Dünyasız Bir İnsan, Türün En Masum Üyesi: Yaban Diyarlarda Yabancı

Gözlemlenebilir evren dahilinde, yaşam barındıran gezegen ya da kara parçası açısından şimdilik elimizde sadece Dünya var. Başka bir yerde, yörede yaşama rastlamadık. Aramaya devam ediyoruz. Umutlarımız ve araştırmalarımız Mars’tan yana. Bir şeyleri başarmak için uygun olabilir. Su kısmı çok yazıldı çizildi, ben o kısma hiç girmeyeceğim. Bilimkurgunun en sevdiği dünya dışı kara parçası kökenli bir eserden bahsedeceğim.

Bu yazıya konu olacak kitabımız Mars ile ilgili fikirlerimize ve okuduklarımıza ilginç ve merak edilesi bir bakış getiriyor. Sözü edilen gezegende yaşamın olduğunu öğreniyoruz, bu kısmı klasik. Yaban Diyarlarda Yabancı’yı özel yapan ise Kızıl Gezegen’de doğmuş bir insan; Valentine Michael Smith. Yani Mars’tan Gelen Adam, Mike. Onu özel yapan ise “insan” olup olmadığı.

Bilimkurgu türünde eserler veren dünyaca ünlü bir sürü yazar saymak mümkün. Ancak bu yazarların içerisinde Robert A. Heinlein isminin yeri ayrı. Daha önce Ay Zalim Bir Sevgilidir kitabına da sitede yer verdiğimiz yazarın özellikle insan ilişkileri ve insani duyguların dünyada ve geleceğin dünyasında ne denli önem arz edeceğine ilişkin fikirleri ilgimi çekiyor. Burada da yine insan odaklı bir kitap ile okurun karşısında.

Ve uzun süredir piyasada bulunmayan Yaban Diyarlarda Yabancı, resmen hasret kaldığım bir okuma seansıydı. Bir türlü becerip okuyamadığım kitaplardan biriydi. Arayışlara son veren İthaki Yayınları’nın ellerine sağlık diyor ve kitaba geçiyorum.

İnsan Olmak?

Eğer başka bir gezegende doğmuş olsaydınız sadece doğmuş olacaktınız. Kimlik konusunda ‘insan’ sizin için bir alternatif olmuyor, ilk etapta tabi. Sonra sizi bir takım insanlar alıp dünyaya getiriyor…

Efendim, yıl 2040 civarı. İnsanlık teknoloji konusunda işe yarar derecede yol kat etmiş. Ulaşım ve iletişim daha pratik ve hızlı hale gelmiş. Ve bir sürü faydalı teknoloji parmaklarımızın ucunda. Dünyada bunlar olurken dış uzayda da boş durmamışız. Gezegenlere yolculuk mümkün hale gelmiş, Mars’a gözler dikilmiş. Günün birinde yola çıkılır, çok dikkatle seçilmiş bir mürettebat Mars yoluna düşer. Her biri çeşitli eğitimler, yeni yetkinlikler kazanmış, çeşitli analizlerden geçmiş bu özel ekip hedefine ulaşır. Ancak -beklendiği gibi- olanlar olur ve işler ters gitmeye başlar.

Robert A. Heinlein

Yaşanan aksiliklerin ardından ikinci bir ekip yola çıkar. Neler yaşandığını raporlamak, neler olup bittiğini anlamak için kollar sıvanır. Her şey beklenildiği gibidir, önceki yolculuk başarısız olmuştur. Mürettebat kaybedilmiştir. Ancak bu, geride hiç insan kalmadığı anlamına gelmez. En azından bilinen hiç bir insan kalmaz. Zira Marslılar tarafından yetiştirilen bir insan bulmayı doğal olarak kimse beklemiyordu. Öncelikle Mars’ta yaşam olmasını geçtik onların kültürü ile yetişmiş bir insan, Valentine Michael Smith tanışırız.

