Venus Wars – Savaşın Ortasında Tarafsız Kalamazsın!

anime tarihinin en önemli metaserilerinden Mobile Suit Gundam‘ın karakter tasarımcısı olan ve arada Uchuu Senkan Yamato gibi pek çok klasikte de yer alan Yoshikazu Yasuhiko’nun yazıp yönettiği Venus Wars hem 80’ler tutkunları, hem de bilimkurgu hayranlarının ilgisini çekeceğini düşünüyorum.

Konuya Geçecek Olursak…

Alternatif bir geçmişte Venüs gezegenine dev bir buzul astereoidi çarpar. Değişen atmosfer yapısının asidi bastırması sonucu gezegen bir zamanlar olduğu üzere yeniden Dünya’nın -neredeyse- ikizi haline gelir. Öte yandan kolonileşecek yer arayan insanlık kendi günahlarını da oraya taşımakta gecikmez. 2081’de Venüs’deki iki şehir devleti olan Aphrodia ve Ishtar arasındaki gerilim savaşa dönüşmüştür.

Başrol karakterimiz Hiro (Dünya’da gelen bir muhabir olan Susan’ın tabiriyle) “Venüs’ün kayıp kuşağını” temsil eden bir omnicycle yarışçısıdır. Katil Komandolar’ın bir üyesi olan bu genç esasen modern zamanların bir gladyatörü olarak bile, ayak takımını eğlendiren bu temaşanın önemsiz bir aktörüdür. Aniden Ishtar birlikleri Venüs’ün en büyük kenti Io’yu işgal ettiklerinde Hiro ilkin başına dert almayıp olanlara seyirci kalmaya çalışır. Fakat sokağa çıkma yasağı başlamadan evvel davet edildiği bir arkadaşı evinde şehir polisince tartaklanıp kaçarken de vurulup yaralanır. Üstüne üstlük sığındığı kız arkadaşının evinde kendisiyle aynı hayatı paylaştığı insanlar için “serseri” dendiğine tanık olur. Gününü berbat hale gelmesine sebep olan işgale karşı bir şeyler yapıp bunu onların yanına bırakmama isteğiyle yanıp tutuşmaya başlar.

Bu nedenle de, takımının kaptanı Omnicycle arena’sını kuşatan tankı patlatmak için meydana inmeye karar verince onun peşinden giden ilk kişi de o olur. Öte yandan bunun onu o ana dek tarafı olmadığını düşündüğü savaşın tam ortasına ittiğinde hayat görüşünü yeniden sorgulamak durumunda kalacaktır.

Hikaye, aslen Yasuhiko’nun tüm eserleri gibi bir noktaya kadar savaş karşıtı olarak nitelendirilebilse de savaş bir kez patlak verdiğinde taraf tutmama lüksünün olamayacağını vurguluyor ve bunu kendisini Io bombalanırken ortaya çıkmadıkları için en az Ishtar’lılar kadar kin duyduğu Aphrodia direniş gücü içinde bulan Hiro üzerinden anlatıyor. Öte yandan ne kadar minör rolleri olsalar da yan karakterlerin de olaylara verdiği tepkiler bu durumu tamamlıyor. Zira hikaye herhangi bir tarafı “iyi” ya da “kötü” olarak işaretlemeye çalışmıyor. Ucu kendilerine dokunmadığı için Dünya’nın bu savaşa ilgisiz kalması bir yana, Aphrodia generali Donner’in de belirttiği üzere insanları öldüren şey savaş ya da askerler değil, insanlığın haklı çıkma konusunda gösterdiği güdü, yani bir ölçüde adaletin ta kendisi. Tamamen kişisel kanımca çoğunun suya sabuna dokunmayan işler olduğunu düşündüğüm Ghibli ya da Makoto Shinkai filmleri yerine paralel bir evren üzerinden bile Dünya’nın şu anda içinde bulunduğu durumdan çıkarımlar yapan bir film görmenin hoşuma gittiğini söyleyebilirim.

Müzikler

Müzikler, Takeshi Kitano ve Hayao Miyazaki’nin birçok kez birlikte çalıştığı Joe Hisaishi imzasını taşıyor. Hisaishi Nausicaa’dan beri sürdürdüğü kişisel tarzında olduğu üzere ambiansı duruma, mekana ve karakterlere göre ustaca kurguluyor. Bu bağlamda filmin yapısını sağlamlaştırdığını söylemek mümkün. Seslendirme kadrosunda zamanının en önemli isimleri ile çalışılmış. Kaneto Shiozawa ya da Shiuchi Ikeda isimleri size bir şey ifade ediyorsa bile izleyebilirsiniz yani. Ek olarak City Pop diye tabir edilen ve son günlerde sosyal medya yoluyla yeniden kült mertebesine erişen tarzdan bir şarkı da mevcut.

