Platform: Ağır Yollu Toplum Eleştirisi

The Platform, yakın zamanda Netflix tarafından yayımlanmış İspanyol yapımı bir eleştiri filmi. Yönetmen koltuğunda Galder Gaztelu-Urrutia, senarist tarafında David Desola ve Pedro Rivero ile birlikte başrolünde de Iván Massagué yer alıyor. Film, genel olarak dünyanın içine girdiği durumu eleştirirken bir yandan da izleyiciye serbest düşünme hakkı veriyor. Peki nasıl bir eleştiriden bahsediyoruz?

Detaylara girmeden önce kabaca filmden bahsedeyim. Düşünebildiğiniz en yüksek gökdeleni gözünüzde canlandırın ancak şu ufak parçaları da ekleyin; her katında sadece 2 yatak ve mahkum, ortası kocaman bir boşluk ve bu boşluktan hiçbir şeyin tutup fiziksel olarak yönlendirmediği bir platform var. Burası bir tür hapishane ya da belki değil? Çünkü içeri gönüllü olarak girebilen kişiler var. Ancak kabaca bize daha önce görülmemiş bir hapishaneyi anımsattığı ortada. Tabi sözde mahkumlarımız, bu yere “The Hole” diyor.

Bu yapı elbette gerçek dünyamızda inşa edilemeyecek bir boyutta; insan elinden çıkamayacak bir boyut da denebilir elbette. Peki The Hole ne işlev görüyor? Şöyle ki; en üst katta olduğunu düşündüğümüz mutfak takımı başlarında bulunan imtiyazlı şefleri ile krallara layık bir sofra hazırlıyor ve bu sofrayı ne idüğü belirsiz bir düzeneğe koyarak sırasıyla katlardan aşağı yolluyor. Herkes sırasıyla kendisinden bir üst katta kalan kişinin artık olarak bıraktığı yemeklerden beslenerek karınlarını doyurmaya çalışıyor. Ayrıca asla, ama asla masadan bir yiyeceği sonra yemek üzere saklayamıyor. Çünkü sonunda ölene dek dondurulma veyahut ölene dek yakılma gibi bir cezası bulunuyor.

Başrol karakterimiz ise bir yere kadar bu yerde hayatta kalabildikten sonra, Baharat adında biriyle tanışarak The Hole sorumlularına mesaj verme derdine düşüyor. Sıra geldi çıkartılabilecek mesajlara.

Mutfak Takımı Neyi Temsil Ediyor?

Buradan sonrası artık benim kendi fikirlerimden yola çıkarak yaptığım yorumlamalardan oluşacak, kesin olan bir detay ya da mesajdan bahsetmeyeceğim.

Mutfak takımı benim için doğayı temsil etti film boyunca, başlarında duran şef de bir tür tanrısal sembol gibiydi. Çalışanlar özenerek sürekli mahkumlara ellerindekinin en iyisi hazırlayarak daha önce de söylediğim gibi krallara yaraşır bir sofra kuruyorlar. Tabiat da bize her zaman kendi meyvelerinden sunar, yapabildiği en iyi şekilde. Yaşayabilmemiz için bize gereken her şeyi verdiğini reddetmemiz mümkün değildir diye düşünüyorum? Başlarında bulunan şefin ise mahkumlara en iyisinin verildiğinden emin olması gerekiyor. Bu kişinin de en yetkili rütbede yer aldığından şüphem yok. Hatırlarsanız filmde mahkumların yanlarına alabilecekleri tek bir şey seçmeleri gerekiyordu, onun haricinde kuraldan sayabileceğimiz tek şey platform üzerinden yemek alamamaları. Yani, bu üst yetkili şahıs mahkumlara her şeyi serbest kılarak kendi iradeleri doğrultusunda davranmalarına izin veriyor. Tıpkı varolan Tanrıların bizleri serbest bıraktığı gibi.

The Hole İzleyen İçin Ne Anlam İfade Ediyor?