Tüm dünyada bir anda ‘Mars’tan Gelen Adam’ konuşulur. Akıl almaz hadise çeşitli tartışmalara yol açar. İnsanlık işi gücü bırakır bu konuya kafa yorar. Mülkiyet konusundan dine bir çok konuda kafalar karışır, tehlike mi dost mu karar verilemez. Gerçekten insan olup olmadığı, ne olduğu en çok merak edilen konulardan biridir tabi. Tüm bu keşmekeş içerisinde neler olup bittiği konusunda hiçbir fikri olmayan Mike ise içine düştüğü ‘hapishanede’ mutlu mesut günlerini geçirir. Ancak işler gittikçe politika ve medya tarafından zora girmeye başlayınca duruma birisinin el atması gerekir. Ve o kişi de -istemeden de olsa- yazar, doktor ve avukat Jubal Harshaw olur.

Dünya ve onun üzerinde yaşayan muhakeme yeteneğine sahip varlıklar ile yaşamı öğrenmesi gerekir. O insanlık için yabancıysa bürün dünya da ona bir o kadar yabancıdır. Her şeyi ama her şeyi sıfırdan başlayıp ‘insan’ olmayı öğrenmesi gerekir…

“Mars’ın gözünü seveyim”

Kitabın ana karakteri dünyada başına geleceklere dair bir fikri olsa sanırım vereceği tepki bu olurdu. Zaten çoğu yerde eski yaşamına öykünmesi sanırım şaka yollu ele aldığımız bu hasretten ileri geliyor. Bıraktık geldik mis gibi memleketi. Ne karışanım vardı ne laf edenim. Ama burası Dünya ya da kitapta geçtiği haliyle  Arz. Burada kurallar, yapılmaması gereken, Mars’a benzemeyen o kadar çok şey var ki.

Şimdi bir takım ansiklopedik bilgi vereyim. Eser ikinci kez Türkçe olarak basıldı. İlk baskını şu aralar bulmak zor ve açıkçası bu yeni edisyon ile arşivcilik harici gerek kalmadı. Zira Amerika’da dahi bir takım sansüre uğramış metin ülkemizde de ilk olarak bu sansür kurbanı baskı ile yayınlanmıştı. İki versiyon arasında on bin kelime gibi bir fark var. Eserin içeriğine dair çok ciddi bir fark demek bu. Artık bu duruma maruz kalmak zorunda değiliz. İthaki Yayınları etiketi ile çıkan ve bu yazıya meze olan versiyon ise eserin eksiksiz tam metni. Haliyle ilk baskıdan okuyanları sa bu nesneye davet etmek icap ediyor.

Mike’a “Merhaba” Deyin

Kitap çok klişe bir fikri, ‘uzayda yaşam’ düşüncesini ters çevirip bize doğrultuyor; dünyada yaşam. Bizim ancak teleskop ile gözlemleme şansı bulabildiğimiz gezegen ve uydularda bizden çok daha yaşlı, deneyimli, zeki varlıkların yaşıyor olduğunu anlıyoruz. Marslı ya da başka gezegenli canlılar. Ana karakterimizin kendisi bizzat onlar tarafından yetiştirilmiş bir birey. Kitabın en özel yanı da buradan geliyor, insanlardan bihaber, kendisinin insan olduğundan habersiz insan. Dünya dışı yaşam konusu çok açık dile getirilmemiş ancak bizim kesinlikle emekleme aşamasında olduğumuz aşikar…

“İnsanlığından habersiz insan” Mike karakteri için tanımım tam olarak bu. Doğduğu yer olan gezegen ırkının ziyaret etmek için milyonlarca dolar harcadığı, binbir çaba ve hazırlık ile ulaşmaya yeltendiği bir yer. Canlı barındırıyor olması ve insanoğlu gibi muhakeme yeteneğine sahip canlılar barındırması sebebiyle yaşam koşulları ve kültürü bambaşka. Oradan ayrılıp dünyaya yani kağıt üstünde olması gereken yere gelmesi tam anlamıyla travma sebebi. Yurtdışına çıkan bir insanın yaşaması olası şaşkınlık ve cahilliği aklınıza getirin. Mike bu durumu çok çok daha şiddetli yaşıyor. Bambaşka bir atmosfere giriyor en basiti.

