Dishonored: Saraydan Lağımlara

Not: Spoiler içerir. (Sonunu söyleseydin)

Dishonored, oynadığım en iyi stealth ve steampunk oyunlarından birisiydi (Hatta gördüğüm yorumlara göre çoğunluğun oynadığı en iyi stealth oyunlarından birisiymiş). Bu nedenle bu hafta sizlerle bu oyunu konuşmak istedim.

Oyuna Giriş ve Güçler

Oyun, İmpratoriçe’nin koruması Corvo’nun Saray’a dönüşüyle başlıyor. İmparatoriçe’nin huzuruna çıktığında İmparatoriçe’ye suikast düzenlenir. Bir takım buhar olup uçan, maskeli adamlar İmparatoriçe’yi öldürür ve küçük kızı Emily’i kaçırırlar. Olay mahallinde cesetle bir başına kalan Corvo, suikastten suçlanır ve bundan sonra hayatı çoğunlukla lağımlarda geçecektir (Malum sürekli bir yerlere sızıyor filan). Hapisteyken esrarengiz bir adam tarafından işaretlenir ve birtakım güçler edinir. Bu güçlerle hapisten çıkmasına yardım ederek oyuna başlıyoruz. Başlangıçta bu güçlerden yalnızca ‘Blink’ isimli bir nevi ışınlanma gücüne sahip oluyoruz. Aslında bu güç, suikastçilerin sahip olduğu ‘Buhar olup uçma’ gücünün aynısı (Tesadüfte bu ya). Tabii başlangıçta bu güce kısa mesafede etkili şekilde sahip oluyoruz.

Oyunun geçtiği Dunwall şehrinde salgın hastalık da hüküm sürmekte, bu nedenle her yer fare dolu ve bu fareler size dokunduğu an sağlığınızdan yemeye başlıyorlar. ‘Devouring Swarm’ isimli güçle bu fareleri başka bir cesede yönlendirmeniz mümkün. Hatta Corvo’nun ‘Posession’ isimli bir başka gücü ile bir fareyi kontrol etmeniz mümkün. Bu gücün ileri seviyesinde de bir insanı kontrol edebiliyorsunuz.

Yukarıda saydığım güçler dışında karanlıkta görme, sağlığı arttırma, daha yükseğe zıplama, öldürücü rüzgar, küle dönüştürme, zamanı durdurma gibi çeşitli güçler de var. Ancak Blink’i en üst seviyesine getirdiğinizde yükseğe zıplama gücüne gerek kalmıyor zaten. Yukarıda isim olarak verdiğim güçler oyunda en çok kullandığım güçlerdi bu nedenle diğer güçlere pek vakıf olmadığımdan çok da detaylı açıklamıyorum. (Dishonored 2’de Emily’nin de çok çılgın güçleri oluyormuş).

Ana Görev ve Yan Görevler

Oyunun hikayesine göre biraz kısa bir oyun olduğunu düşünüyorum. Oyunun havasına girene ve alışana kadar biraz zaman geçiyor. Hatta başlarda biraz sıkıcı geldiğini söylemek dahi mümkün. Nitekim ilk yan görevler de oldukça zor ve sıkıcıydı ancak ilerledikçe ana hikayeyle bağlantısını görüyorsunuz. Nitekim oyunda güçleri açabilmek için ‘Rune’ isimli cisimlere ihtiyaç duyuyorsunuz ve ilk başlarda yan görevlerin amacının yalnızca Rune kazanmak olduğunu düşünüyorsunuz. Ancak daha sonra örneğin yan görevde yardım ettiğiniz birisi ana görevde size yardımcı oluyor veya kestirme bir yolu açıyor. Nitekim oyunda ana görevleri geçmenin birden fazla yolu var keza iyi son ve kötü son olmak üzere de iki son var.

Her ne kadar oyunun başlangıç görevleri ve yan görevleri sıkıcı gelse de zamanla, yaklaşık 3-4 saat oynanıştan sonraki bölümler oldukça eğlenceli geliyor ve oyun sarmaya başlıyor. Nitekim oyunun ortalarında çok eğlenceli görevler de var. Şahsen benim favori bölümüm maskeli baloda geçen ‘Lady Boyle’s Last Party’ isimli bölümdü. Bu bölümde maskeli baloda ipuçlarından yararlanarak üçü de farklı renklerde aynı kostümü giyen Boyle kardeşlerden hangisinin öldürülecek olanın hangisi olduğunu bulmaya çalışıp bulduğumuzda da öldürüyoruz. Ancak oyun araştırma yapmadan öldürmenize izin vermiyor. Öldürebilmek için o araştırmayı yapmak zorundasınız. Görev sırasında silahlarınızın olmaması da zorluğu arttırarak bölüme ayrı bir keyif katıyor.

