Adam Sandler Filmlerine Dair Analizler

Adam Sandler ve filmleri söz konusu olunca dünya ikiye ayrılır derler; izlemiş olanlar ve henüz izlememiş olanlar! Yoo… Bir dakika. Bu güzel söz Yüzüklerin Efendisi’nin romanı için söylenmişti. Bu kadar iddialı olmaya gerek yok. Fakat demem o ki, tıpkı Kemal Sunal filmleri gibi bir şekilde denk gelip izlemişsinizdir ya da izleyeceksinizdir. Zaten yazı boyunca birden çok yerde, ikisi arasında benzerlikler kuracağız. Adam Sandler’in bir konuşmada kendisini nasıl tanımladığına bakalım ;

“Benim adım Adam Sandler, özel bir yeteneğim yok ve yakışıklı değilim. Buna rağmen multi milyonerim”

ABD film sektörü göz önüne alındığı zaman, bunun bir şans mı başarı öyküsü mü olduğu tartışılabilir. Fakat ünlü Saturday Night Live’dan pek çok komedyen çıktığı için, eh komedyenlerde yakışıklılık da pek aranmadığı ve hatta genelde tercih sebebi olmadığı için bu durum bir noktaya kadar anlaşılabilir.

Aynı durumdan, zamanında Beyazıt Öztürk’ün de şaka ile karışık şikayet ettiğini hatırlamak gerekir. Cem Yılmaz, Yılmaz Erdoğan gibi diğerlerinin de olduğu bir programda “abi yakışıklı komedyen olmak daha zor” gibi söylemleri olmuştu. Büyük oranda haklıdır da. İzleyici, komedyenin (sıklıkla) kendisini, zaman zaman da bizzat izleyiciyi aptal konumuna düşürmesini ister.

Kekoyum ama para bende bakışı

Bir Tercih Olarak Aptallık

Sandler da bu anlamda istisna değildir. Filmlerinde, en azından temel kabul edeceğimiz tüm komedi filmlerinde kendisi aptalı oynar ve esprinin merkezine oturur. Çok akıllı, zengin, iyi görünümlü karakter değildir. Bunlardan birine sahip ise diğerlerinde mutlaka daha da kötüdür. Örneğin The Longest Yard’da çok zengin bir amerikan futbolu oyuncusudur fakat ahmakça tercihleri, şaşaalı yaşantıya olan saplantısı ve zamanında şike yapması gibi konular uç uca eklenince kariyerine hapishanede devam eder. Zengin ve görece iyi görünümlü olmasına rağmen, ahlaki olarak diplerdedir. Gel gelelim, hapishane içinde kendi tercihleri ve ahlaki yönü ile yüzleşmek zorunda kalacaktır.

Sandler’in aptalı oynamasının temeline inersek, bu noktada kariyerinin ilk filmlerini görürüz.1994 yılındaki Air Heads’te bu süreç başlar. 1995 yılındaki Billy Madison, oteller zincirinin sahibi bir süper zenginin, yetişkin olamamış, aptal ve tembel oğlunu canlandırır. 96 yılındaki Happy Gilmore (ki sonradan kendi film şirketine, kendine esas ününü kazandıran filmlerinden esinlenerek Happy Madison adını verecektir) filmindeki karakteri sonraki yılların özetini çıkarmaya başlar. Gücü ve öfkesini kontrol edemeyen, başarısız bir hokey oyuncusundan, sakinlik ile karizmanın ön plana çıktığı golfçüye dönüşme çabasındaki bir adamı oynar.

“İşte ben buna yüksek kaliteli ve serinletilmiş h2o derim beyefendi”

