Geleceğin Şehrinden Hikayeler

Bilimkurgu teması içerisinde distopik şehirler karamsar bir gelecek portresi çizerler. George Orwell, Aldoux Huxley, Ray Bradbury gibi büyük yazarların ustalıkla inşa ettiği bu şehirler, sinemaya da uyarlanmış ve birçok eser için de ilham kaynağı olmuşlardır. Bu açıdan 1984 (George Orwell,1949), Cesur Yeni Dünya (Aldoux Huxley,1932), Fahrenheit 451(Ray Bradbury, 1953) edebi camia için güçlü distopya örnekleri sunmuşken, bu eserleri temel alan, Alphaville (Jean-Luc Godard, 1965) , Gattaca (Andrew Nicol, 1997) , Dark City (Alex Proyas, 1998) gibi filmler de başarılı distopik şehirler inşa etmişlerdir. Yukarıda saydığım örneklerden Gattaca epey tartışmalıdır. Aslında insanoğluna daha iyi bir hayat sunan örneklerle dolu olmasına rağmen – Genetik olarak mükemmel bireyler yetiştirme gibi- karakterlerin bu dünyaya bakış açıları itibariyle bu evreni de distopya olarak kabul etmekteyiz. Bu açıdan yönetmenin bakış açısı bir filmin ütopik bir tasavvur mu, ya da distopik bir tasavvur mu kurduğunu belirlememiz için önemli bir etkendir. Sonuçta Fahrenheit 451 (1966) filmini François Truffaut, iyi bir gelecek tasviri olarak yorumlayıp çekseydi, bu onu eutopik bir film yapacaktı. Yine benzer şekilde D.W. Griffith’in meşhur filmi The Birth of a Nation (1915) günümüz ahlaki temelleri çerçevesinde sağlıksız bir kafayla çekilen, ırkçı bir film olarak kabul edilse de, dönemi için gişede iyi iş yapan, başarılı bir filmdir. Yani ahlaki değer yargılarımız, izleyicinin bakış açısıda bu türün şekillenmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Elbette bütün bu tür kalıplarının arkasına yaslanmadan daha gri şehir portreleri ile bizlerle buluşan filmler de mevcuttur.

Dark City (1998)

Dark City (1998)

Metropolis, ve Matrix, izleyicisine her şeyin düzen içerisinde ilerlediği bir toplum vadderek bir eutopya olarak kendini sunarken, Blade Runner, daha filmin ilk dakikalarından itibaren sizi karamsar, kaotik, yozlaşmış distopik bir şehir portresi ile baş başa bırakır. Metrpolis ve Matrix’i izlemeye devam ettikçe, eutopya olarak vadedilen o şehrin kabuğunun kırıldığını ve içinden en az Blade Runner kadar karamsar bir distopya çıktığını görebiliriz. Örnek vermek gerekirse Metropolis, tamamen aydınlık atmosferli bir şehirden manzaralar sunar. Devam eden süreçte işçilerin bir asansör vasıtasıyla yer altına indiklerini ve orada bambaşka bir dünyanın var olduğunu, bu işçilerin birer robotmuşçasına muamele gördüğü bu iş alanında bir köle gibi çalıştırıldığını görürüz. Yer yüzünde her şeyin düzen içerisinde idame ettiği bu huzurlu toplum, çürüklerini yerin altına saklamıştır. Var olan sorunlarını, yorganın altına saklayan bu şehir, robotun uyanışı ve halkın galeyana gelişiyle sırlarını daha fazla saklayamaz ve yorgan altındaki distopya açığa çıkıverir. Bütün o düzen yerle bir olur.