Bilimkurgu Tarafı

Hikayenin bilimkurgu tarafı anime’lerden çok filmler ya da kitaplarla içli dışlı insanları çekecek şekilde düzenlenmiş. Yani warp sistemleri, Mecha’lar, yaratıklar ya da lazer silahları bu yapımda yer almıyor. Hatta çok laf arasında belirtilip geçilse de Dünya’dan gelen insanların yüksek oksijen oranına uyum sağlayabilmek için ilaç almaları gerekmesi, savaşın başlamasıyla yarım kalan terraform sebebiyle gece gündüz farkının kutuplarda insan yaşamına hala elverişsiz olduğu ve bu bölgelerden kontrolsüz hızla bir bitki popülasyonu yayıldığına ilişkin çıkarımlar da yer almakta. Film ise daha çok Ishtar’a karşı verilen gayri nizami harp ile ilgileniyor. Önce iki ayak üzerinden konvansiyonel silahlarla, ardından Railgun monte edilmiş motosikletler ile ağır zırhlı tanklara karşı yapılan savaşlar sayıca az olsa da hikayenin ana odağını oluşturmakta.

Görsellik

Zaten Yoshikazu Yasuhiko’nun alemet-i farikası olan, sulu boya stilinde fotoreastik karakter kompozisyonları sunan kişisel tarzını istediği gibi yansıtma imkanı bulmuş. Bu bir yana, animasyonları son derece sevdiğimi söylemeliyim. Zamanının en pahalı anime filmlerinden olmasının yanı sıra bu filmde arada bir el kamerası görüntülerine 2D görüntüler montajlanarak bir nevi rotoskop yöntemi kullanıldığını bile fark ettim. Ayrıca patlamalar, duvarlardan seken kurşunlar ya da motosikletlere pit stop bakımı yapılan kısımlarda bu konularda gerçek görüntülerden feyz alındığını da düşündüren pek çok sahne var. Bu anlamda film sinematik anlamda da başarılı. Filmde görsel anlamda aşırıya kaçan hiçbir gereksizlik yok ama don gördü mü fan service var!” deyip delirenler bu filmi sevmeyebilir.

Biraz da Olumsuz Yönleri

Venus Wars’a illa bir eksi vermek gerekirse bu ancak Yoshikazu Yasuhiko’nun kendi yazdığı manga’nın tamamının bu filmde anlatılmıyor olması. İlk volume’de ana karakterin ismi, filmde muhabir olan kızın manga’da subay olması, hatta finale dek birçok farklılık var. Ama açıkçası Yoshikazu Yasuhiko’nun diğer tüm işlerinde birçok değişiklik yapılmasına artık alıştığım için beni pek rahatsız etmedi. Öte yandan Venüs ekolojisi ya da şehir devletlerindeki politik durum gibi pek çok mevzuyu tek bir filmde verebilmelerini zaten beklemediğim için filmi severseniz manga’ya göz atmanızı tavsiye edebilirim. Zaten ikinci volume tamamen farklı bir bakış açısı için Ishtar tarafındaki bir askere odaklanıyor. Bunun yanı sıra Mangaka/yönetmen (diğer tüm işlerinde olduğu gibi) yeni karakterler yaratmak yerine halihazırda geçmişte yarattığı karakterleri rehash etmiş. Bu durum geçmişte beni rahatsız ederdi ama şu an rahatsız edici bulmadım açıkçası. (Zaten o rehash ettiği karakterlerin yeraldığı orijinal serileri bu ülkede kaç kişi izledi o da ayrı bir konu)

Sonuca Gelirsek

Venus Wars’ta Yoshikazu Yasuhiko’nun bilimkurgu eksenli bir politik/savaş hikayesi anlatmaya çalışma kaygısını takdir ettiğimi, bubble age’in gümlemesi sebebiyle pek çok Manga’da/anime’de olduğu üzere o aralığa sıkıştığı için şu an bir klasik olarak anılacak bir ivme yaratmadığını (ki Yoshikazu Yasuhiko bozulan Japon ekonomisi sebebiyle yayıncıların planı değişmeseydi, Dünya’dan gelen bir karakteri işleyecek 3. bir volume’u yazmaya başlayacaktı ve bu şekilde belki de ileride uzun soluklu bir saga oluşabilecekti) söylemek mümkün. Bu nedenle de aralıkta çıkan pek çok iş gibi genel kitleye yayılıp ayağa düşmediği için de beklentilerinizi ona göre ayarlamanızı önerebilirim. (Öte yandan bu yazı zaten “Övüyorlarsa vardır bildikleri, adından bahsetmiyorlarsa da gömeyim/görmezden geleyim” tayfası için yazılmadı) Her halukarda şu dönem çıkan birçok anime’den daha önemli bir iş olduğunu düşünüyorum. Bilimkurgu sevenlere ve 80’lerin son demleriyle sorunu olmayanlara şiddetle önerebilirim.

Yorumlar