Marslı olarak yetişmiş olduğu hissinin kitap boyunca çok iyi aktarıldığını söyleyebilirim. Olaylara bakış açısı olsun, konuşmalarında ortaya koyduğu mantık olsun insan yaşayışına ters ve tabu denebilecek seviyede. Bir insan olarak yaşamak için önünde öğrenmesi gereken yığınla şey var. Sayfalar ilerledikçe bir bebeğin hayatı öğrenme aşamalarına tanık oluyormuş hissi yaşatıyor. Yapabilecekleri bakımından insan aklının alamayacağı seviyede olan bir bebek. Ancak bu bebeğin daha önceden öğrendiklerini uyarlaması gerekecek.

İnanç Meselesi. Yine

Bir Marslı görme, tanıma şansımız yok. En azından şimdilik ne Curiosity ne de Insight bize bunun mümkün olduğunu söylemedi. O zaman bir Marslı nasıl yaşar. Ne ye ne içer, neye inanır? Bir Marslı, nedir?

Heinlien’ın kurgusunda bir Marslı sadece yaşar ve düşünür. Düşünce ile sorunlarını çözer. Sorun olup olmadığına karar vermek için yine düşünür, uzun uzun. Şiddet seçenekleri arasında değildir. İnanç konusunda otorite olarak sadece Eskiler denilen ruhları sayar. Vadesi dolunca da çözülür. İnanç konusu komşu gezegende sıkıntısız hallediliyor. Asıl maraza dünyada çıkıyor. Şimdi bile sayısı belirsiz inanış varken ve inananların hepsi dünyalı iken durup durup “Sen Tanrısın” diyen birisi illa ki sorun oluyor. Hemde ne sorun. Mike, kitabın büyük çoğunluğunda bu inanç sorununa bir çare arar. İnsanların inançlarını neye göre belirledikleri üzerine kafa yorar. Kitabın en başlarda da dediğim gibi en mühim noktaları sanıyorum bu kısımlar. Yani biz insanlar neyi neden yapıyoruz?

Toplumsal hayatta karşımıza çıkan dayatma ve yazılı olmayan kurallar bütününe uyarak yaşamaktan başka çok fazla şansımız yok. Yapabiliriz ancak küçük guruplar halinde. Sonra da otoriteye dayanamayacak hale gelince yok oluruz. Kiliseler kurmak, şirketleşmek, para, askeri üstünlük. Bunlar bir Marslı için çok uzak kavramlar. Sosyolojik açıdan bir toplum içinde yaşıyoruz ve sorun yaşamamak için uymamız gereken bir kurallar olduğunu biliyoruz. Ama bu kurallar neden var? Mike ile bunları sorguluyoruz. Ancak grokladığımız zaman rahata erebiliyoruz. Peki ya groklamak?

Daha evvelden herhangi bir yerde duymadığınız bir terim. Bir şeyi, konuyu tam manası ile anlayıp, hayatınızda onun ne derece önemli olduğunu özümsediğinizi belirtmek için kullanıyorsunuz. Yani yapabildiğim tanım bu. Bir konuda en ufak bir şüpheniz var ise groklamış olmuyorsunuz. Groklamak için olayın mantığını anlamış olmalı ve yaşarken buna dikkat etmelisiniz. Kitabın içeriği bakımından hoş bir kelime yaratımı olmuş. Anlamak kelimesi hem içerik hemde bir Marslının ağzından duymak bakımından yetersiz kalacaktı. Yerinde bir yaklaşım olduğu söylenebilir. Okudukça daha iyi groklayacaksınız.

İnsanoğlu Neler Yapıyor

Yıl olmuş 2040. Teknolojik anlamda elimiz boş durmamışız belli ki. Mars’a gidebilecek hale. Bu yolculuk için uygulanan yöntem kitapta açıklandığı hali kulağa mantıklı geliyor, en azından kitap içerisinde sırıtmıyor. Zira bir şekilde komşuya gitmemiz gerekecekti. Kısa bir yolunu bulmayı başarmışız. Ancak bu sözünü ettiğimiz yöntemin dünya yaşamına çok daha farklı yansımaları olmuş. Bunlar yolculuk kısmından daha fazla dikkat çekiyor.

