Ağız İçinden Çıkan Ağız! – Alien

Bilimkurgu dendiğinde bir çok kişinin aklına uzay gemileri, lazerler, iğrenç yaratıklar ve dünyayı ele geçirmeye çalışan robotlar falan gelir. Genelde de kullanılan ögeler bunlardır aslında, sinemada da bolca kullanılan kalıplardır. Büyük uzay savaşları, İyi tarafın düzgün görünmesi, genelde yakışıklı veya güzel insan olması, kötü tarafın ise çoğunlukla çirkin yaratıklardan oluşması.

Son kısım kötü tarafın androidler veya robot ordular olmasıyla değiştirilebilir tabii. Bu kalıplarla yapılan klasik veya kült bilim kurgu filmlerinin olmasının yanında,  yıllar geçtikçe animasyon teknolojisinin gelişmesi ve yaygınlaşmasıyla bu filmler kolay yapılabilir hale geldi ve bu kalıplarla yapılan berbat filmleri de sıkça görmeye başladık. Bu durum sinemaya bir de çöplük getirdi. Bolca görsel efektli, senaryosu olmayan filmler çöplüğü. Büyük bütçeli, muazzam görsel efektli filmler çöplüğü. Evet, senaryo olmasa da olur çünkü nasıl olsa inanılmaz görsel efektler varken kafa yormak gereksiz! Ve son olarak reboot çöplüğü. Zaten efsane olan filmleri alıp berbat etmek! Bu yüzden de özellikle Türkiyede bazıları tarafından bilimkurgu türü “boş filmler abi bunlar” diye görülüyorlar.

Bazı yönetmenler, senaristler ve yapımcılar bu türün kaymağını yemek istese de bazıları işini gerçekten severek ve doğru düzgün yapıyorlar. İşini severek ve doğru düzgün yapan insanlar arkalarında Robocop, The Terminator, The Matrix, Blade Runner, Star Wars, The Day the Earth Stood Still, Starship Troopers, Arrival ve daha bir çok bilim kurgu filmlerini veya serilerini bırakıyorlar. Öte yandan bir de o ana kadar yapılmış filmlerin dışına çıkan, yukarıda saydığım kalıpların bir kısmını başka ögelerle veya tarzlarla birleştiren bilim kurgu filmleri var.

Alien

Bunların en önemlilerinden biri klasikleşmiş bir serinin ilki olan 1979 tarihli Ridley Scott‘un Alien filmidir. Kabaca söylemek gerekirse bilimkurgu ve korkuyu birleştiren bir film olmasından dolayı bu kategoriye giriyor. Bana sorarsanız korkmaktan ziyade yaratığın ortalarda olmadığı zamanlardaki “Ne zaman ortaya çıkacak ve kim bilir neler olacak” bekleyişindeki gerilimi birçok saf gerilim filminde hissedememişimdir. İlk defa VCD’den izlediğimi ve geceleri gözlerimin duvarlarda gezindiğini hatırlıyorum.

İlk filmden sonra tam üç adet daha devam filmi çıktı. Şöyle bir bilgi vermek gerekirse; dört filmin dördünün de yönetmenleri farklı. Bu farklı tarza sahip yönetmenlerle de dört farklı tarzda Alien filmi izlemiş olduk. Yıllardır her filmini defalarca aynı zevki alarak izlediğim bir seri olan Alien serisi, hastası olduğum filmler ve seriler arasında yer almıştır hep. Serideki favori filmimin 1986 yapımı James Cameron‘un Aliens filmi olduğunu da söyleyeyim.

Son filmi 1997 yılında çıktıktan sonra ortalardan epeyce bir zaman kaybolmuştu. 2012 yılında çıkan Prometheus‘a kadar. Hemen “Nasıl 2012 yılına kadar ortada gözükmedi, Alien vs Predator noluyo?” demeyin. Predator filmlerini de seven biri olarak, bu iki markanın bir araya getirilmesini inanılmaz gereksiz buluyorum. Filmler de ortada zaten. Alien markasına yakıştıramadığım, yukarıda bahsettiğim “bu işin kaymağını yiyelim” kafasıyla yapılmış Crossover filmlerdi. Kişisel olarak Alien külliyatının içinde saymıyorum bu filmleri, ki 20th Century Fox‘dan yetkili abilerden de o filmler hataydı benzeri açıklamalar gelmişti Ridley Scott seriye geri döndükten sonra.

Bu yüzden Alien filmleri 2012 ye kadar benim için sessizlikteydi. Karışık yorumlar alan Prometheus’u ise fena bulmamıştım, en azından bunu Alien markasının uyandırılması olarak görmüştüm. Şimdi ise yuvaya dönen ve markayı iyice sahiplenen Ridley Scott’la yeni bir Alien filmi geliyor. İlk başta sadece Prometheus’un devamı olarak duyurulan film, daha sonra direkt Alien ismini alarak bizim taklalar atmamıza sebep olmuştu. Prometheus’un başta “doğrudan” Alien evreni içinde olmadığı, serinin ruhani takipçisi olduğu söylense de sonradan bir prequel olduğu, Alien Covenant ve sonrasında çıkacak devam filmleriyle de Prometheus’un ana seriye bağlanacağı açıklandı. Doğal olarak Prometheus da Alien Covenant da gözümüzde daha bir değerli oldu. Yazımın devamında seriyi tekrar hatırlarken Alien serisi ile ilgili SPOILER içerebileceği konusunda spoiler yemek istemeyenleri şimdiden uyarıyorum.

