Joker (2019) İnceleme: Arthur Fleck’in Bir Esprisi Var

DC tarafından duyurulduğu günden beri büyük bir merak ve heyecanla beklenen Joker, tüm izleyicilerini memnun etmek adına vizyondaki yerini aldı. Ama bu kez de Joaquin Phoenix tarafından hayat bulan Joker, şimdiye dek bildiğimiz diğer Jokerlerden biraz daha farklı. Nasıl mı?

Devam etmeden önce, yazıyı bu müzikle birlikte okumanızı tavsiye ederim:

Call me Joker!

Huzurlarınızda Arthur Fleck!

Joaquin bu filmde bizlere Joker’in bambaşka bir yüzünü gösterdi. Sinematik evrende çoktan kafayı sıyırmış hali ile pek çok kez izlediğimiz karakter bu sefer zaman çizelgesinde biraz geriye gidiyor. Arthur, Joker’in nasıl bu kadar her şeyi komik bulabildiğini açıklamak üzere seyircilerin önündeki yerini aldı. Kötülükleriyle tanıdığımız bu meşhur karakterin aslında nasıl en ufak bir umut kırıntısına bağlandığını, iyilik peşinde dolandığını, nazikten bile öte olduğunu ve sorumluluklarının altında ezildiğini gösterdi. Pek çok kez pek çok filmde duymuş olabileceğiniz üzere hiç kimse saf kötü olarak doğmaz, o çukura düşer-itilir. Bu filmde de Arthur’un birçok farklı etkenin arasında o çıkılması imkansız çukura itilmesini izliyoruz.

Bundan mütevellit Joaquin’i ve onun Joker’ini diğer oyuncular ve onların Jokerleri ile karşılaştırmak pek de doğru  olabileceğini düşündüğüm bir durum değil. Fakat bu elbette yeri geldiğinde Joaquin’in oyunculuğuna değinmeyeceğimiz anlamına da gelmiyor.

Her Şeyden Önce Senaryo

Öncelikle filmin psikolojik bir altyapıya dayanması senaryo açısından kabataslak bir çizim ve fikir sunmuştu zaten seyircilerine. Senaryo ne çok kötü ne de beklediğimizden çok daha iyiydi. Aslında tam olması gerektiği gibi çizgisini bozmayan ve amacından sapmayan klasik bir senaryoydu izlediğimiz.

Lakin bu senaryo çok arka planda kalmış anlamına da gelmiyor. Özellikle bu tarz psikolojik hassasiyet içeren filmlerde senaryo son derece ince bir çizgi izlemelidir ki işin içine yapmacıklık girerek tüm uğraşı mahvetmesin. Bu nedenle klasikliğini bozmayan senaryo nötr bir eleman olarak karşımıza çıktı. Arthur’un bu sancılı evrimini olabildiğince sade ama derinlere dokunan bir sergiyle izleyiciye sundu.

Olumsuz Şeyler Düşündüğün Olur mu Arthur?

Senaryonun önümüze koyduğu bu karakter tam anlamıyla her açıdan batmış, çırpınarak kurtulmaya çalıştıkça daha da dibe saplanmış biriydi. Arthur yaşadığı travmalar yüzünden akıl hastanesinde kaldı, burayı terk ettiğinde de zaten 7 ağır ilacın arasına hapsedilmişti. Sürekli tedaviye gittiğinde kendisini sözde dinleyen bir kadının önünde oturmak herhangi bir aynanın karşısına oturmaktan farksızdı. Kendini yeterince yalnız hissediyordu demek yanlış olur, kendisi zaten yeterince yalnızdı. Maddi durumdan batabileceği herhangi bir eksilik kalmamıştı. Hastalığı yüzünden sürekli insan içinde sorun yaşadı ve aşağılandı. Elinde avucunda olan şeyler umudunu kendisi yerine anlamsız birine bağlamış bakıma muhtaç annesi ve aşağılanmak için insanlara malzeme verip duran makyajı, kostümleri yani mesleğiydi. Ama mutlu olması gerektiğine inandırılmış ve sürekli kendisinden normal davranıp her şey yolundaymış gibi hayatına öylece devam etmesi beklenmişti.

Yani hayır, Arthur’un olumsuz düşüncelere kapılması anlamsızdı. Senaryo burada karakterin çaresizliğini, ne kadar zor durumlarla baş başa kalıp savaşamadığını ve çözümü Joker olmakta bulduğunu çok güzel aktarıyor.

“Eskiden hayatımın bir trajedi olduğunu düşünürdüm, ama şimdi fark ediyorum ki aslında bir komedi.”

