Ağrı Dağı: Gerçek Korku Dağın Yüreğinde Bekliyor

Korku, psikolojik gerilim türlerini belli yazarların dışında pek takip etmemek gibi bir huyum var. Onlar da bir elin parmaklarını geçmiyor. Lovecraft, Poe, zaman zaman King gibi büyük ustaların yazdıkları metinler bu türlerde hiç bir zaman eskimeyecek, daima okunacak eserlerdi. Ama yeni şeyler denemekle aram iyidir, arada sırada damak tadını değiştirmek gerekir. Ağrı Dağı adlı kitapta böyle bir zamanda piyasaya çıktı.

İlk akla gelen soruyu yanıtlıyorum; yazarı yabancı. Christopher Golden daha önce benzer türde eserler vermiş, çizgi romanlar için senaryo yazmış bir isim. Bu seferki kitabında ise kutsal metinlerde karşımıza çıkan Nuh’un Gemisi/Nuh Tufanı kıssası, anlatısı üzerine kurguladığı hikayeye davet ediyor bizi. Üç büyük dinde adı anılan, en uzun yaşam ömrüne sahip olduğu düşünülen -950 sene gibi bir rakam- peygamber. İnsanlığın ve diğer tüm canlı türlerinin kurtarıcısı rolü biçilen Nuh büyük tufandan kurtulmak için bir gemi inşa eder. Tufan yaşanır, inananlar kurtulur, hayat yeniden başlar. Peki ama gemiye ne oluştur?

 

Christopher Golden

Tüm Zamanların En Büyük Keşfi

Hikayemiz çok yakın bir tarihte geçiyor ve aylardan Kasım. Ağrı soğuk ve çetin ama Ağrı Dağı ondan çok daha tehlikeli ve kudretli. Ülkemizin en yüksek ve geçit vermez dağı günün birinde adeta kıyamet provası gibi bir şiddetle sarsılır, cidden yer yerinden oynar. Deprem öyle güçlüdür ki civar köyler heyelan altında kalır, insanlar hayatlarını kaybeder, Ağrı Dağı değişir. Yaşanan felaketin ardından ne gibi bir sonuç ortaya çıktı diyerek dağı ve civarını kolaçan eden rehberlerin ağzı açık kalır. Daha önce görülmemiş, görülmemesi gereken, orada olmamalıydı dedirten ve her halinden uğursuzluk akan bir mağara ile karşılaşırlar. Adeta cehenneme bir kapı aralanmıştır…

Keşfi yapan ekipten Feyiz, yaşananları aktarmak için daha önce de beraber çalıştığı Meryem ve Adam çiftine ulaşır. Hayatlarını yaşadıkları maceraları filme çekip, kitaplarını yazarak kazanan ikili habere kayıtsız kalamaz ve düğünlerini erteler. O mağaraya ilk ulaşan, ilk çekim yapan, mağarayla ilgili ilk arkeolojik çalışmaları başlatan ekip olmak için doğruca Türkiye’ye gelirler. Hazırlıklar yapılır ve dağa çıkılır. Ölümle burun buruna bir tırmanış sonucunda mağaraya ve ya mağara zannedilen mekana varırlar. Zannedilen çünkü mekan hiçte doğal malzeme, olması beklendiği gibi kayalık yani dağın kendisi değildir. İçine girdikleri yer hiç bir şartta orada olmaması gereken bir gemiden başka bir şey değildir.

Karşılarında dünyanın en büyük gizemlerinden bir tanesi olduğunu düşündükleri mekan için çalışmaları başlatırlar. Ekipler kurulur, kazı yapılır, Amerika ve Birleşmiş Milletler gözetmen gönderir, daha fazla şey öğrenmeye başlarlar. Lakin buldukları her neyse her geçen gün daha fazla ölüme tanık olurlar. Bir şey aralarında gezinir. Yavaş ve usulca. Binlerce yıl sonra şeytani bir kötülük insan oğlu ile tekrar karşılaşır…

Cehennem Hayat Buldu

Kitap okura bunları rahatlıkla düşündürecek kıvamda olmuş. En temel korku korku, en büyük korku ise bilinmeyenin korkusudur. Burada da ikincisine dahil bir korkudan bahsediyorum. Gerilimin okura yavaş yavaş zerk edildiği bir kitap Ağrı Dağı. Sırf ismi bile ülkemiz okurlarını heyecanlandırmaya, meraklandırmaya yeter diye düşünüyorum. Genelde buna benzer başarılı kurguları ithal ettiğimiz için sürpriz oldu -as bayrakları as. Başarılı diyorum çünkü yazar Christopher Golden bu kitapla korku türünün en tanınmış kimliklerinden birini yaratan Bram Stoker adına verilen ödülü kazanmış. Bence daha fazla ilginizi çekti, sizce?