1998 yılındaki Waterboy ise, Sandler’in aptal karakterlerinde kolaylıkla tepeyi zorlayabilir. Efsanevi Kathy Bates tarafından canlandırılan redneck ve bağnaz bir annenin, evde yetiştirdiği geri zekalı oğludur. Herkes tarafından dalga geçilir, aptal yerine konulur. Büyük oranda öyledir de zaten. Fakat Waterboy, temelde bir aile eleştirisidir. Anne ile dinin prangalarından kurtulmaya çalışan çocuğun, toplumun gerçekleri ile yüz yüze gelmesini konu alır. Waterboy’un bir benzeri olarak 2000 yılındaki filmi Little Nicky’de aptal karakterlerinin zirvesidir. Şeytan’ın insan bir kadından olma oğlu ve varisi! Dünya’ya felaketler getirmesi beklenen o kuvvetli prens. Ve bir aptal. Gerçek, su katılmamış bir aptal ve geek/popüler kültür meraklısı. Doğal olarak kendinden beklentilerin epey uzağında seyreden bir karakter. Waterboy ile ortak nokta olarak, toplumun ve ebeveynlerin beklentisinden uzak kalan bir “çocuğun” kendini ve olması gereken potansiyelini keşfetmesi başroldedir. Zaten filmlerinde, açıktan açığa olmasa da toplumsal normlara meydan okumaya devam edecektir.

Tembelliğin Dayanılmaz Erdemi

Bunun en güzel örneğini 1999 yılında çıkan ve ününü ABD dışına yaymasında büyük payı olan Big Daddy’de görürüz. Büyük bir avukatın (yine ebeveynlerin biçtiği rollerle çelişen çocuk) oğludur, hukuk fakültesini bitirir ve tüm çevresi avukat vs olmasına rağmen işsiz güçsüz takılır. Hukuk bilgisini, geçirdiği önemsiz bir kaza sonrasında aldığı nafakada kullanmıştır ve hiç çalışmadan yaşamını sürdürmektedir. Fakat filmin önemli noktalarından biri de en yakın arkadaşlarının birbirleri ile sonradan çıkmaya başlayan gay bir çift olmasıdır. Ailenin çocuk üzerindeki rolünü sorgulamaya devam ederken, her zaman olduğu gibi toplumsal normları da sarsmaya devam edecektir. Karakterin tüm bu tembelliği ve toplum dışı kalmışlığı, geçici bir süre ile bakımı kendi üzerine kalan bir çocuk sayesinde bir oranda değişecektir.

Mesaj çok net, çocuğunuz ile birlikte duvara işeyebilirsiniz. Size öğretilenleri unutun!

Aptallığın yanı sıra sık kullandığı tema olan tembellik, Big Daddy ve Billy Madison dışında en çok Click’te ortaya çıkar. İyi de bir bilimkurgu/fantastik film olan Click’de gündelik işlerden kaçmayı alışkanlık haline getirmiş bir karakterdir. Sonrasında istemediği zamanlarda günü ile geri sarmasını sağlayan “büyülü” bir uzaktan kumanda sahibi olunca hayatı değişecektir. Her nasıl ki aptallığın ya da eğitimsizliğin aşılabilir bir engel olduğunu sıkça vurguluyor ise  benzer durum tembellik için de mevcuttur. Çoğu filminde tembelliğe karşı nihayetinde hayatı kucaklamanın önemini vurgulayacaktır.

En Sevdiğim Renk Öfke!

Bu iki tema dışında Sandler’in en çok kullandığı ve filmleri arasında ortak nokta sağlayan bir diğer konu da öfke ve kontrolüdür. Yukarıda bahsettiğimiz Waterboy’da cahil bir çocuğun anlamadığı ve kendini kısıtlayan şeylere karşı öfkesini görürken, Happy Gilmore’da bunu alışkanlık haline getirmiş bir karaktere sahiptir. Yine de diğerlerinde olduğu gibi bu temanın da zirvesinde spesifik bir film vardır. Anger Management! 2003 yapımı filmde kendisine Marissa Tomei eşlik ederken, filmin lokomotifi şüphesiz ki tuhaf yöntemleriyle karizmatik bir psikiyatrist olan Jack Nicholson’dur. Bu kez filmde öfkesini sürekli içine atan ve dışarı çıkartamadığı için gittikte ezik bir karaktere dönüşen, beyaz yakalı bir ofis çalışanının hikayesi anlatılır. Yine toplumsal (özellikle iş hayatına dair) normlar ciddi bir şekilde sallanır, sonrasında ise aptallık ve tembellikte olduğu gibi öfkenin de belli oranda kabul edilmesi gerektiği vurgulanır.

Bağırma bana dayı, BANA BAARMA!

Yine de Anger Management, temelde bir aşk filmi sayılabilir. Çoğu filmde bir şekilde aşka yer verilmesine rağmen Sandler’in komedilerinin önemli bir kısmı da romantik-komedi filmleridir. Yani filmin esas öznesi aşktır.