Bu repliği ile anlatmak istediği, eskiden Arthur’un hayata karşı savaşarak ezildiği zamanlar, kendisi için trajik bir hikaye oluştururken Joker’in nasıl tüm bunlara gerçekten, içtenlikle gülebildiği ve kabullendiği. Arthur hiçbir zaman kabullenemeyip durduramadığı gülüşünün altında hapsolduğunu ve kaçması gerektiğini düşünürken Joker bu gülüşü tamamen benimsedi ve artık çekinmeyerek aksine gurur duyarak yapmaya başladı.

Joker Kendini Buldu

Hayatında eksikliğini en çok çektiği durumlardan birisi de kim olduğu fark etmeksizin birinin veya birilerinin onu alkışlaması, onunla gurur duyması, en kötü ihtimalle onun varlığından haberdar olmasıydı. Dolayısıyla bu karakter her daim devam eden bir döngü içerisinde insanların ilgisi için varını yoğunu ortaya koyup durdu. Ancak hastalığı ve insanlara ucube gibi gelen dış görünüşü ile Gotham halkının yumruğunu yiyerek yerine oturdu.

Ama insanlar onu ilk kez birkaç kendini beğenmiş züppeyi öldürünce fark etmişti. Fark etmekten de öteye gitmişti hatta, onlar için bir ikondu. Joker’i örnek alıyor, onun gibi giyiniyor ve onu savunuyorlardı. Ki bu zaten hastalığı yüzünden sinir problemleri olan Joker’i tetiklemek için yetti de arttı. Bu kadar çaresiz olmasının en üzücü yanı da bulabildiği ilk dala tutunması olacaktı tabii ki, çürük veya sağlam olduğuna bakmaksızın.

Gotham Joker’in Ruhunu Yansıttı

Joker’in kontrolünü daha da kaybetmesi ve delirmesi ile Gotham City de aynı şekilde kontrol etmesi hayli güç bir şehre dönüştü, akıl almayacak eylemlerin sonu bucağı olmayan bir şehre. Ki zaten çoktan bozulmaya gidiyordu, halk çoktan sınırına dayanmıştı, işler bu şehirde çoktandır yanlıştı. Ama kimse bunun bilincine varmadı, varmak istemedi ve başkaları anlamasın diye bahaneler sunuldu.

Aynı Arthur’a yapıldığı gibi. Uzun zamandır sinirsel bozukluğu olan Arthur’un normal bir birey olamamasından bu yana uzun bir zaman geride kalmıştı. Ama herkes bu değişikliği gözardı etti ve Arthur’dan da aynı davranışta bulunmasını beklediler. Sanki ortada böyle bir sorun yokmuş gibi.

Bu vurdumduymazlığın sonucu olarak da Gotham bir cehenneme Arthur da Joker’e dönüştü. Yani tek kötümüz aslında yok, burada büyük bir sürü ile karşı karşıyayız.

Seyircileri de Filmin Parçası Yapmak

Hatırlarsanız filmin ilk başlarında Arthur annesi ile birlikte kaçırmamaya özen göstererek Talk Show izliyordu. Arthur bu esnada heyecanla oturduğu yerinden bir hayal kurdu, eğer şimdi orada olsaydı ve insanlar kendisini gerçekten alkışlayıp onunla gurur duysaydı? Bu hayal onu oldukça mutlu etmiş ve gülümsetmişti. Arthur’a yeni umutlar vermişti. Ancak yalnızca bir hayalden ibaretti.

Aynı etkiyi yapımcılar seyirci üzerinde de oluşturdu. Arthur’un kendileriyle aynı katta oturan bir kadın ile yakınlaşması, onunla güzel zamanlar geçirmesi seyirciye az da olsa umut ve neşe kattı. Ancak bunun bir hayalden ibaret olduğunu gördüğümüzde, Joker’in hislerini ve düşüncelerini anlamamız çok daha kolay oldu. Yani bu tarz şaşırtmacalar ve seyirciyi de filmin parçası haline getirmeler, psikolojik filmlerde karakterin ya da karakterlerin daha net anlaşılabilmesi için önemli bir unsur. Joker’de de bunu akıllarda yer edecek derece yapmışlar.

Sihir Sever Misin Küçük Bruce?

Filmde bir güzel nokta da bağlantıların unutulmaması olmuştu. Bruce Wayne’in de Batman olmasına sebebiyet veren durum filmde kısa ve öz bir şekilde aktarılmıştı. Aynı bilinen hikayeyi bambaşka bir bakış açısından izleme fırsatı sunulmuş. Burada filmi izleyen çoğu kişi Joker saflarını almış durumda olsalar da sevgili Bruce Wayne için aynı şekilde konuşabilmek zor olsa gerek.

Ancak bu gösterim aynı zamanda neden Bruce’un Joker’e bu kadar bağımlı olduğunu da açıklıyor. Çünkü kendi acısının yanında o zamanki insanların hislerini de anlayabiliyor. Neden zengin kesimden bu kadar nefret ediliğini ve anne babasının bir hedef haline getirildiğini.

