Dünya Dışı Yaşam Arayışı Bölüm 2 – Fermi Paradoksu ve Büyük Filtre
Önceki yazımızda Drake Denklemi ile Samanyolu Galaksimizdeki tahmini medeniyetlerin sayısına ve Kardashev Ölçeği’ne göre medeniyetlerin nasıl sınıflandırıldığına göz atmıştık. Bu yazımızda, Dünya dışı yaşam arayışında bir diğer öneme sahip olan iki farklı terimden bahsedeceğiz.
Fermi Paradoksu
Esasında tam anlamı ile bir paradoks olmasa da o şekilde isimlendirilen bu durum, Enrico Fermi’nin “Eğer uzaylılar var ise şimdiye kadar gelmiş olmaları gerekirdi” şeklindeki söylemine dayanmaktadır.
Öyle ya, sadece Samanyolu Galaksimizde binlerce gelişmiş medeniyet var ise bu güne kadar neden onlarla karşılaşmadık?
Tabi bazı araştırmacılar ya da teorisyenler, bu karşılaşmaların daha önce defalarca yaşandığını iddia ediyorlar. Mısır Piramitlerinden Bermuda Şeytan üçgenine, mağara duvarlarındaki çizimlerden Rönesans dönemi tablolarına, askeri üslerde saklanan ufolardan yakın dönemde çekilmiş fotolara kadar sayısız kanıt olduğunu öne sürenler mevcut. Bu düşünceye göre daha fazla kanıta ihtiyaç duyulmamalı.
Lakin, bütün bu “sözde” kanıtlara rağmen bilim dünyasının üzerinde mutabık kaldığı net bir “bilimsel kanıt” henüz bulunmamıştır. Fotoğraflar üzerinde oynamalar olduğu düşünülüyor, piramitler ve bermuda konularında yeni ve bilimsel açıklamalar getirildi, eski çizimlerin sadece ufolara değil pek çok şeye benzetilebileceği düşünülüyor vs…
Netice itibarı ile Dünya uygarlığı henüz resmi olarak bırakın başka bir medeniyeti, başka bir yaşam formunu bile (bakteriler dahil) henüz tanımadı ve bilimsel olarak kanıtlamadı. Bizim de yazılarda gideceğimiz yol, bunun uzantısı olacak. Antik ufolardan, kutsal kitaplardaki varlıkların uzaylı olduğu teorilerinden, kaçırılma hikayelerinden vs şimdilik bahsetmeyeceğiz.
Konuya geri dönersek; Fermi Paradoksu gün geçtikçe daha da güçlenen bir durum. Telekoplarımızın gücü artıyor, gözlemleyebildiğimiz evren daha da büyüyor, çok daha fazla yıldızı araştırmayı başarıyoruz hatta son yıllarda ilk defa Güneş Sistemi dışındaki gezegenler gerçekten saptandı. Ondan öncesinde diğer yıldızların da “gezegen sistemleri olduğu” düşünülüyordu ancak henüz saptanan başka bir gezegen yoktu.
Tabi Dünya’dan yaydığımız radyo/tv sinyalleri de 80 yıl civarı bir süredir uzayda yol almaya devam ediyor. Bu da, eğer çok istisna teknolojiler yoksa Dünya’mızın 80 ışık yılı etrafındaki medeniyetler tarafından saptanabilir olmamıza neden oluyor. Ancak halen ne gelen ne de giden var. Arada “gökyüzünde ışıklar gördük” ya da “beni kaçırdılar” gibi haberler dışında bilimsel dayanağı olan bir kanıt ortaya çıkmıyor.
Büyük Filtre Teorisi
Tam bu noktada önemli bir terim karşımıza çıkıyor. Büyük Filtre teorisi, temelde “uzaylı yaşam formlarının belli bir gelişmişlik seviyesinin ötesine geçememesini sağlayan nedenler” olarak açıklanabilir. Yani canlı yaşam formları bir nedenden dolayı belli bir gelişmişlik seviyesini yakalayamıyor olabilirler.
Peki Büyük Filtre tam olarak nedir?
Açıkçası bunu bilmiyoruz. İşin daha da kötüsü Büyük Filtre’nin neresinde olduğumuzu da bilmiyoruz. Bazı Büyük Filtre tahminleri var. Örneğin Büyük Filtre, abiyogenez yani cansız materyalin canlılık kazanması olabilir.
Dünya’da ilk yaşamın deniz altındaki volkan bacaları civarında oluştuğu düşünülüyor. Eğer bu şart “oluşmazsa abiyogenez olmayacak, yani tek hücreli ilk canlı yaşam formları ortaya çıkmayacak” ise Büyük Filtre budur. Ve başka gezegenlerde yeterince su yoksa, bu suyun içinde gerekli organik materyaller bulunmuyor ise, sıcaklık / basınç / yer çekimi uygun şekillerde değilse yaşam hiç başlamayabilir.
