Mars’ta Su Bulundu – Zamanlama Manidar

Ailenizin NASA takipçisi Özlem yine iş başında! Bu kez vaziyet mühim. NASA, 28 Eylül 2015’te yani bir hafta önce yine bir basın toplantısı yaparak Mars’ta su bulunduğunu duyurdu. Tabii bir çok kişi yine “Dağ fare doğurdu,” kafasında olduğu için konunun önemi pek kavranmadı. Aslında Mars’ta su ve yaşam bulunması ihtimalinin KESİN OLARAK ONAYLANDIĞI bir çok kişinin gözünden kaçmış görünüyor. Bu konudaki en büyük argüman ise şu;

“Yine mi Su Buldular? 10 Yıl Önce de Bulmuşlardı!”

İnsanların tepkisi gerçekten çok ilginç, sanki Mars’ta kasa kasa Sırma, Erikli, Pınar su vardı da şimdi bir de Hamidiye şişesi bulunmuşçasına rahatlar. Bir çok web sitesinde Mars’a gönderilen uzay araçlarının sırasıyla 2006, 2008, 2011, 2012 ve 2013 tarihlerinde su bulduğunu söyleyerek NASA’yı The Martian virali yapmakla suçlayanlar var.

Peki, diyelim ki haklılar ve NASA cidden viral yaptı. Bu kötü ya da ahlaksızca bir şey mi? Konu -başka da değil, hemen komşumuz olan- bir gezegende su bulunmasıyken? Bence hayır! Spider-Man’in rakı viralini takdir ediyorsunuz da, Mars’ta akışkan su olduğunun onaylanması gibi son derece tarihi bir açıklamanın dikkat çekici şekilde yapılması sizi neden kızdırıyor? NASA’nın neden böyle yaptığını şöyle açıklamaya çalışayım;

Mars’ta su olması ihtimalinin son 10-15 yıldır bilimsel çevrelerde sıkça konuşulduğu doğru. Ancak işin başlangıcı bundan çok öteye gidiyor. Çocukluğumuzdan beri kulağımızın dolu olmasının sebebi bu. Sonuçta, Eski Mısır’dan beri incelediğimiz bir gezegenden söz ediyoruz. Dolayısıyla, bu sitelerde yazan kişilerin nedense en fazla 9 yıl öncesiyle sınırlı kalmaları, bana konu hakkında etraflıca araştırma yapmadıklarını düşündürüyor (Sadece fotoğraflı NASA araştırmalarını yazmak istemiş olabilirler elbette, ama işin tarihçesinden de bahsetmek gerektiğini düşünüyorum). Tabii ben de antik çağlardan beri yapılan gözlemleri yazamam. Ancak eski bir örnek olarak, 1880’lerden beri konuşulan “Mars’ın Su Kanalları” teorisini verebilirim.

Bu karanlık, dar, 100 metre uzunluğundaki çizgilere tekrar eden yokuş çizgileri denir ve Mars'ın yüzeyindeki yokularda bıraktıkları izlerden dolayı akarsulardan kaynaklandıkları anlamına geliyor. Yakın zamanlarda bilimadamları Hale kraterindeki bu yokuşlarda tuz kalıntıları bulmuşlar, bu da çizgilerin akarsulardan meydana geldiği hipotezini güçlendiriyor. Mavi renkli çizgiler pyroxene isimli mineralden kaynaklanıyor.

Bu karanlık, dar, 100 metre uzunluğundaki çizgilere tekrar eden yokuş çizgileri denir (RSL) ve Mars’ın yüzeyindeki yokuşlarda bıraktıkları izlerden dolayı akarsulardan kaynaklandıkları anlamına geliyor. Yakın zamanlarda bilim adamları Hale kraterindeki bu yokuşlarda tuz kalıntıları bulmuşlar, bu da çizgilerin akarsulardan meydana geldiği hipotezini güçlendiriyor. Mavi renkli çizgiler pyroxene isimli mineralden kaynaklanıyor.

“Mars’ta Kanal mı Var? Ne Kanalı?”

Kepler-452b yazımda bilim adamlarının birbirleri için merdiven vazifesi gördüğünü söylemiştim. Mesela Kepler, Batlamyus’un yörünge çalışmalarını inceleyip, bir şeylerin kendi gözlemleriyle tutmadığını düşünerek gezegenlerin güneş çevresindeki yörüngelerinin eliptik olduğunu keşfetmiştir.

Merdiven bazen düzgün ilerler, bazense… bir parça kırılır ve halkın arasına düşer. Sonrası, halkın ve medyanın insafına kalmıştır. İşte Mars’taki kanallar teorisi de bunun tipik bir örneğidir. Bu işin aslı, Giovanni Schiaparelli adlı astronomun 1877’de Mars’ta çeşitli çizgiler görmüş olmasıdır. Adam bunların haritasını çıkarır ve çizgilerden “canali” diye bahseder. Söylemeye çalıştığı şey büyük ihtimalle “oluk” veya “yarık”tır. Ancak Schiaparelli’nin çalışmaları İngilizce’ye çevrilirken “kanal” sözcüğü kullanılır ve ortalık karışır.

Şimdi, 19. yüzyılda gök bilimcileri  gözlemlerini şöyle yapıyorlardı; uzun uzun baktıktan sonra anımsadıklarını harita şeklinde çiziyorlardı. İşte Schiaparelli’nin çizimleri de bir çok kişiyi, özellikle de döneminin aristokratı ve amatör astronomu Percival Lowell’ı heyecanlandırır. Lowell da bunun bilinç sahibi varlıklar tarafından yapılmış bir kanal sistemi olduğunu iddia eder ve konu medyanın ilgisini çeker. Sonra neler olduğunu tahmin edebiliyorsunuzdur eminim, Mars’ta su olduğu kafadan kabul edilir, orada yaşayanların neye benzediği konusunda sayısız teori öne sürülür ve 1938’de, ilerde piyes şeklinde radyodan yayınlandığında insanları cidden istila var korkusuyla sokaklara döken War of the Worlds de bu teorilerden esinlenerek yazılır.