Matrix için de benzer bir durum söz konusudur. Söz konusu gerçeklikte her şey düzen içerisinde ilerlemektedir. İnsanlar meşguldür ve çoğu hayatından memnun gözükmektedir. Yalnızca baş karakter Neo, gerçekliği sorgulamaktadır. Kendisi gibi bir hacker olan Morpheus ile iletişime geçtiğinde gerçeklik arayışına bazı cevaplar bulacaktır. Ona bir ütopya olarak vadedilen sistemin çivisinin çıktığını düşünen Neo, filmin meşhur mavi ve kırmızı hap tercihleri üzerinden Matrix’ten çıkmayı ve gerçekliğe ulaşmayı seçer. Matrix’e geçtiğinde, Morpheus arafından eğitilmeye başlayan Neo, sorularının cevaplarını almaya başlar. Morpheus ona, “Gerçeği nasıl tanımlarsın ? Eğer hissedebildiğin şeylerden bahsediyorsan, koklayabildiğin, tadabildiğin ve görebildiğin, o zaman gerçek, basitçe beynine iletilen elektronik sinyallerdir.” dediğinde Morpheus sözleriyle Neo’nun ütopik dünyasını tamamen yok eder. İlerleyen sahnelerde, gerçekliği bu şekilde açıklayan Morpheus, şehrin gerçekte nasıl gözüktüğüne dair bir görüntü sunar. Tamamen yıkılmış, göğün kararmış olduğu bir şehir portresiyle karşılaşan Neo’nun distopyayla ilk yüzleşmesi böyle gerçekleşir ve durumu kabullenemeyip gerçeklerden kurtulmak ister.

Blade Runner (1982)

Blade Runner (1982)

Öte yandan Blade Runner, distopyasını gizlemek yerine onu olabilecek en şaşalı şekilde izleyicisine sunmuştur. Yaratılan cyberpunk atmosfer içerisinde dedektif Rick Deckard, nihilist bir anlayış içerisinde var oluş mücadelesi veren androidleri yakaladıkça yaşadığı distopyanın ve hayatın amaçsızlığını fark edecek ve bu dünyadaki tek umut ışığı olarak gördüğü başka bir androide bağlanacaktır. Filmin finaline doğru gerçekleşen Rutger Hauer’in nihilist Roy Batty karakteriyle Harrison Ford’un muhafazakar polis karakteri Deckard’ın yüzleşmeleri, iki karakterinde ölümün kıyısında olduğu anda Roy’un, Deckard’ı kurtarması ve kendini kapatması gerektiği anda söylediği, “Siz insanların aklının almayacağı şeyler gördüm. Orion’un yamaçlarında yanan hücum gemileri, Tannhauser geçidinin yakınında karanlıkta parıldayan C-ışınlarını seyrettim. Tüm o anlar zamanla kaybolacaklar, tıpkı yağmurdaki gözyaşları gibi. Ölmek…zaman” diyişi ile varoluşumuzun değersizliğine önemli bir vurgu yapılacak ve filmin atmosferine yayılan o depresif hava daha derinden hissettirilecektir.

Sonuç

Bütün bunları göz önünde bulundurduğumuzda, 1920lerin 1.Dünya savaşı sonrası karamsar topluluğundan, 80lerin punk gençliğine ve günümüzün makineleşmiş insanlarına kadar, bütün bu şehir manzaralarını aktaran sinemanın diğer disiplinlere göre daha başarılı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Akışkan yapısı ve hikayesini süslemedeki yetenekleri itibariyle sinema, hikaye anlatma konusunda hala büyük öneme sahip. İnsan yaşadıkça, şehirlerin yaşayacağını, ancak bu şehirlerin daha karamsar bir gerçeklik sunacağını anlatan bilimkurgu sineması, geleceğin şehirlerini, distopyaları veya ütopyalarıyla insanoğlu için güçlü bir rehber olarak sunmaya devam edecektir. Hikaye anlatmanın temelinde yatan ders verme güdüsünü göz önünde bulundurarak bu hikayeleri doğru anlayabilmek önemlidir. Sinema için karamsar bir gelecek ön görülse de insanoğlunun daima daha iyiye gittiğini tarih bize göstermiştir. Belirli döngüleri izleyerek ilerlediğimiz şu süreçte ütopyaya ulaşma serüvenimizde savaştığımız distopyaların sonunun geleceği ve bizlerin var edeceği mahşerde buluşacağımız düşüncesi hayatı daha yaşanabilir kılacaktır.

Kaynakça

[1] Bilim-Kurgu, sayfa 73-74, yazar Mark Bould
[2] https://tr.wikipedia.org/wiki/FütürizmMarinetti_ve_fütürizm_manifestosu
[3] Bilim Kurgu Sinemasında Siberpunk, sayfa 86-87, yazar Oğuzhan Ersümer
[4] Bilim Kurgu Sinemasında Siberpunk, sayfa 17, yazar Oğuzhan Ersümer
[5] Bilim Kurgu Sinemasında Siberpunk, sayfa 170-171, yazar Oğuzhan Ersümer
[6] https://tr.wikipedia.org/wiki/Ütopya

Yorumlar