Bunlardan bir tanesi yoğun şirketleşme. Bir Cyberpunk hikayesi kadar olmasa da güçlerini alt metinden kavramak mümkün. Bunun yanında Birleşmiş Milletler oluşumunun çok daha farklı bir mekanizmaya sahip olduğunu okuyoruz. Genel Sekreterlik denen bir mevki var. Her şeyin başı gibi düşünebiliriz. Bu, haliyle siyasal yapı anlamında bir sürü soru işaretine neden oluyor. Ülkeler ne işe yarıyor? Karar mekanizması kim? Neye göre karar alınıyor? Dünya gerçekten bu denli küreselleşecek mi? Bu yönetim modeli ne derece sağlıklı? Vesaire vesaire… Bunun yanında mülkiyet kavramının uzaya taştığını görüyoruz. Uygulandığı format aklıma Marslı kitabındaki açıklamayı getirdi. Mülk olarak uzayda da boru öttürmeye çalışmak, kulağa garip geliyor. Bunun yanında iletişim ve ulaşımda beklenen hamleler yapılmış. İnsanlık artık çok daha hızlı, çok daha meşgul ve çok daha ekrana bağımlı. Bunlar iki ucu keskin bıçak olan noktalar. Akıllı telefon gibi.

Din konusunda resmen çıtayı çok yukarıya taşımışız. Yazar, bu konuda elinden geleni ardına koymamış. Kilise mantığı ile dinleri çok daha farklı parçalara ayırmış ve herkes istediği kiliseyi kurmakta özgür. Hal böyle olunca ortaya neler çıkıyor bir tahmin edin bakalım. Ya da boşverin tahmini, direk okuyun. Şimdi bile çoğu dinin diğerine tahammüllü yokken içine Mars’tan Gelen Adam’ın dahil olduğu bir keşmekeş çok daha ilginç bir hal almış.

Başka…

Kitabın içeriği bakımından aklıma gelenleri dile getirmeye çalıştım. Uzay söz konusu olduğu zaman en sevdiğimiz mekanı dahil ettiğimiz kitaplara bir yenisi daha eklenmiş oldu böylece. Konsepti sevenlere tavsiye olarak Ray Bradvury’den Mars Yıllıkları,  Stanley G. Weinbaum’dan Bir Mars Destanı, Andy Weir’den Marslı, Philip K. Dick’ten Mars’ta Zaman Kayması kitaplarını tavsiye edebilirim. Saydıklarımın her biri farklı tatta metinler, içerik olarak birbirlerinden farkı oldukları gibi benzer yanları da var. Amaç Mars konsepti olsun. Bu arada hepsinin adında Mars kelimesi geçiyor. Bir gelenek halini almış resmen.

Yaban Diyarlarda Yabancı bu yeni baskısı ile tür için önemli bir yapım. Kitabın önsöz ya da sunum kısmında da okuyacağınız üzere hakikaten farklı bir yazım hikayesi var. Önsüzünü Müfit Özdeş gibi yerli bilimkurgunun duayen sayılacak isimlerden birinin yazdığını da eklemek isterim.

Teknik anlamda rahat okunan, fiziksel olarak ağır bir kitap. Çeviri olsun, düzelti olsun sıkıntı yaşamadım. Ufak tefek şeylerle karşılaşmış isem aklıma gelmiyor şuan. Kapak tasarımı olarak alıştığımız minimal yaklaşıma siyah cilt güzel olmuş.

Daha önceki baskıyı bulup okuyamayanlar. Bekleyiş sona erdin. Bilimkurgunun en ilginç ana karakterlerinden birisi ve başarılı kurgusu ile Yaban Diyarlarda Yabancı çok daha rahat ulaşılabilir durumda.

Bu yazı, "İthaki Kütüphanesi" adlı yazı dizimizin bir parçasıdır.

Yorumlar