Aşksız Olmaz

Şüphesiz bunların en bilineni 50 First Dates olacaktır. O dönemde çok ünlü olan soundtrack’i de (311 – Love Song) unutulmamalıdır. Gerçek bir çapkın karakterin, tek günlük hafızaya sahip olan bir kadına denk gelmesini konu alır. Bir su parkında veteriner olan Henry için kadınlar, çeşitli taktiklerin denendiği bir çeşit yarışmayken her günü yeniden yaşayan Lucy, yeteneklerini sonuna kadar zorlayan bir deneyim olacaktır. Yine de Dünya’da tüm zamanların en önemli romantik komedilerinden biri olan 50 First Dates, bu konuda istisna değildir. Az önce bahsettiğimiz Click’in esas öznesi aşk değilken sonlara doğru filmin mesajı evrim geçirmektedir.

1998 yapımı The Wedding Singer’da aşk acısını hikayenin merkezine koyarken, 50 First Dates’de başrolü paylaştığı Drew Barrymore ile üçüncü filmleri olan Blended da hem aşk, hem de aile filmi olmayı başarır. Tıpkı bir önceki ortaklıklarında olduğu gibi filmin atmosferi ve tonu çok rahatlatıcıdır. Sandler’in romantik komedilerinin en kayda değer diğer örneği ise Jennifer Aniston ile başrolü paylaştığı Just Go With It (2011) olacaktır. Blended ile benzer bir tema ve renge sahip olsa da aynı şekilde keyifli ve sürükleyicidir. Bu türde en önemli bir diğer filmi ise Spanglish (2004) olabilir.

Akdeniz akşamları, bir başka oluyor… Hele bir de…

Görüldüğü üzere, Sandler’in sürekli tekrarlanan temaları bize net bir şekilde Kemal Sunal’ı hatırlatacaktır. Şaban ve adı Şaban olmasa da benzer karakter özelliklerini taşıyan karakterlerde Kemal Sunal, birbirine çok yakın tiplemeleri oynar. Her nasılsa izleyici olarak bunu benimseriz ve bir noktadan sonra rahatsız edici olmaz ise benzer durum Sandler için de geçerlidir.

Saf Komedi ve Absürtlük Üzerine

Bunların yanı sıra absürd olarak nitelendirilebilecek pek çok filme de imza atmıştır. Kişisel favorilerimden ve sinemada (nedense) en çok eşimle benim güldüğümüz You Don’t Mess with the Zohan (2008) temelde çok değişik bir konudur. İsrail Özel Kuvvetlerinin süper ajanı olan Zohan’ın kadın kuaförlüğüne olan tutkusunun peşinden ABD’ye gelmesi! Fakat filmde çok fazla cinsel gönderme ve espri olduğu ve bunların resmen izleyicinin gözünün içine sokulmasından kaynaklı eleştirilerin odağında olmuştur. Doğal olarak İsrail askeri / Arap terörist teması da rahatsız edici bulunmuştur. Özetle Zohan, ya nefret edeceğiniz ya da yüksek sesle güleceğiniz bir film olacaktır, arada kalan pek olmayacaktır.

Daha yakın dönem filmlerinden Pixels, 80’lerin bilgisayar oyunlarından esinlenerek Dünya’ya saldıran uzaylıları konu alırken Ridicious 6, yine aptalları konu alan bir western filmidir ve kaliteyi iyice düşürdüğü yönünde ciddi eleştiriler almıştır. Yakın dönem filmlerinden The Do-Over’da ise David Spade’in canlandırdığı gerçek hayattan kaçan sıradan bir banka memurunun, kendine yalanlar ile kurmaca bir hayat inşa eden tuhaf arkadaşını canlandıracaktır. Filmin kendi içinde barındırdığı absürtlüğün yanı sıra, Sandler bu kez yine farklı bir rolde karışımıza çıkmaktadır.

Sandler’s Crew

Şüphesiz ki çok tekrarlanan temaların yanı sıra bir de çok tekrarlanan isimler vardır.  Her nasıl Kemal Sunal’ın Halit Akçatepe, Şener Şen, Turgut Özatay, Yadigar Ejder ve Dinçer Çekmez gibi isimlerle yolu sıklıkla kesişiyor ise Sandler’in filmlerinde sürekli gördüğümüz isimler vardır.