Tam da bu sebepten Batman sadece bir intikamcı kahraman değil. İnsanların tekrar böyle bir karmaşaya düşmesini ve birilerinin aynı kendisi gibi hak etmediği halde ailelerinden ayrı kalmasını istemiyor. Kısa ve öz. Birkaç dakikalık Bruce Wayne sahneleri ve Batman’in amacı ve karakteri altında yatan gerçekleri yakalayabilmek mümkün.

Neler Yapıyorsun Öyle, Joaquin Phoenix!?

İşte  gönüllerde taht kuran o harika isim, Joker uzun zamandır böyle güzel canlandırılmamıştı. Gerçi Joaquin Joker’i canlandırmamış, adeta Joker’in ta kendisi olmuş. Gülme krizinin içinde acı çekerek hapsolduğunu böyle güzel anlatabilmek… Çaresiz bir insanın gözlerindeki umut ışığını aynen gösterebilmek ve o ışığı yok edebilmek. Tam anlamıyla mükemmel bir oyunculuk sergilemişti Joaquin Phoenix. Filmi asıl patlatan etkenin de oyunculuğu olduğunu gönül rahatlığı ile söyleyebilirim.

Dansları, kontrolsüz bir biçimde kendinden geçmeleri, istemsiz ama zoraki gülüşleri, acıları ve beklentileri yansıtması izleyen herkesi ekrana kat be kat daha da kilitledi ve film ile seyirci arasında güçlü bir bağ kurulmasını sağladı. Hangi ödülleri kazanır bilemeyiz ama izleyiciden tam puan aldığı garanti.

Müzikler Sanat Eseri

Özellikle psikolojik filmlerde müzikler çok daha hassas bir konudur. Kişinin içinde yaşadığı fırtınayı tam anlamıyla anlatabilmek genellikle diğer filmlerde yapılan müziklerden çok daha zorludur. Çünkü her izleyici içinde bu fırtınayı farklı hisseder ve kendince yorumlar. Bu yüzden hepsine birden ortakça hitap edebilmek düşük bir ihtimal sergiler. Ancak Hildur Guðnadóttir bu işin üstesinden büyük bir ustalık sergileyerek gelmiş.

Joker ve hisleri konusunda çok emin parçalar çıkardı Hildur Guðnadóttir ve herkes için ortak bir dil buldu diyebiliriz. Mutlaka ve mutlaka müziği beğenmemiş veyahut uygun bulmamış kişilere rastlanacaktır fakat oransal olarak da arada dağ gibi bir fark olacağı bariz. Özellikle Call Me Joker parçası ile büyük bir yankı uyandıran müzisyen hepimizi kendisine hayran bırakıyor. Yani film hem oyunculuk hem de müzikten kendisine yoğun bir beğeni seli çekmiş vaziyette.

Peki Diğer Süper Kahraman-Villain Filmlerinden Ayrılan Yönü Ne?

Şimdiye kadar beyazperdede izlediğimiz çoğu süper kahraman filmi genel olarak aksiyon çizelgesi içerisinde yönlendirilmişti. İş böyle olunca aksiyonda sıkışıp kalan evrenler doğuyor. Ve aksiyon filmleri ne kadar güzel, farklı ve yaratıcı da olsa uzun ömürlülük açısından sınıfta kalıyor. Çünkü o an verebileceği heyecan filmin her tekrar izlenişinde biraz daha azalıyor. Elbette bunu aşabilen aksiyon filmleri mevcut, ama kaç süper kahraman filmi bunların içinde? Çünkü bu filmler her zaman seyircilere anlık hitap eden filmler skalasında. Her izlediğimizde aynı şeyi anlayıp aynı yerlerde aynı heyecanı yaşadığımız filmler.

Ancak bu Joker çok daha farklı. Psikolojik bir ürün olması da elbette en önemli etkeni. Çünkü insan yaşamı devam ettikçe düşünce olarak gelişir ve değişir. Hal böyle olunca da fikirlerinize ve düşüncenize hitap eden psikolojik filmler her izlemenizde size farklı bir idea katar. Doğal olarak her yeni izleyişiniz yeni bir his anlamına gelebilir. O yüzden Joker bu evrenler içinde psikolojik olmasından ötürü uzun ömürlülük kazanan önemli bir film konumuna sahip.

Yazının sonuna geldik ancak hala Joaquin’in oyunculuğunu ve Arthur’un bu ruhsal sorunlarını ne kadar mükemmel yansıttığını övüp durmak istiyorum. Okuduğunuz için teşekkür ederim, bana katılmadığınız yerler olduysa bunu belirtmekten çekinmeyin. Yeni yeni Jokerler ve yeni yeni filmlerde görüşmek üzere.

Yorumlar