Alien

Yönetmenliğini Ridley Scott’un yaptığı serinin ilk filmi olan Alien 1979 da vizyona girdi. Kadrosunda Sigourney Weaver, Tom Skerritt, Veronica Cartwright, Harry Dean Stanton, John Hurt, Ian Holm gibi isimler var. Yedi mürettebatıyla beraber (Ripley, Dallas, Lambert, Kane, Ash, Brett, Parker) Nostromo adlı maden gemisi bir görevden dönerken yakındaki bir gezegenden sinyal alırlar ve bu sinyali araştırmak için mürettebattan 3 kişi (Dallas, Lambert, Kane) o gezegene inerler. Orada buldukları garip uzaylı yumurtalarından biri açılır ve içinden çıkan Facehugger adlı yaratık Kane’nin yüzüne yapışır. Mürettebat gemiye döner ve Facehuggerın Kane’nin içine yerleştirdiği fetüs veya embriyodan göğüs kafesini parçalayıp yaratığımız çıkar. Sonrasında iş mürettebatın geri kalanına ve daha çok Ripley’e düşer.

Ellen; Ripley Alien serisindeki baş karakterdir. Sigourney Weaver sinemada nadir gördüğümüz güçlü, kendi ayakları üzerinde durabilen, kahraman kadın karakteri hakkını vererek canlandırıyor. Başlarda normal bir mürettebat gibi görünse de sonradan yük onun omuzlarına biniyor. Ama Sigourney Weaver ve Ripley karakteri bence asıl ikinci filmde kendini belli ediyor. Olayların bir uzay gemisinde geçmesi aslında bütün film boyunca hissedilen o korkunun/gerilimin temelidir. Derin uzayda bir uzay gemisinde, klostrofobik bir ortamda nereden çıkacağı belli olmayan bir yaratıkla baş başa. Yardım istenecek, kaçılacak ve gidilecek hiç bir yer yok. Sadece o geminin içi. Film bunu güçlü verdiği için etkisi büyük oluyor.

Yaratığa gelecek olursak ünlü İsviçreli sanatçı H.R. Giger‘den bahsetmemek olmaz. İkonik Xenomorph (filmdeki yaratık) ve Facehugger tasarımları ona aittir. Kendisi zaten sürreal bir sanatçıdır ve filmle birlikte tasarımlarda da metaforlar bulunmaktadır. Xenomorph tasarımında hem erkek hem de dişi özelliklerini birleştirir. Yaratığın vücudu daha çok dişi hatlarını andırıyor olsa da, kafa kısmı penis şeklindedir. Yine de belirli bir cinsiyetleri yoktur. Buna karşın asitte olsa kanının olmasından ve salgılarının açıkça gösterilmesinden yaratığın biyolojik bir varlık olduğuna vurgu yapılıyor.

Filmde bolca doğum metaforu kullanılıyor. İlki filmin başında tüm mürettebatın derin uykudan uyanması. Uyandıkları oda beyaz ve steril görünüyor. Geminin bilgisayarı onları uyandırıyor, yani hayat veriyor. İlginçtir ki; geminin bilgisayarının adı Mother yani Anne. İkinci doğum sahnesi ise mürettebatın gelen sinyalleri araştırmak için gezegene inmesidir. Tayfa indikleri gezegendeki yabancı uzay gemisi içinde ilerlerken vajina benzeri yerlerden geçerler. Nemli, karanlık, ıslak ve uzun dar tüneller. Bütün bunlar orasının bir rahim tasviri olduğunu gösterir. Ve sonunda orada bir sürü yumurta bulurlar. Doğum için hazır. Gemi ve bütün o rahim benzeri yerlerin sonucu olarak orada doğmaya hazır canlılar vardır.

Üçüncü doğum sahnesi ise Kane’nin göğüs kafesinden çıkan yaratık ile tasvir edilir. Kanlı bir doğum sahnesi gibidir. Mürettebatın doğumunun tasviri olan sahnedeki beyaz steril odanın aksine yaratığın doğumu bol kanlı ve iğrençtir. Böyle kanlı ve iğrenç doğum sahnesiyle de erkeklerin kafalarında oluşturdukları doğum şekli yansıtılıyor. Filmdeki metaforlardan bir diğeri ise tecavüz ve tecavüz korkusu. Kane yumurtalarla dolu mağaraya girerken burada spermin yumurtaya girişi sembolize edilirken, yumurtadan çıkan Facehugger, Kane’nin yüzüne yapışıp içine embriyo bırakmasıyla Kane’ye bir anlamda tecavüz etmiş oluyor.

Facehuggerin Kane’nin boğazını sıktığı ve bunu ona zorla, acı vererek yaptığı zaten görülüyor. Senaristi Dan O’Bannon röportajlarında bunu kullanarak seyircileri rahatsız etmek istediğini söylemiştir. İstediği şeyi başardığını da itiraf etmem gerekir. Ayrıca filmde bulunan çok uluslu şirket Weyland-Yutani Corporation ise o yıllarda bilim kurgularda sıkça görülen şirketlerin gücü elinde bulundurması korkusuna da göndermedir. Blade Runner da Tyrell Corporation ve Robocop’ta yer alan Omni Consumer Products (OCP) şirketleri gibi Weyland-Yutani de insanları kendi çıkarları için ölüme gönderebilecek kötü bir şirkettir.

Alien serisi işte böyle mükemmel bir filmle başladı. James Cameron ise devraldığı filme kendi tarzında bir devam çekerek ilk filmle doğan Alien efsanesini çok iyi bir şekilde büyüttü.

Yorumlar