Kıyak tayfa, gel deseler işi güce bırakır takılmaya gidersiniz…

Rob Schneider, 14 sefer ile muhtemelen bunlar içinde en çok gördüğümüz isim olacaktır. Deuce Bigalow serisi ve Animal filmlerinden de bileceğiniz Schneider, pek çok Sandler filminde “weird-tuhaf” karakteri canlandırır. Genelde karakterleri ve oyunculuğu aşırıya kaçabilse de canlandırdığı bu sıra dışı tipler, şüphesiz ki herkese göre değildir.

Esasında Kings of Queens dizisi ile ünlü olan tombiş Kevin James (6 sefer) ile de yolları sıklıkla kesişir. James’in kendi başrolünde olduğu Paul Blart serileri de de absürt ancak eğlencelidir.

Diğerlerine göre çok daha ön plana çıkan Steve Buscemi (8 sefer) , Sandler’in tayfası içinde muhtemelen en yüksek profilli olan oyuncudur. Reservoir Dogs, Boardwalk Empire, Sopranos, Big Fish, Big Lebowski gibi pek çok önemli yapımda irili ufaklı rolleri ile bildiğimiz Buscemi’de Schneider kadar olmasa da genellikle tuhaf tiplemeler ile karşımıza çıkmaktadır.

Saydıklarımızın dışındaki diğer önemli isimler ise Eddie Murphy sonrası Holywood’un komik siyahi çocuğu Chris Rock (4), bir diğer tuhaf adam John Turturo (3) ile güzel insan David Spade’dir (5). Bu oyuncular gibi kendi filmleri olmayan ancak Sandler filmlerinde istikrarlı olarak göreceğiniz diğer oyuncular ise Allen Covert (16 sefer), Jackie Sandler (11), Dennis Dugan (8), Kevin Nealon (7), Nick Swardson (8), Peter Dante (12) Henry Winkler (4) ve Jonathan Loughran’dır (12).

Zaten arkadaşlar ile eğlenelim türünde ürettiği Grown Ups ve Grown Ups 2 filmleri de kendi çevresini konu alır. Benzer kadrolar Hotel Transylvania’da da seslendirme yaparken yan yana gelecektir.

Kalite Tartışmaları ve Drama

Şüphesiz ki Sandler filmlerindeki tekrarlanan temaların yanı sıra, ABD’de sayıları ve etkileri az olmayan Yahudi toplumunu da sıklıkla görürüz. Kendisi de Yahudi olan Sandler, sıklıkla Yahudi kültüründen parçaları gösterir ve aynı kökene sahip oyunculara/komedyenlere sıklıkla filmlerinde yer verir.

Nuri Bilge Ceylan havası…

Yahudi mevzusunu işlediği noktalarda, hem kendi kültürünü kucaklar hem de eleştirmekten geri durmaz. Bunun yaparken sıklıkla karikatürize etse de her zaman, karakterlerin ağzından açık bir şekilde eleştiride bulunmaz ya da kültürel referans vermez. İzleyicinin satır aralarını doldurup bağlantıları kurmasına izin verir.

2018 yapımı The Week Of’ta zengin olmayan Yahudi bir aile babasının kızına düğün tertip etmesi sürecini işlerken doğal olarak yahudi bir aileyi ve kültürlerini hikayenin merkezine koyar. Buna rağmen iki saniyelik bir nüans olarak, büyük teyzenin düğün salonundan süslü bardağı çaldığını da göstermeyi ihmal etmez. Yine aynı filmde sokaktan geçen siyahileri düğün davetlisi sanarak (küçük bir yerleşimdeki bütün siyahiler akrabadır herhalde düşüncesi) eve davet etmesi ile yine iğneyi kendine batırırken bir diğer sahnede orta sınıf milliyetçi Amerikalıların, bacakları olmayan bir ihtiyarı hemen 2. Dünya Savaşı gazisi sanarak gaza gelmelerini tiye alır.

