Kardeşlikten Öte Bir Dostluğun Hikayesi : City of Violence

“Dublör geçmişli yönetmen/oyuncu Seung-wan Ryoo’nun bu filmi, bize dostluk için yapılabileceklerin sınırlarını öğretiyor.”

Organize suçlar detektifi Tae-su (Jung Doo-Hong), lise arkadaşı Wang-jae’nin (Kil-Kang Ahn) cenaze töreni için doğduğu kasabaya geri döner. Tören esnasında yine çocukluk arkadaşları Pil-ho (Lee Beom-Soo), Dong-hwan (Seok-yong Jeong) ve Seok-hwan (Ryoo Seung-Wan) ile karşılaşır. Eski dostlar hem geçmişi yâd eder, hem de arkadaşlarının kuşku uyandırıcı ölümü üzerine kafa yorarlar. Bu sıradan bir ölüm müdür? Yoksa ortada bir cinayet mi vardır? Araştırma yapmaya başlayan Tae-Su ve ona yardım eden Seok-Hwan şaşırtıcı bir sonuca ulaşır. Wang-Jae’nin esrarengiz ölümünde emri, aslında çok iyi tanıdıkları biri vermiştir.

violence2

Açıkçası sadece afişine bakarak aldığım, çok da beklenti içerisine girmediğim filmlerden birisi olan City of Violence, aksiyon dozu kadar bunu kurguladığı dostluk ve intikam temalarıyla da beni kalbimden vurmuş bir film. Tamam filmde oldukça geniş bir yeri dövüş sahneleri tutuyor, ama bu da filmin aslında bir kara film (film noir) olduğunu değiştirmiyor. Filmin %30’u bittikten sonra görüyorsunuz ki, olay da belli azmettirici de… Ama olay yapısı gereği, kahramanların (biri hariç) gerçekle yüzleşmesi kolay olmuyor. Buna ek olarak filmin başında ve bitişinde yer alan lise yılları flashback’leri olaylara karşı karakterlerin duruşunu aslında daha iyi anlamamızı sağlıyor. Hal böyle olunca film popcorn dövüş konseptinden uzaklaşıyor ve sona yaklaşırken harika estetize edilmiş, yapılabilecek tek tabirle Tarantino’nun damak tadına layık bir kara film çıkıyor karşımıza.

2.7 milyon dolar gibi son derece düşük bir bütçeye mal edilip, 6 milyon dolar civarında hasılat getiren, 2006-2007 arasında Güney Kore’deki 5 ayrı sinema festivalinde toplamda 11 ayrı ödül alan filmden, estetik aksiyon sinemasının tüm nimetlerine rağmen Grindhouse tadı bile alınabiliyor. Her ikisi de dublör kökenli Seung-wan Ryoo ile Lee-beom Soo’nun uzun soluklu işbirliğinden doğan filmin hem dublör performansları inanılmaz, hem de dövüş sekansları yapay olmaktan uzak. Boyuna indirilen yan tekmelerin ya da koşup duvardan sekmelerin bu kadar gerçekçi görünmesi bile beni şaşırttı. Aslına bakarsanız filmde çok fazla şaşırtıcı şey var; filmin ismine aldanmayın, zira film vahşet öğelerini ilginç şekilde açıkça teşhir etmeksizin verilen bir şiddet tasviri kullanıyor. Bunu şiddetin kansız kullanımı anlamında söylüyorum. Zira film çoğu türdeşinden daha az kan içeriyor. Yine şaşırtıcı şekilde film kadın-erkek duygusallığını kullanmaktan ilginç şekilde kaçınıyor ve bununla da takdirimi kazanıyor. Filmde bayanların diyalogları birkaç dakikayı bulmuyor. Filmin o tarz bir duygusallıktan uzak tutulması, ona ne çocukluk günleri hissiyatını kaybettiriyor ne de erkeksi bir intikam duygusunu…

Müzikleri bile filmin sonlarına yaklaşıktıkça uzakdoğu ritmlerinden uzaklaşmaya ve Spagetti Western’lerin vendetta temalarını hatırlatan bir akışa götürüyor. Hatta filmin sonundan bir önceki toplu kavga sahnesinin salt gitar müzikleri ve ağır çekimlerle verilişini gördüğümde bu filmi nasıl olur da Hero’daki gibi “Quentin Tarantino presents”  takısıyla batıda gösterilmemiş diye şaşırdım diyebilirim. Filmin bir aksiyon filmi görünümünde gerçek bir kara film olduğundan bahsetmiştik. Karakterlerin tamamının aslında bir noktada zayıflıkları olduğu ortaya çıkıyor ve bu da eski arkadaşlığı çökertecek olayları saplayacak ortamı hazırlıyor. Tüm bu özellikler ve fazlası yüzünden sona yaklaşılırken aslında ne olacağı içinize doğsa bile filmi asla bırakmıyor, daha da bağlanıyorsunuz. Film misyonu üzere bildik son için tahmin edebileceğinize fazladan bir kurban daha seçerek size son bir dakika golü daha atıyor.

Bu filmi izlemediyseniz kesinlikle izleyin, izlemeyenlere bir şekilde izletin. Ciddi söylüyorum, böyle filmleri her zaman bulamazsınız. Son söz olarak söylemek isterim ki; intikam temasını bu denli estetik ve vurgulu işleyebilen filmler nadir çıkar.

Yorumlar