Kitabı Okumuş Birinin Gözünden: Bayan Peregrine’in Tuhaf Çocukları

Selam, Burada Yetimhane Varmış?

Jacob ve babası bu şekilde geldiklerinde, ada sakinleri tabii ki şaşırıyorlar. Sonunda, yetimhanenin savaş zamanında yıkılmış olduğu, dolayısıyla çocukların hepsinin öldüğü gerçeğiyle yüzleşiyoruz. Jacob yıkılıyor ama fazla uzun sürmüyor: çocukların gerçekten var olduğunu, boğazına dayanan bir bıçakla öğreniyor. Ama nasıl?

İşte bu kısımda Ransom Riggs’in -bence- en güzel buluşuna geliyoruz: Peri ismi taşıdığı kadar var, çünkü Miss Peregrine normal bir insan değil. Bir Ymbryne. (Imbrin diye okunuyor) Ymbryne, bir Syndrigast; yani tuhaf özellikler taşıyan kişilere romanda bu isim veriliyor. Bu özelliğe sahip kişiler kuşa dönüşebiliyorlar ve daha da ilginci, zaman döngüsü yaratabiliyorlar. Bu varlıklar kendilerini özellikle erkenden ölme tehlikesiyle karşılaşan çocukları korumaya adıyorlar. Yani şöyle: 3 Eylül 1940’ta (filmde 43) yetimhanenin üstüne gerçekten bomba düşüyor. Miss Peregrine yetişip, bir zaman döngüsü yaratıyor ve çocukların hayatı kurtuluyor. Ama sonsuza kadar 3 Eylül 1940’ta hapisler. Dışarı çıktıkları an, yaşlanarak ölme tehlikeleri var. Sonsuza kadar aynı yaşta kalacaklar. Tabii “Bu nasıl yaşamak canım, böyle olacağına öleyim!” de diyebilirsiniz tabii.

Soldan sağa: Olive, Claire, Millard, ikizler, Emma.

Soldan sağa: Olive, Claire, Millard, ikizler, Emma.

Bu noktada, Burton’un dahiyane casting yeteneği devreye giriyor: Çocukların her birini öyle özene bezene seçmiş ki, parmak ısırıyorsunuz. Kitaptaki çocuklar ilginçler, evet. Bu ilginçlik büyük ölçüde fotoğraflardan kaynaklanıyor. Burton ise, karakterlere hak ettikleri derinliği verebilecek harika oyuncular seçmiş. Öncelikle, normalde kitapta Emma ile Olive karakterlerinin yetenekleri değiştirilmiş: normalde ateşi yönetebilen kişi Emma. Uçan kız ise Olive. Buna mukabil, Emma kitapta çok daha agresif, hatta paranoyak olarak tanımlanıyor. Burton, sanırım Emma’ya hava yetenekleri ve yumuşak bir kişilik vermenin daha romantik sahnelere neden olacağını düşünmüş. Malum, Jacob’la birbirlerine ilgi duyuyorlar. Açıkçası ben buna katıldım, çünkü 16 yaşındaki bir ergenin, sevgilisini uçurtma gibi beline bağlı kemerle sürüklediği sahne bence gerçekten çok romantikti. Zaten Riggs de katılıyor, şurada Tim Burton’a tamamen güvendiğini söylemiş.

Kitabı okurken, Jacob’un dedesine aşık olan Emma ile romantik bir ilişkiye yelken açması size tuhaf gelmiş olabilir, ama kitap zaten tuhaflıkların romanı! Üstelik, bu Hans Andersen’in My Little Christina adlı masalına sağlam bir gönderme içeriyor; masalda birbirini seven iki gençten Christina başkasıyla evlenip üzerine veremden ölünce, sevgilisi onun küçük kızını yanına alır. Evet, bence de biraz ürpertici.

Tabii diyeceksiniz ki, “Burada ağır bir zaman yolculuğu teması var, kitap ve film bu kurgunun hakkını verebiliyor mu?” Burada size şunu söylerim; Terminator’den tutun Back to the Future’a kadar zaman döngüsü ve yolculuğunu konu edinen her gerçeklik, çoğu zaman aynı yere çıkar: bu, ortasına dikilmiş tabelada “Fuck Logic!”  yazan kocaman bir düzlüktür. Daha terbiyeli ifade etmem gerekirse, film de roman da rasyonelliği biraz boşveriyor ve kendi hesabıma şikayetçi değilim, bu tip kurgularda daha çok hikayeye bakmayı alışkanlık edindim.

Yorumlar