Kitabı Okumuş Birisinin Gözünden “The Hobbit: The Desolation of Smaug”

Gel gelelim elflere. Hobbit kitabında bir tane bile dişi karakter yok. Bilbo’nun annesinden falan basediliyor ama bir karakter olarak olay örgüsü sırasında canlı olup ta gördüğümüz, ismi olan hiç yok. Buna çare olarak Jackson Tauriel diye bir karakter sunmuş. Tauriel’i beğenenler var, beğenmeyenler var. Tauriel ile Kili arasındaki filizlenen aşkı beğenen var beğenmeyen var… Ben olaya biraz daha nötr bakıyorum: Neden olmasın? İlk üçlemede Aragorn ve Arwen aşkını gördük, bu üçlemede de bir aşk görmeyi bekleyenler olacak. Ne de olsa Hollywood. Olsun, bir elf ile cüce arasında aşk olsun, niye olmasın? Ama niye “Yıldızlardan inen melek gibi bir kız” şeklinde korkunç cümleler de var? Onlara gerek yoktu bence.

Yar gözlerin… elf gözü?

Neyse, elf diyorduk. Thranduil kitapta “Hocam partimizi bölmeyin” diye kızan bir elf kralı, partilerini böldü diye cüceleri hapise atıyor. Ha, bir de oğulu var. Sanırım ismi Legolülü mü, Legabilmemne… Evet, tekrar kitapta olmayan ama ilk üçlemede olduğu için hayranları nostalji ile dolduracak bir karakter çıkıyor karşımıza; Legolas. Legolas’ın burada olması bana hiç batmadı, sonuçta bu hem Tolkien’in notlarından yola çıkarak eklenmiş bir şey hem de iki üçleme arasındaki bağları kuvvetlendiren bir öğe (Gimli’ye de ufak bir gönderme yapmadan da geçmiyor tabii sahne). Bilbo onları kurtarıp fıçılara sokuyor. Fıçı sahneleri kitapta uzuuun uzuuun ne kadar ıslak ve zor bir yolculuk olduğunu anlatan bir kaç paragraftan oluşuyor. Filmde ise orclarla dövüş var. Bence inanılmaz keyifli bir sahneydi, kim ne derse desin. Çok komik olmakla birlikte çok orjinal bulmuştum, özellikle de Full-Barrel Armour’lu Bombur’a doyamadım.

Barrel-barian class’ı kaç level’da açılıyor?

Lake Town oldukça başarılıydı, hem şehirin kendisi çok güzel canlandırılmış hem de Stephen Fry var. Bard normalde kitabın sonuna kadar adını duymadığımız bir karakter (bunu bir sonraki bölümde anlatacağım) duyduğumuzda da “İyi, peki,” diyoruz, o yüzden filmde karakteri tanımak ve Lake Town’daki durumu görmek hoşuma gitmişti.

Parti burda bölünüyor; cücelerin bir kısmı ve Bilbo Yalnız Dağ’a yelken açarken bacağından vurulup zehirlenen Kili ve ona göz kulak olacak olan üçlü geride kalıyor (Gerçi Bofur uyuya kaldığı için geride kalıyor). Böyle bir ayrılma senaryosu kitapta yok, zira Kili bacağına ok yemiyor, ama bu Tauriel ile gelişen aşkları için gerekli bir durum. Ayrıca geride kalanların peşinden bir grup Orc geliyor ve Legolas’lı dövüş sahnesi görüyoruz çünkü örümceklerle ve fıçılı sahnede yeterince görmedik. Zaten ölmeyeceğini bildiğimiz bir karakterin gereksiz uzun dövüş sahnelerini görmek bana çok anlamsız gelmişti ama aksiyon sahnesi olarak güzeldi.

Bu sırada dağa çıkmış olan kahramanlarımız yine kitaptan çok sapmayarak içeri girmekte sıkıntılar çekiyorlar, ama yine Bilbo’nun kararlılığı sayesinde engelleri aşıp kapıyı açıyorlar. Kapı açıldığında da artık beklediğimiz an geldi, Bilbo içeri gidecek ve Arkenstone’u bulup yürütecek. İçeride onu bekleyen bir adet Smaug var. Kitapta Bilbo ile Smaug aynı filmde olduğu gibi konuşuyorlar, Smaug onların atlarını yiyor ve Lake Town’dan geldiklerini anlıyor sonrada “Ben onlara göstericem!” diyip uçup gidiyor (Tabii bu arada Bilbo Smaug’un göğsündeki hassas noktayı fark ediyor cücelere de söylüyor bunu, orası önemli!).

-“Benim burda olduğumu nasıl anladın?” -“Elementary, my dear Watson.”

Ama filmde durum farklı. Filmde yarımsaatlik bir Dragon Combat sahnesi görüyoruz. Benedict Cumberbatch’in hem inanılmaz ses aktörlüğü hem de Motion Capture aktörlüğü Smaug’a yaşam katıyor, bu sayede yıllardır hiç bir filmde göremediğimiz ejderha dövüşü sahneleri görüyoruz. Kitaba bu konuda sadık kalmamaları hoşuma gitti, çünkü gidip orda ejderha yapmışsınız bari böyle sahneler de yapın. Artık ne zaman Dungeons & Dragons oynasam aklıma bu sahneler geliyor.

Smaug, üç noktada çok amatörce hatalar yapıyor, birincisi cüceler ayrılınca hangi birilerinin peşinden gideceğine karar veremediği için hepsi kaçıyor, ikincisi sırf Thorin ona laf attı diye tam cücelerin işine gelecek şekilde ateş püskürtüyor, sonuncusu da yine Thorin’in kışkırtmasıyla dökme altın ile kaplanmasına sebep olan bir tuzağa düşüyor. Hadi sonuncusunu anladık, o bir ejderha, koskoca altından bir heykel görünce bakakalması normal, fakat ilk iki durum bana biraz batmıştı ve “Smaug bu kadar salak mı?” dedirtmişti. Bunun dışında hem Jackson’un yorumunu hem de Cumberbatch’ın canlandırışını çok beğendim.

“Yandım yandım, öldüm öldüm.”

Film artık kitabın son bölümlerine yetişirken ve Smaug Lake Town’a doğru uçarken son buluyor. Üçlemenin son filmi de artık çıktığına göre bekleyişimiz de bitti. Ona da 144 dakikamızı verir vermez bu dizinin üçüncü yazısına geçebiliriz.

Bu yazı, "Kitabı Okumuş Birisinin Gözünden Hobbit" adlı yazı dizimizin bir parçasıdır.

Yorumlar