Benim yorumladığım kadarıyla The Hole ve içindeki mahkumlar, dünya ile dünya üzerinde yaşayan insanları temsil ediyor. Öncelikle bahsini az önce geçirdiğim gibi her mahkumun yanlarında tek bir şey getirebileceğini biliyoruz. Bu “şey” bana kalırsa kişiliğimizde bizi biz yapan unsurlarımızı temsil ediyor. Başrol bir kitap almıştı, yeri geldiğinde keman, sörf tahtası ve köpek alan kişileri gördük. Bu eşyalara baktığınızda genel olarak biri hakkında fikir edinebilirsiniz. Ancak hatırlarsanız başrol çoğu kişi tarafından yanında kitap getirmiş birine benzer tavırlar sergilemiyordu. Fakat bu yorum büyük ölçüde başrolün gittikçe zor bir duruma düşmesiyle başladı. Yani, hayatta başımıza gelen olaylar bizi biz yapan özelliklerimize aykırı düşebilecek pek çok durumu birinci elden deneyimlememizi sağlayabiliyor.

Bir diğer elden, kat sayılarına göre yapılan dağılımın dünya üzerinde sosyo-ekonomik dengeyi eleştirdiği aşikar. Aslında tabiat, bizlere yaşayan her bir insan için yeterince nimet verirken bu sosyo-ekonomik farkı kullanan kişiler tarafından oluşmuş bir dengesizlik var. Ve bu dengesizlik büyük boyutlara ulaştıkça insanlar, hayatlarına devam edebilme umuduyla cinayet işlemeye başlıyor ve bir tür yamyamlık ile karşı karşıya kalıyoruz. Lakin bunun ne kadar bir suç olduğu tartışılır. Baktığınız zaman çoğu kişi kendi yaşamını bir diğerininkinden yüksek görür, dolayısıyla mecburiyet durumunda yapılan etik dışı davranışların suç durumu soru işareti olarak kalıyor. Demem o ki açgözlülük aslında pek çok zorlayıcı şartları devamında getirirken bu davranışın sorumlularının durumdan pek de şikayeti olmuyor.

The Platform, aynı zamanda katlarda kalan mahkumların her ay değişmesi ve bu değişikliğin habersiz olması ile de bir nevi “Ne oldum dememeli, ne olacağım demeli.” güzellemesi yapıyor. Bu da bende hayatta başımıza gelebilecek olumlu ve olumsuz koşulları canlandırıyor. Çünkü her an her şey olabilir ve bunu sonucu mükemmel olacağı gibi karalar karası da olabilir. Ve insanın elinden bu değişime karşı herhangi bir şey gelemez.

Çocuk?

Çocuğun varlığını ve yokluğunu biz de oldukça sorguladık. İlk başlarda gerçekten ona inandık, sonra olmadığı öğrendik ama en sonunda onu biz de gördük. Öyle bir yerde hala hayatta olup olamaması apayrı bir soruydu. Onun olduğu katta yemek kalmasına rağmen bir ceza alınmaması da apayrı bir soruydu. Annesi onu anlaşıldığı üzere uzun bir süre aramış ama bulamamıştı. Açıkçası bulması da kolay sayılabilecek bir yerde saklandığı da söylenemezdi. Ve mesaj o çocuktu. Ama aslında film bu çocuk ile seyirciye neyi ima ediyor olabilir?

Umut. Umut herkeste öylece bulunan bir özellik değil. The Platform, izleyiciye umudun önemli bir mesaj olduğunu anlatmaya çalıştı. Umudun kolay bulunamayacağını, herkesin ona inanmayacağını, ama bir şekilde her zaman bir köşede varolduğunu ve umut beslemenin herhangi bir kuraldan daha üstün olduğunu anlattı. Yani film, izleyiciye insanların ve tabiatın en çok ihtiyaç duyduğu eksikliği “Umut.” dedi ve bunun mükemmel bir anlatım sundu.

Final

Filmin finalinin oldukça açık bırakılmasının üzerine yönetmen Galder Gaztelu-Urrutia, kendisine bu konuyla alakalı gelen soruları toplumun vermesi gereken bir cevap olduğu şeklinde yanıtlayarak filmin bu özelliğini koruma altına aldı. Benim filmin sonunda emin olabileceğim tek kısım Goreng karakterinin ebediyetine kavuşmasıydı. Trimagasi kendisine yolculuğunun bittiğini söylemişti. Goreng’in son sahnede içinde bulunduğu yeri büyük ve genişçe bir mezar olarak değerlendirebiliriz.

Böylelikle ağır bir eleştiri eşliğinde nefis bir filmi de geride bırakmış olduk. Eğer izlemediyseniz ekranlarınızın başına kitlenin ve evinizde sağlıkla kalın.

Yorumlar