Hitchcock Sunar ve Alacakaranlık kuşağı ile devam eden sonrasında X-Files ile gelişen bir tutkuydu diyebilirim. Nereden nereye gelmiş, ben bile şaşıyorum.

İngiliz, Amerikan dizileri elbette ilk önümüze sunulanlar, hele ki Lost dizisinin yeni bir dönem açtığını kabul etmek gerekir. Dizi seyretmenin bir ihtiyaçtan çılgınlığa dönüşmesi ve neredeyse prestij meselesi haline gelmesi Lost ile başlamıştır. Bir süre piyasa sıkıntıya girmiş ve dizlerin sayısı yarı yarıya düşmüş olsa bile bugün insana ne seyredeceğini şaşırtan bir hızla üretmeye devam etmektedir. Lost ayrıca dizi dünyasını değişmeye, gelişmeye ve daha çok para harcamaya da zorlamıştır. Bugün seyrettiğimiz dizilerin senaryo, sinematik, kostüm, aktör ve FX kalitelerine bakacak olursak değişimi rahatça görebiliriz. Artık neredeyse dizi değil de çok bölümlü sinema film seyreder gibiyiz. Önümüzde artık bambaşka bir sektör var.

Dizi üreten diğer ülkeler de haklı olarak bu kaliteyi takip etmeye çalışıyor ama pek çoğunun özellikle üretim hızı karşısında çaresiz kaldığını da söylemek gerek. Kalite ve sayı ne yazık ki sektörlerinin yetersizliğinden dolayı tutmuyor. O yüzden bu durumdaki ülkeler de yarışmaya başka kanaldan devam ediyor. Kendilerine bir izleyici kitlesi belirliyorlar ve çıkardıkları profile göre bir formül üzerinden üretmeye devam ediyorlar. Örnek olarak Brezilya dizileri verilebilir. Bir zamanları özellikle ev hanımları için vazgeçilmez olan bu diziler hala aynı formülden devam ediyor. Pembe dizi olarak adlandırılan Köle Isaura 70’li yolların sonuna damgasını vurmuş ve benzerleri günümüze kadar onu takip etmiştir.

İngiliz dizileri ister tarihi ister fantastik ister polisiye olsun, kaliteyi asla elden bırakmaz. Sayıdan çok kaliteye odaklanan, entelektüel kesimi boşlamayan ve iz bırakacak diziler yapmayı tercih eden bir ülkedir. Bugün geldiği noktada imza attığı Doctor Who, Black Mirror, Sherlock gibi yapımlar da bu özenin sonucudur.

Görünüşe göre İspanyol ve Fransız dizileri de sayıdan çok kaliteye odaklanmayı tercih ediyor. La Casa De Papel, La Mante gibi diziler gözden kaçacak gibi değil. Almanya’dan Dark ve Danimarka’dan Rain gibi diziler de seyretmeye değer diğer yapımlar.

Konuyu çok dağıtmadan gelelim Uzak doğu dizilerine. Belki şaşıracaksınız ama Tayland dizileri pembe dizi konusunda en az Brezilya kadar başarılı. Yapım sayısı inanılacak gibi değil ve her ne kadar bizim ülkemizde bir furya oluşturmamış olsa da dünya çapında bilinen bir sektör. Hele Lakorn denilen bir türü var ki evlere şenlik. Trajedinin kökünü çıkarıyorlar.

Tayvan ise çoğunlukla romantizme ve günümüz gençliğine odaklanmayı tercih ediyor. Ülkemizde de bu dizilerin takipçisi tahmin edemeyeceğiniz kadar çok.

Furya deyince geliyoruz esas konuya. Kore dizileri… Bir dönem rakip tanımayan, şimdilerde ise atağa geçen Çin ile başa baş mücadele eden Kore tam anlamıyla bir dizi fabrikası. Hedef kitlelerini iyi belirleyip ayırmışlar ve her bir kitle için belirlenmiş formüller üzerinden çekiyorlar dizileri. Ev hanımları için 120 bölümlük pembe diziler, gençler için 16-24 bölümlük romantik, k-pop ve okul dizileri. Gerilim/ Polisiye meraklıları için 12-20 bölüm çektikleri gizem bombaları gibi. Bir de tarihi ve fantastik dizileri var ki bunlar da genelde 40 bölümü geçmiyor. Son zamanlarda özellikle kaliteli, sağlam hikayeleri olan yapımlar bunlar. Tarihi dizileri bize hiç de yabancı değil aslında. The Legend, Jumong, De Jang Geum gibi pek çoğu Türk televizyonlarında öteden beri gösteriliyor. İşin aslı Saray Entrikası denen şeyi de bu dizilerden öğrendik. Ki bu da bizi Çin dizilerine getiriyor çünkü bu konunun erbabı Çin’dir.

Çin dizilerden ağırlıklı olarak hangi öğeyi işlediklerine göre bölerek bahsedeceğim çünkü kesin bir çizgi çekmek zor. Ama en azından şunu söyleyebiliriz bunların tamamı kostüm drama olarak bilinen tarihi ve veya hayali zaman ve coğrafyalarda geçen kurgular. Modern zamanlarda geçen dizileri de var ve bazıları hiç de fena değil ama bunlar tam olarak benim ilgi alanım olmadığından oraya girmeyeceğim.

Yorumlar