Oynanış

Oynanışa alışmak biraz zaman alıyor, çünkü oyun tam anlamıyla bir stealth oyunu. AC serisindeki gibi stealth olmazsa çatışmaya girmeye pek müsait değil, çünkü çatışmalar çok zor ve mücadele etmesi bir hayli güç. Çatışma esnasında bir sürü asker başınıza üşüştüğü gibi yarısı tabancayla yarısı da kuluçka aynı anda saldırıyorlar ve hepsiyle asla mücadele edemiyorsunuz. Hele sonlara doğru Tallboylar çıkıyor ne siz sorun ne ben anlatayım (Gerçi onların da öldürülebildiğini oyun bittikten sonra öğrendim ve bu beni hayli üzdü).

Nitekim stealth oynanış alıştıktan sonra daha bir keyif verici oluyor. Stealth şeklinde öldürmeler daha bir stres attırıyor. Nitekim sonlara doğru düşman sayısı da artıyor bu nedenle kaçmak veya stealth öldürmek çok çok daha kolay ve rahat oluyor. Benim taktiğim her zaman Blink ile düşmanın arkasına geçip öldürüp ilerlemekti (Güçlerden Blink’i en üst seviyeye getirerek oynamıştım. Blink yanında da en yüksek sağlık ve zihin kontrolü güçlerini kullanıyordum).

Tabii oynanışa dair şunu da belirtmekte fayda var oyunda lokasyonlarda, girdiğiniz yerlerde araştırmalar yaparak ilerlemek çok önemli, başta güçlerinizi kullandıkça mavi bar şeklindeki, bir nevi Stamina, niteliğindeki Mana bitiyor ve tekrardan güçlerinizi kullanabilmek için Mana bulmak çok önemli; keza sağlık da bu şekilde. Bir de bu araştırmalar esnasına yeni güçler açan ve geliştiren Rune ve Charm’lar bulma ihtimali de cabası. Bu nedenle oynarken acele etmemenizi, her yeri detaylı bir şekilde arayarak geçmenizi tavsiye ederim.

Son ve Sonuç

Üzülerek sondan bahsetmeliyim çünkü bir tutarsızlık olduğunu düşünüyorum. Şöyle ki; oyunda iki farklı son var ve bu son oynanış şeklinize göre geliyor. Yani çatışmalara girmeden, çok az düşman öldürerek oyunu tamamlarsanız ‘Low Chaos’ ile tamamlıyorsunuz ve Low Chaos ile oyunu bitirdiğinizde mutlu sonu görüyorsunuz. Çok çatışmaya girip, çok adam öldürüp ortalığı karıştırırsanız ‘High Chaos’ ile bitiriyorsunuz (Bilin bakalım ben hangisiyle bitirdim) ve High Chaos ile bitirince de kötü sonu görüyorsunuz. Sanıyorum bu noktada bug tarzı bir şey var çünkü son bölümde daha sinematik çıkmadan Blink ile elinde Emily’i tutan düşmana arkadan sinsice yaklaşıp öldürdüğümde de yine mutlu sonu görmüş oldum. Nitekim oyunun devam ettiğini ve devam oyununda da Emily’nin oynanabilir olduğunu bildiğimize göre kötü son biraz saçma kaçıyor. Gerçi böyle bir durumda ikinci oyunda bu kötü sonu da bağlayan bir hikayeleri vardır diye umut ediyorum.

Gelelim genel bir karara: Dishonored kesinlikle oynadığım en iyi stealth oyunlarından birisiydi. Hatta oynarken ‘Ya AC serisi fps olsaydı çok çılgın olmaz mıydı?’ diye düşünmekten kendimi de alamadım. Oyunda adeta potansiyel bir AC gördüm desem yeridir. Malum ikisi de suikastçi 🙂 Nitekim oyunla ilgili interneti kurcaladığımda da oyunun çoğunluğun severek oynadığı bir stealth oyunu olduğunu görüyorum. Efendim, hala oynamadıysanız oynamanızı tavsiye ederim; daha önce oynayanlarla da bu yazıyla bir çeşit ‘Mazi gözümde canlanır’ durumu yaşamış olduk (Çok da mazi değil canım sen de, hepi topu 8 yıl)

Yorumlar