Zamanın Ötesinden, Ölümün Kendisinden: Tılsım-ı Kudret

Fantastik yazının, belli başlı klasikler haricinde çok da fazla insanların denemeyimlemek istemediği bir tür diye düşünüyorum. Birçok kez yeni şeyler denemek konusunda çekingen yaklaşıldığını gördüm. İşin içine mevcut eseri Yüzüklerin Efendisi, Taht Oyunları ya da başka bir klasik seri kıyaslama durumu giriyor. Bırakın yeni eserler okumayı yazmak dahi bu saydığım öncül eserlerin gölgesinde kalıyor. Bu durumdan illa ki ülkemiz yazını da etkileniyor. Haliyle bu türde yeni kitaplar okumak, yazıldığını görmek gittikçe güçleşiyor.

Bu yazıda bu algıya meydan okuyan kitaplardan bir tanesi hakkında konuşacağım. Yayınlandığı dönemde piyasada Tolkien’in üç ciltlik başyapıtı ve diğer kitapları, Dungeons and Dragons, Forgotten Realms gibi ağır topların yer alıyordu. Herkes bunları tüketirken Göktuğ Canbaba, Türk fantastik edebiyatının güzide eserlerinden birini, Tılsım-ı Kudret’i kaleme aldı. Hemde bu türde ikinci kitabı olarak. Yıllar önce sahafların raflarında bekleyen bu ‘eski dost’ yenilenen yüzüyle tekrar okurun karşısına çıktı…

Not: Kitap hakkında yazmaya başlamadan önce bir şey söylemek istiyorum. İlk baskısı 2010 yılında yapılan eserin söz konusu baskısı çoktan tükendi. Tekrar basılan bir kitap yerine yeni çıkmış bir kitap şeklinde yaklaşmak daha uygun olur kanaatindeyim.

Yazar Göktuğ Canbaba

O ki Gerçek Ölümdür

Hikaye yaşadığımız, bildiğimiz İstanbul’da geçiyor. Bilmediğimiz ve asıl ilgilendiğimiz konu neleri barındırdığı. Mesela ABT adındaki tarihin tozlu sayfalarında kalmış, kalması gereken eserleri, eşyaları ve benzeri her türlü varlığı toplamaya çalışan bir örgütün var olduğu. Hikayemiz tam da bu noktada başlıyor. Kahramanımız Fransız lakaplı ve Fransız asıllı Frederic adındaki pek de başarılı sayılamayan bir arayıc. Bahsettiğim örgüt için çalışıyor. Pek de yolunda gitmeyen bir kariyere sahip olduğunu da ekleyeyim. Böyle olunca hayatını adadığı ve yıllar süren araştırmasından eli boş dönünce artık iyice sıfıra yakın seyrediyor. Öyle ki hayata dair umut ya da beklentisi yoka düşüyor. Tam da bu düşüncelerle bol bol içtiği bir akşam arkadaşı, arayışlarında ipucu sağlayan antikacı dostu Tilki’den telefon gelir. Elinde Osmanlı dönemine ait belgeler olduğunu, görmek isteyebileceğini söyler. Hiç yoktan iyidir diye düşünerek soluğu antikacı dükkanında alır ve macera başlamış olur.

Tilki’nin bahsettiği belgeleri başta pek ciddiye almaz Fransız. Ancak çok geçmeden nasıl bir işe el attıklarının farkına varır. Başladığı arayış, daha evvel yapılan hiç bir keşfe benzememektedir. Zira işin içinde ciddi ciddi ruhlar alemi, zebanilerin mesken tuttuğu cehennem ve daha nice karanlık kol gelmektedir. Dünyanın karşı karşıya kaldığı en büyük ruhani tehditin içinde, bir kurtuluş yolu arayışı ile ülkenin çeşitli yerlerinde koşturmaca başlar. Karanlık hiç gitmemek üzere çökmek için adeta “son sözleri” bekler. Ve geçmiş bunca hengamenin arasında -yine- kendine rol bulmayı başarır….

Tılsım-ı Kudret ki içinde cehennemden daha korkunç şeyleri saklar. Hem de yıkıma aç ve ölüme ihtiyaçla…

Zamanlar Arası Yolculuk

Göktuğ Canbaba kitabını aynen bu şekilde ele almış. Kurguda yer verdiği bilgilerin, verilerin nerede ortaya çıktığını üstün körü anlatmak yerine kitabı iki farklı bölümde iki farklı zaman dilimini kapsayacak biçimde yazmış. Söz konusu belgeler ile ilgili her gelişmenin ardından ‘aslı budur’ der gibi hikayenin kökenini anlatmış. Bu yazması daha zor ancak başarıyla yapıldığı zaman çok daha verimli bir yöntem. Okurun kafasında hem soru işareti kalmıyor hem de hikaye daha sağlam temellere sahip oluyor. Hele tarihi fantastik yazıyorsanız olayın/olayların aslını bilmek ve bildirmeniz gerekir. İşin tabi bir de anlatma kısmı var. Özellikle Osmanlı döneminde, Tılsım-ı Kudret’in ilk ortaya çıktığı zamana dair olan kısımları çok sevdim. Buralarda kullandığı dildeki şiirsellik ve yarattığı karakterler ile görmek istediğim özgürlüğü yakalamış. Hele Baharat Tüneli müptelaları ayrı güzel olmuş.

