Bir “Alışveriş ve Yaşam Merkezi” Distopyası: Gökdelen

Bütünüyle makul bir dünyada, delilik tek özgürlüktür.

İçine bir kere girdiğinizde çıkması mümkün olmayan, size kendinizi klostrofobik ve yabancı hissettiren, korkutan ve midenizi bulandıran ama ilginçtir ki; yine de çıkmak istememenize yol açan bazı kitaplar vardır. Genelde zekâsına methiyeler yazılması gereken usta kurgucuların eserleridir bunlar. O riski alıp, belki fazla düşünmeden, belki de bütün tedbirlerinizi, ön hazırlıklarınızı yapıp “girme” eyleminde bulunduğunuz kurgusal dünyanın sonundaki çıkış kapısını beklemekten başka çare yoktur artık. Çünkü o dünyadan ayrılmak için yolun ya en başında ya da en sonunda olmanız gerekir.

Başlamadan ayrılacaksanız, eşikte bir an durup düşünmeyin bile. Girmişseniz, korkularınızı ve yüzleşmeniz gereken her şeyi sahiplenin. Çünkü aralarda kaçıp gidemezsiniz. Zaten aralara geldiğinizde çoktan kabullenmiş olursunuz her şeyi. Bu noktadan sonra dışarı nasıl çıkacağınızı kendiniz bile öngöremiyor olsanız da, yolun sonunu beklemeniz gerekir artık.

Ballard’ın inanılmaz distopik kurgusu Gökdelen de, tam olarak bu şekilde başlanması gereken bir roman. Rahatsızlık veren, korkutan, endişe uyandıran bir hikâye. Binanın giriş kapısından girdiğiniz vakit, çıkış olmayacağını bilmeniz gerek. Elektrikler kesik, asansörler bozuk. Merdivenler, çılgına dönmüş insanların barikatlarıyla, ilkel benliklerinin dürtüklediği şiddet eylemleriyle dolu. En üst kata kadar çıktığınızda (eğer başarabilmişseniz),  kendinizi ispat etmişsinizdir artık. O noktada size kalanlarla başbaşasınızdır.

JG Ballard, Writer

J.G. Ballard

40 katlı bir beton ve metal yığını ve içindeki 1000 dairede yaşayan, farklı meslek ve sosyal sınıflara ait binlerce insan. Doktorlar, haber spikerleri, eleştirmenler, pilot ve hostesler, muhasebeciler. Sınırsız gökyüzüne doğru, göz alabildiğince uzanan ve içinde modern insanın bütün gereksinimlerini karşılayacak süpermarket, okul, yüzme havuzu gibi yapıların bulunduğu bu “güvenli sığınakta” doksan dokuz senelik kira kontratı yaparak yerlerini alan bu insanlar, aslında “bina kritik kütleye ulaştığında” başlarına gelecek olanları son derece iyi bilmekte ve sessizce hazırlıklarını yapmaktadırlar. Çünkü bir noktadan sonra, “Pandora’nın kutusunun bin kapağının içe doğru açılacağını” içten içe hepsi bilmektedir.

Gökdelen sakinlerinin 1000 daireye, gelir düzeylerinin izin verdiği fiyatlarla yerleşmiş olması, daha en başta, en doğal şekliyle oluşturmuştur sosyal sınıfları: Alt, orta ve üst kat sınıfları. Film teknisyenleri ve hava alanı çalışanları gibi insanlardan oluşan alt katın yani “proletaryanın” orta katla olan sınırını, 10. katta bulunan alışveriş merkezi çiziyor. Apartmanın üçte ikisini oluşturan ve 10. katla 35. kat arasına yerleşmiş sakinler, “bencil ama uysal profesyonellerden” oluşuyor.

Gökdelenin en üst beş katındaysa, binanın mimarı Anthony Royal’in de aralarında bulunduğu, kodamanlardan ve zengin kesimden oluşan “kaymak tabaka” oturuyor. Zaman içinde, süpermarketlerdeki içki reyonlarının boşalmaya başlaması ve bina içerisinde muhtelif katlarda düzenlenen partilerde, insanlar kendi aralarında kaynaşmaya, ancak kendilerinden olmayanı ve çevrelerini rahatsız etmeye başlıyor.

highRise

Üst katlardan atılan boş içki şişeleri park alanındaki araçlara zarar veriyor, 10. kattaki havuz yerine 35. kattaki havuza giden çocuklar korkutularak geri gönderiliyor, yüzme havuzlarında ölü köpekler bulunuyor. Bu sırada, binada elektrikler kesilmeye, son teknoloji ürünü çöp öğütücüler ve havalandırma mekanizmaları bozulmaya başlıyor ve insanlar adeta beyinlerinde küçük birer sigorta atmışçasına, ahlak ve mantık gibi onları sosyal hayatta ayakta tutan şeylerden vazgeçmeye başlıyorlar. Zamanla işe gitmeyi bırakıyorlar ve hiçbiri, etraflarında gerçekleşmeye başlayan şiddet eylemlerini garipsemiyor. Balkonlardan birinden aşağı atılan kuyumcuyu da, havuzlarda köpek leşleriyle birlikte biriken pisliği de, binada leş gibi kokan çöpleri de kimse umursamıyor.

Yorumlar