Açıkçası, sadece bunlarla kalsa Sandler’in filmografisi ve sanatsal kalitesi tartışmaya açık olabilir. Fakat, zaman zaman ortaya koyduğu bazı parmakla göstermelik yapımlar resmen “istediğim zaman farklı iş ortaya koyabiliyorum” demek için yapılmıştır. Zaten bu tür davranışları, çok popüler olan ancak yaptığı için sanatsal değeri tartışılan pek çok yetenekli insanda görmek mümkündür. İlk aklıma gelen de farklı Richard Bachman adı ile hikayeler yazan ya da zaman zaman korku türünde farklı eserler (Green Mile, Dark Tower gibi) deneyip başarılı olan Stephen King’dir.

Söylemeye gerek yok filmlerinin çoğunda zaten senarist, yönetmen ya da yapımcılığı da üstlenir. Bu şekilde bakılırsa Sandler aynı zamanda tam bir sinema adamıdır.

Bu bağlamda değerlendirilir ise Punch-Drunk Love (2002), Sandler’in ilk çıktığında bir kısım tarafından anlaşılamayıp bir kısım tarafından çok beğenilen ilk farklı filmidir. Filmin türü komedi-drama-romantik olarak geçse de özünde ağır bir filmdir. Kendi halinde yaşayan ve farklı psikolojik problemleri olan bir adam ile oldukça tuhaf başlayan bir telefon ilişkisini konu alır.

Bu filmin eleştirmenler tarafından kabul edilen başarısından sonra, 2007 yılında Reign Over Me’de, pek sevdiğimiz Don Cheadle ile başrolü paylaşır. 11 Eylül terörist saldırılarından sonra tüm ailesini kaybedip tamamen içine kapanan, hayata tamamen küsmüş ve yenilmiş bir adamı canlandırır. Reign Over Me, Sandler’in oyunculuğu ve kalitesi yönündeki eleştirilere karşıt cevap gibi bir filmdir ve Cheadle’ın varlığı da bunu belirginleştirir. Önceki filme göre bile oldukça ağırdır ve tartışılmaz kalitesine rağmen diğer Sandler filmleri gibi kolay izlenebilir bir yapıda değildir.

Abi sen niye Hulk’u oynamaya devam etmedin ki?

Yine çok beğendiğimiz zibidilerden Seth Rogen’ın baş rolünde olduğu Funny People’da komedi filmi olarak geçse ve pek çok yerde çok sıkı espriler barındırsa da Sandler filmografisine göre farklı bir filmdir. Jonah Hill ve Eric Bana’nın da rol aldığı filmde Sandler, çok ünlü bir komedyendir ancak kanser hastasıdır ve gündelik hayattan yorgun düşmüş, yeni espriler bulabilmek için geç komedyenlerden destek almaktadır. Sandler filmografisi içinde, çoğu temayı bir arada bulabileceğiniz önemli bir filmdir.

Dustin Hoffman’ı da barındıran 2017 yapımı The Meyerowitz Stories, iki oyuncunun da kişisel şovunu yaptığı fakat izlemesi emek gerektiren bir diğer yapımdır.

Son Söz

Yazının başında da söylediğim gibi, bir şekilde Sandler filmleri ile yolunuzun kesişmemesi ihtimali muhtemelen yoktur. Zaten filmografisi oldukça geniş ve doğal olarak yazıda filmlerin tamamına yer vermenin imkanı yok. Neredeyse tüm filmlerini izlememe rağmen kendi içinde daha önemli yeri olduğunu düşündüklerime öncelik vermek durumunda kaldım.

Sandler’in size hitap etmediğini düşünüyor iseniz farklı türdeki ya da farklı temaları içeren filmlerine göz atmaktan zarar gelmeyecektir. Üretkenliğini düşünürseniz, mutlaka farklı bir filmine denk geleceksiniz.

Bendeniz, yenileri izlemeye devam ederken sıkıldıkça eski filmleri tekrar izlemekte beis görmüyorum. İzlemesi kolay, can sıkıntısına birebir ve genelde çok sıcak atmosferler. Sıklıkla da mutlu sonla bittiğinden ve doğru mesajlar verdiğinden bahsetmeye gerek yok. Bir film için bunlar yeterli olmalı, öyle değil mi?

Herkese iyi seyirler, atladığımız favori Sandler filmlerini yorumlarda paylaşmayı unutmayın.

Yorumlar