Bu Olur Bu

Fantastik eserlerin özgün olma, kendilerine has kimlikleri olma konusunda girişte yer vermiştim. Sanki başka konu yokmuş gibi, elfler ya da orklar olmadan fantazya yazılamazmış gibi sürekli bu metaları, varlıkları ve ya konuları görmek kabak tadı verdi. Hadi diyelim varlar bari konu olarak ortada farklı bir şeyler olsun. O da olmayınca eser vasat olmaktan öteye gidemiyor.

Kitapta bunlardan hiçbirinin olmadığını şimdiden söyleyeyim. Tılsım-ı Kudret’in kendi mekanikleri, dinamikleri var. Evvela söz konusu arayıcılar ve bir nevi hazine avcılığı durumu. Çoğunca Indiana Jones filmlerinden tanıdık gelen mevzuyu yazar kendi hayal dünyasında gayet güzel biçimlendirmiş. Bilmiyorum gerçekten böyle bir meslek, uğraş var mı, varsa bile örgütlü çalışma durumları nedir. Ancak ABT yapılanması, kuruluşu ile birlikte olabilir dediğimi hatırlıyorum. Illuminati havası var orası aşikar lakin onlar değiller. Bunların yanında mekan bildiğimiz topraklar. Güzide(!) metropolümüzde başlayan hikaye ülkenin diğer yörelerinde devam ediyor. Birçok medeniyete ev sahipliği yapmış coğrafyaya saygı duruşu olmuş. Gerçek dünyaya fantazyayı dahil etmek, sıfırdan dünya yaratmaktan daha pratik ve daha çılgınca olabiliyor. Olmuş da. Kitapta bir yer var ki ne demek istediğimi anlayacaksınız.

Bunları fantastik edebiyatın aslında ne olmadığına örnek olması amacıyla sıraladım. İşin içinde illa kılıç kalkan, engin topraklarda ırk savaşları vb. olmak zorunda değil. Siz ne kadar hayal kurabiliyorsunuz mesele bu.

Bunların Dışında

Kitaptaki karakterlere bakacak olursak ilk bölümde, geçmişi okuduğumuz kısımdaki simaları daha çok beğendim. Daha fazla kendi kimliklerine sahip olduklarını hissedyorsunuz. Fransız ve Tilki bunların yanında bir tık daha sönük kaldılar. Anlatım açısından hikaye ile bağımızın kopmadığı okuma seansları vaat ediyor. Bunda gözden geçirilmesinin etkisi mutlaka mevcut. İlk okuduğumda üniversitedeydim. Aradan geçen onca yıldan sonra okudukça yavaş yavaş anımsadım ve o zamanlar şimdiki kadar rahat okuduğumu hatırlamıyorum. Yalnız sonu ile ilgili şöyle bir şey söyleyeceğim, tam olmamış. Açıkçası olayların nihayete erdiği kısım belki de en kritik nokta ancak burada biraz fazla hızlı olmuş. Kitabın genel havasına nazaran daha epik bir son görmek isterim .

Ve tasarımı… İthaki Yayınları kitabı tekrar okurla buluşturmak dışında en başarılı işi kapak kısmında göstermiş. Soluk siyah zemin üzerine kondurulan mücevher ve içindeki detay. Cidden çok şık.

Yazarının da dediği gibi ‘eski bir dost’ Tılsım-ı Kudret. Fantastik edebiyatımızda atılmış en cesur adımlar bir tanesi olduğunu -bir diğeri benim gözümde Barış Müstecaplıoğlu’nun kaleme aldığı Perg Serisi’dir- düşünüyorum. Özellikle kurgusu ile ilgiyi hak eden bir eser. Zira bu tür sadece yabancı yazarların tekelinde değil. İlla çeviri eser beklemek ya da okumak gerekmiyor. Bu çizgi romanda da böyle bilimkurguda da. Mesele hayal kurmakta ve onu şekillendirmekte…

Bu yazı, "İthaki Kütüphanesi" adlı yazı dizimizin bir parçasıdır.

Yorumlar