Schiaparelli'nin çizimleri.

Schiaparelli’nin çizimlerinden biri.

Diğer yandan, bir başka astronom Edward Maunder ise bu çizgilerin optik illüzyon olabileceğini ve Mars’ta hayat bulunmasının pek olası olmadığını, ikliminin fazla soğuk ve kuru olduğunu söyler. Gelişmeler Maunder’i haklı çıkarır, ancak Lowell olmasaydı, War of the Worlds ve öncüsü olduğu yüzlerce eser belki de hiç yazılamayacaktı. Lowell’ı küçümsemememiz için bir başka neden, Pluton’un varlığından ilk kez şüphelenerek gözlemlemiş kişi olmasıdır, ama bugün konumuz Mars.

Mars’ta kanalların olması konusunun 19. yüzyılın sonlarında düşünülmesi ise şu açıdan ilginçtir; kanallar o dönemde ticaret dünyasının yegane konusudur. Süveyş ve Panama Kanalları’nın o dönemde açıldığını hatırlarsak, insanların kanal konusuna son derece takık olduklarını anlamamız uzun sürmez. Dolayısıyla çizgilerin kanal olarak algılanması normaldir. Az önce belirttiğim gibi, bilim insanlarının inşa ettiği merdivenden bir parça halkın arasına düşmüş, hayaller uyanmış ve herkes kendi fikrini söylemiştir. Ancak çoğunun temeli gerçeklerle alakasızdır.

Bunun kötü bir şey olduğunu söylemeye çalışmıyorum. Tam tersi. İnsanların hayal gücünün beslenmesi çok önemli. Hayal gücü ve umut, üretken zihinlerin yakıtıdır. İlyada’dan yola çıkarak Troya’yı bulan Schliemann’ı anımsayın. Ancak Schliemann aşırı hevesi nedeniyle antik kente tepesini yararak girmiş ve pek çok kalıntıyı sonsuza dek yok etmiştir. Diğer yandan hazineler bulmuş, ancak yanlış tarihlemiştir. İnsanlar düşündükleri hikayelere fazla inanabiliyor, bağlanabiliyor ve hayalle gerçeği ayırmakta güçlük çekebiliyorlar. O kadar ki, bilim inandıklarının tam tersini kanıtlayınca kulaklarını tıkamayı bile seçebiliyorlar. Bu da, rahmetli Carl Sagan’ın sahte bilim dediği olguyu doğuruyor. Mars’ta bulunan yüz heykeli, Mars’ta bulunan kanallar, Mars’taki yeraltı uygarlığı gibi kanıtı dahi olmayan bir çok şeye inanan insanlar var. İnsanların bir şeye “tüm kalbiyle” inanmasının iki tarafı keskin kılıç gibi olduğunu bilmiyor olamazsınız. Üstelik tek tehlike bu değil. Diyelim ki Mars’a koloni kurduk, birden fazla uzay aracı gönderildi, dünyada kopacak kıyameti tahmin edebiliyor musunuz? İnsan her yerde insan sonuçta.

Tekrar eden yokuş çizgileri Mars'ın Garni kraterinin duvarından sızıyor. Bu kara çizgiler birkaç yüz metre uzunluğundalar. Mars'ta bulunan tuzlu su tarafından oluşturulduğu varsayılıyor.

Tekrar eden yokuş çizgileri Mars’ın Garni kraterinin duvarından sızıyor. Bu kara çizgiler birkaç yüz metre uzunluğundalar. Mars’ta bulunan tuzlu su tarafından oluşturulduğu varsayılıyor.

Şimdi anladınız mı? NASA son derece dikkatli bir üslup kullanıyor, ve bu onlara özgü değil, tabii ki bilim adamı dediğin kesin kanıt  olmadan açıklama yapamaz. Size anlattıklarımı onlar da çok iyi biliyor ve özellikle de medyanın bugünkü durumda ne kadar şamata çıkarabileceğini tahmin ediyorlar. Onların işi insanlığa gerçekleri açıklamak. Bilim, her gün manşet değiştiren medyaya benzemez. Bugüne kadar kuvvetini gittikçe artıran ihtimallerden söz ettiler. Ancak geçtiğimiz Pazartesi, kesin kanıtlar bulduklarını söylediler. Bu kadar önemli bir açıklamayı The Martian’ın gösterime girmesinden hemen önce yapmayı bence de bilerek ayarladılar, ancak bence amaçları sanıldığının aksine The Martian virali yapmak değildi. Filmi gidin görün, virale pek ihtiyacı yok. NASA, bir sanat dalı olan sinemanın ve görselliğin insanların üzerinde ne kadar etkili olduğunu bildiği için bu kadar önemli bir kanıtı gösterimden önce açıklamayı tercih etti.

Ayrıca, 2015 NASA’nın 1965’te Mariner 4 ile başlayan Mars araştırmalarının 50. yılı olduğu için de önemli.

Ha bir de, filmi gerçek yapmak için paraya ihtiyaçları vardı tabii. Hemen heveslenmeyin, insanlı uçuşlar 2030’dan önce mümkün gözükmüyor. Ama ben size söyleyeyim, eğer bizim diyanetin bütçesini verselerdi bugün bütün geek tayfası Mars’ta oturmuş Hamidiye içiyorduk.

Yorumlar