Gotik anlatıların genelde şatolar, büyük malikanelerden dışarı çıkmadığını düşünüyorum. Avrupa bunu öyle çok sevdi ki kapalı yer kurgusu oldu çıktı. Çoğu eserde mekanın kasveti tek başına yeterli gerilimi yaratıyor. Otranto Şatosu misal. Öyle bir mekan tarif ediliyor ki akıllara zarar. Hal böyle olunca insan içine, temiz havaya karışmayı sevmeyen bir tür olarak aklımızda kalıyor gotik. Ancak burada dağın içinde geçiyor hikayemiz. Mekan seçimi ve bunun kurguda çok doğru bir şekilde kullanılıyor olması etkileyici. Zira fikir çok duyduğumuz bir şeye dayanıyor evet, ama onu bu derece başarıyla lanse edebilmek eserin başarısı için kilit rolde. Yaklaşık beş bin yıllık bir gemi var elimizde. Tarif edildiği kadarıyla zaten kendisi yetiyor heyecan yaratmaya.

Kitabı benim için farklı kılan yanlarından biri de buydu. Yazar sadece konuya değil, konunun nerede geçtiğine doğru bir şekilde konsantre olmuş. Sonuçta Nuh’un Gemisi anlatısından yararlanıyor, bizi ne kadar çok o gemide hapsederse o kadar iyi. Hatta yer yer çok fazla iyi…

Bu Kısım Biraz Karışık

Kitabın arka metninde farklı şeyler okuyoruz. Hikaye bir gerilim romanından ziyade insan inançlarına bir bakış, geçmişe yolculuk anlatısına sahip. Bu öyle çok tasavvufi ya da ruhun huzur bulması şeklinde de gelişmiyor. Şöyle ki Meryem adlı karakter Türk ve ateist. Tanrı inancına tamamen sırtını dönmüş, materyalist bir hayatı var. Nişanlısı Adam ise Yahudi ve o da aynı şekilde inançsız. Onlar gibi düşünen, onlardan farklı maneviyatlara sahip insan projede yer alıyor. Yapılan keşif her birinin kendisini sorgulamasına sebep oluyor.

Yazar hikayeyi anlatırken bunu sürekli bize hatırlatıyor. Açıkçası eserin türü bu noktada çok fark etmez bir hal aldı. Ortada bütün dinleri etkileyebilecek, ezberleri bozabilecek ve kelimenin tam anlamıyla inanç üzerine düşünmeyi zorunlu kılacak gerçekler var. Ya da en azından varılan sonuçlar bir şeylerin yaşandığına işaret. Bunun ne olduğunu kimse bilmiyor. Ancak kimisinde şüphe kimisinde de korku ruhlarında yer ediniyor. Meryem ve ekipteki herkesi, ama herkesi bununla ilgili düşünceler sarar ve iş şeytanı konulu edinen bir çok türdeş anlatıda göreceğimiz kıvamda exorcist yönlere kayar.

Özellikle üçüncü kişi anlatıcı ortamdaki gerilim ve korkuları anlamamızı kolaylaştırıyor. Buradan yazarın hikaye anlatma işinde tecrübeli olduğunu direkt olarak anlayabiliyoruz. Hikayenin başından sonuna gayet sakin, abartılı ifadelerden kaçınarak usul usul işliyor. Bazen gereğinden fazla sakin, fazla yavaş. Bunun şöyle bir faydası olduğunu fark ediyoruz; diğer türlü ortamı gereceğim, okuru korkutacağım diyerek yapılan kasıntı anlatılardan çok daha iyi olmuş.

İthaki Yayınları başarılı bilimkurgu ve fantastik repertuarlarına zaman zaman eklediği korku türündeki eserlere yeni bir isim kazandırdı. Ağrı Dağı, dini inanç kavramını ve bu inancın en temel mitlerinden birini konu ediniyor. Yazar Christopher Golden hem okuru hem karakterleri dağın yalnızlığı ve tehlikesiyle baş başa bırakıyor. Bram Stoker Ödüllü bir kitap olduğunu söylemiştim değil mi?

Bu yazı, "İthaki Kütüphanesi" adlı yazı dizimizin bir parçasıdır.

Yorumlar