İnce Ancak Önemli Bir Detay – Goldilocks Bölgesi
Tam bu noktada ufak bir başlığı da Goldilocks Bölgesi konusuna açmak istiyorum. Ünlü “Goldilocks ve 3 Ayı” masalından adını alır. Buna göre Goldilocks, baba-anne-çocuk ayının olduğu bir eve girer. Birinin kabından yemek yer, diğerinin sandalyesini oturur ancak ağır gelir, bir diğerinin de yatağını uyumak için kullanır. Ayı ailesi de evlerine giren kişinin aşağı yukarı ne büyüklükte olduğunu anlarlar.
Astronomide Goldilocks Bölgesi ise, gezegenlerin yıldızlarına tam ideal mesafe aralığında olmasına işaret eder. Fakat bu ideal mesafe nedir?
Özetle ideal mesafe yani Goldilocks Bölgesi, gezegendeki suyun buharlaşıp uçacak kadar sıcak olmadığı ancak donup buz haline gelecek kadar da soğuk olmadığı mesafe aralığıdır. Kısacası “suyun, sıvı olarak bulunabileceği” gezegenler Goldilocks Bölgesi içinde sayılırlar. Güneş Sistemi içinde sadece Dünya bu bölge içindedir. Venüs ve Mars ise bu bölgeye yakındırlar ancak az farkla dışında kalırlar. Fakat ilerleyen milyon yıllarda Güneş, genişleyip büyüdüğü zamanda Dünya bu bölgeden çıkacak ve yerine Mars, Goldilocks Bölgesinde kalacaktır.
Gezegenlerin, yıldızlarına mesafesi çok önemli olsa da Büyük Filtre bambaşka bir şey de olabilir. Gelin olasılıklara bir göz atalım:
1- Büyük Filtre Arkamızda Kaldı (Biz Nadir Bir Türüz)
Evet, büyük filtre abiyogenez ise onu geçtik. Belki de büyük filtre, karmaşık yaşam formlarının sudan karaya geçmesiydi ve bunu da arkamızda bıraktık. Zira su altında yaşayan ırkların hiç bir zaman ateşi keşfedemeyeceği ve teknolojik bir medeniyet geliştiremeyecekleri öngörülüyor. Benzer şekilde su altındaki yaşam formlarının insan eli gibi kompleks bir organ geliştirmesinin zor olduğu düşünülüyor. Dikkat ederseniz balıklarda genelde perdeli eklemler mevcut, parmak şeklinde bir yapıları bulunmuyor.
Bir başka ihtimal de karasal yaşam formları arasında çok hakim ancak teknolojik uygarlık kuracak zekaya sahip olmayan bir türün olması. Dünya’mız için bu olasılık gerçekten de mevcuttu. Dinozorlar müthiş yırtıcılardı, ancak zeka gelişimi pek de göstermiyorlardı. Neticede zaten mükemmel bir öldürme makinesi isen neden daha çok gelişmeye ihtiyaç duyasın ki? Evrim mekanizmaları buna gerek görmüyor.
Fakat dinozorlar sonrası hayatta kalan ilkel memeliler, Dünya üzerinde hakim tür değillerdi. Daha büyük türler tarafından avlanan kemirgen benzeri varlıklardı ve bunlar daha akıllı olmak zorunda kaldılar. Ayrıca yırtıcılardan korunmak için ağaçlara tırmanmak zorunda kaldılar.
Ve belki de Büyük Filtre buydu. Yani gelecekteki medeniyeti kuracak türe ait zekayı geliştirecek kadar güçlü ancak zeki ırkı ortadan kaldıramayacak kadar zayıf yırtıcıların varlığı. Kedigiller daha kuvvetli olsalardı primatlar hiç gelişmeyecek ve insan türü ortaya çıkmayacaktı. Daha kuvvetsiz olsalardı, kuvvetli primatlar zekalarını o kadar geliştirme ihtiyacı duymadan kedigilleri yenebilirlerdi.
Bir diğer ihtimal de uçan makinelerin icadı olabilir. Neticede uçan makineler sadece Dünya üzerinde bir yerden, bir diğer yere gitmeye yaramıyor. Daha da gelişmiş uçan makineler, uygarlığı diğer gezegen ve hatta yıldızlara taşıyabiliyor.
Sözün özü, Büyük Filtre arkamızda kaldı ise biz tüm bu badireleri atlatabilmiş çok özel ya da şanslı bir türe aitiz. Önümüz artık açık, filtreyi nasıl olsa geçtik…
2- Büyük Filtreyi Yeni Geçtik (Biz İlk Türüz)
Evet belki de yakın zamanda geçtik (bu yakın zaman binlerce yıl olabilir). Sözlü dilin ortaya çıkması, yazının keşfi de filtre olabilirdi.
Fakat bu filtre ya da filtreler öylesine fazla ki bunların tamamını geçen bilinen uzaydaki ilk tür biz olabiliriz. O yüzden an itibarı ile en gelişmiş tür biziz, diğer ırklar da var, ancak çeşitli filtre aşamalarında eleniyorlar ya da şu an onlarla başa çıkacak mekanizmaları geliştiriyorlar.
Bu, Büyük Filtre teorileri içinde bana göre en zayıf seçenek. Evrenin yaşının 13.8 milyar yıl olduğunu ve Güneş Sistemimizin yaşının ise 4.6 milyar yıl olduğunu biliyoruz. Eğer Büyük Filtre aşılabilir bir şey ise (ki biz aştıysak) aradaki 9.2 milyar yılda başka ırkların da bunu başarmış olması daha akla yakın geliyor. Hatta bunun için bizden önceki milyar yıllara da gerek yok, bizden sadece 100.000 yıl önce başlayıp aynı gelişimi göstermiş olmaları yeterli. Neticede 1000 yıl önceki medeniyetimizle aramızda devasa farklar var. 100.000 yılda ne kadar fark olabileceğini ön görmek kolay değil.
3- Büyük Filtre Hala Önümüzde (Yıkıma Doğru Gidiyoruz)
Tabi bu ihtimallerin en korkutucusu Büyük Filtre’ye henüz gelmemiş olduğumuzdur. Büyük Filtre nükleer savaş olabilir mi? Yani yeterince gelişip çok büyük güçlere erişen uygarlıklar, kendilerini bu güçlerden koruyamayarak yok etmiş olabilirler mi?
Belki de Büyük Filtre, telepatinin keşfidir ve bu güçleri kontrol edemeyen medeniyetler kendi sonlarını getiriyordur. Nanoteknoloji ve gri madde faciası da (kendini çoğaltan nano-materyallerin tüm Dünya’yı bilinçsiz de olsa istila edip yok etmesi seçeneği) olasılık dahilinde. İnsan yapımı hastalıklar? Çok hızlı mutasyona uğrayıp ilaçlarla yok edilemeyecek bakteriler?
Bunların dışında Büyük Filtre, Dünya’dan değil de uzaydan kaynaklı da olabilir. Bazı yıldızların patlamaları, galaksileri içine korkunç güçte radyasyon yayıyor. Bunlar da evrende belli sıklıkla ortaya çıkıp o sırada hayatta kalan medeniyetleri yok ediyor olabilir.
Bir diğer Büyük Filtre ihtimali de ışık hızının fiziksel olarak aşılamaması. Belki de çok gelişmiş uygarlıklar var ancak ışık hızını aşamadıkları için bizim ya da birbirlerinin yanlarına gidemiyorlardır. Yani ışık hızı, medeniyetlerin birbirleri ile karşılaşmaları açısından filtre görevi görüyor olabilir. Çoğu uzmana göre de uzayın boş görünmesinin temel nedeni bundan ibaret.
Korkutucu ihtimallerden bir diğeri de Kardashev Ölçeği’nde 3. seviye olan bazı ırkların 1. seviyeye çıkanları yok ettiği senaryo. Yani vahşi bir ormandasınız, oradaki her ağaca tırmanabilen ve çok güçlü bir kaplan var. Yeterince büyüdüğünüz zaman bu kaplan sizi bulup öldürüyor. Bu şekildeki nihai bir yırtıcı görevindeki medeniyet olasılık dışı diyebilir miyiz?
Arthur C. Clarke, çok saldırgan ve vahşi bir ırkın, belirli bir gelişim seviyesinin üzerine çıkmadan kendini yok edeceğini ön görüyor. Yani o seviye bir ırk, başkalarını yok etmeye gözünü dikmeden önce kendini yok edecektir diyor. Makul bir önerme olsa da bundan emin olmak kolay değil.
Tabi ki dinozorları yok eden türde meteor ya da kuyruklu yıldız çarpmaları da filtre ihtimali doğuruyor. Eğer uzay gözlemlediğimizden daha da kaotik bir şey ise, gezegenlere çarpan anlamlı büyüklükteki parçalar (büyük astreoid ve kuyruklu yıldızlar) çok daha fazla olabilir. Çoğu gezegen, 1 milyon ile 5 milyon yıl arasında bu tür bir çarpma yaşıyorsa herhangi bir medeniyetin yaşam süresi çok fazla olmayacaktır. Ta ki kendilerini bu tür çarpmalardan koruyacak teknolojiler geliştirecek kadar süre hayatta kalamazlarsa…
Tüm bunlar, akıl edebildiğimiz Filtre Teorilerinden bazıları. Bizim gelişmişlik seviyemiz ve kültürümüzün ön göremediği sayısız ihtimal de olabilir. Bilimin ilerlemeye devam ettiği her saniye, yeni bir şeyler öğreniyor ve bir o kadar da öğrenmediğimiz şey olduğunu görüyoruz.
Edwin Hubble, 1929 yılında evrenin Samanyolu Galaksisi’nden ibaret olmadığı keşfettiği anda Evren algımız milyonlarca kat genişledi. Günümüzde paralel evren teorileri mevcut, sadece 100 yıl öncesine göre varoluşun sandığımızdan kat be kat daha büyük olduğunu öğreniyoruz. Bu büyüklük de bırakın önlem almayı, bazı tehlikeleri ön görmenin bile imkansızlığını ortaya koyuyor.
Sonraki yazıda, tüm bunların ışığında “Herkes Nerede?” sorusunu sorup bazı cevaplara bakacağız.