The King: V. Henry Efsanesi

Netflix’in Outlaw King sonrasında yeni tarihi filmi The King de izleyici ile buluştu. Film için, Shakespeare’in İngiltere kralı V. Henry’nin hayatını tarihi biraz çarpıtarak yorumladığı oyununun değiştirilerek sinemaya uyarlanmış hali diyebiliriz. Yani filmi henüz izlemediyseniz, filmde piyeste geçen olayların bir miktar revize edildiği bir senaryo izlemeye hazır olun. Bu yazıda da ben, daha önceki bazı film yazılarında (Darkest Hour, Vikings 5. Sezon, Vikings İlk Sezonlar) yapmaya çalıştığım gibi biraz The King filminde anlatılan tarihsel olaylardan bahsedip biraz da “bu işler gerçekte nasıldı” geyiği yapacağım. SPOILER uyarımızı yapalım ve konuya girelim.

Ben Tahtı İstemiyorum Yea!

Filmin başında Percy ailesinin kral IV. Henry ile olan çekişmesini ve sonrasında isyanlarını görüyoruz. Film çok tarihi arkaplan vermediğinden izleyicide bir miktar kafa karışıklığı oluşabilir. 1399’da İngiltere kralı II. Richard, soyluların düzenledikleri bir darbe ile tahttan indirilir ve yerine baş karakterimizin babası IV. Henry geçer. Kral, isyan sırasında soylulara verdiği toprak ve servet dağıtımı ile ilgili sözlerin bir kısmını tahta geçtikten sonra yerine getirmez ve bunun ardından Percy gibi soylu ailelerden bazıları bu sefer IV. Henry’yi devirmek için ayaklanır. Filmde bolca bahsi geçen, baş karakterimizin babasına kızma sebepleri arasında da gösterilen mesajlardan “IV. Henry’nin verdiği sözleri tutmaması” kısmı doğru, “halkı düşünmeyen kötü bir kral olması” kısmı ise anlamsızdır. Çünkü ortaçağın sonlarındayız, halkın iyiliğini düşünmek gibi kavramlar henüz ortada yok.

Bu noktada prens Henry’nin isyankar, avare bir oğul olduğu gösteriliyor ki bu kısım Shakespeare’in önceki oyunlarından alınmış ve tamamen günümüz popüler “emo” gençliğinin ana karakterle bir bağ kurabilmesi için tasarlanmış. Gerçekte prensin babasına karşı bu şekilde sevgisiz olup olmadığını bilmiyoruz, ki böyle bir durum varsa da bunun nedeni kesinlikle babasının “halkı düşünmeyen bir kral olması” gibi bir şey olamaz. Prens isyancı ordusuna karşı yapılan savaşa son dakikada geliyor ki gerçekte durum böyle değil, Henry’nin babasıyla birlikte bu isyana karşı kararlılıkla savaşmış olduğunu biliyoruz. Savaş gerçekte oldukça kanlı ve zorlu bir mücadele sonucunda kazanılmış ve hatta prens suratına oldukça ağır bir ok yarası almış. Filmde, prensin düşman soylu delikanlı ile düellosunu görüyoruz. Düello nedeni saçma, Truva filminin başından alışık olduğumuz “ikimiz dövüşelim, ordular heba olmasın” gibi bir mantık ortaçağda kesinlikle yok. (Belki Japonya’da samuraylar arasında bazı mücadelelerde olabilir, orada da büyük savaşlarda tabii ki böyle bir durum yok.)

Zırhlarımızla Birbirimizin Üstüne Atlayalım!

Bunu demişken, ortaçağda düello hiç mi yok? Tabii ki var ve birkaç nedenle yapılabiliyor. İlk olarak, ordular savaşmadan önce iki ordunun da iyi dövüşen cengaverlerinin çıkıp birebir dövüşme geleneği var. Ancak bu dövüşler tamamen savaşçıların kişisel yeteneklerini sergiledikleri bir nevi şov havasında oluyor. Kazanan tabii ki şan şöhret kazanıyor ancak düşman ordusunun bu mağlubiyet sonucu çekilmesi gibi bir olay yok. Bir diğer düello nedeni suçlamalar ve kan davaları. Bir soylu, başka bir soyluyu onursuzluk, adaletsizlik ya da kan davası nedeniyle suçlarsa rakibi ile bu olayı düello ile çözebilir.

Son olarak, bazı ülkelerin yasaları ortaçağda “dövüş ile yargılama” (trial by combat) uygulamasına izin verirdi. Bu durumda da yargıçların belirlediği bir savaşçı ile yargılanan kişi veya onun belirlediği biri dövüşerek meseleyi çözerlerdi. Bu tip dövüşlere her ne kadar fantastik bir dünyada geçse de tarihten de pek çok öğe bulunduran “Game of Thrones”dan alışık olabilirsiniz. Hatırlarsanız Tyrion hem Vale’deki yargılamada hem de Joffrey cinayeti yargılamasında böyle bir dövüş talep ediyordu.

Bu düello ile ilgili son değineceğim kısım, filmdeki düello nedeni tarihsel olarak yanlış olsa da düello yapılış biçimi ve dövüş oldukça gerçekçi tasvir edilmiş. İki ağır zırhlı şövalye gerçekten de düello yaptıklarında önce büyük kılıçlarla birbirlerini devirmeye uğraşırdı. Devirmeye diyorum çünkü o kadar ağır zırhı bu kılıçların delmesinin herhangi bir yolu yok. (Söz konusu olan düello değil savaş olunca ise zaten kılıç yerine bu zırhları delmek için gürz, çekiç ve büyük kargılar kullanılıyordu.) Sonrasında bir taraf, ufak bıçaklar yardımıyla bir şekilde devrilen kişinin zırhında açıklar bulmaya çalışıp öldürücü darbeyi vurmaya uğraşırdı. Biraz saçma bir dövüş şekli, ancak düelloyu büyük olasılıkla böyle yapıyorlarmış.

Fransızlar Bize Top Dedi!

Filmin ilerleyen kısımlarında, Shakespeare oyunun da başladığı bölüme denk geliyoruz. Aynı isimli babası ölen V. Henry tahta çıkar. (Hatta sonrasında tahta çıkacak oğlunun adı da VI. Henry… Çok takılmayın…) Burada durduk yere Fransız kralının, tahta çıkma hediyesi olarak bir top gönderdiğini görüyoruz. Gerçekte elbette olmayan bu hadise, Shakespeare oyunundan alınmış. Ama şöyle bir farkla, film bize doğrudan topun yollandığını ve bir hakaret olduğunu anlatıyor. Oyunda ise Henry’nin Fransa tahtı üzerinde hak iddia eden açıklamaları sonrasında bu top yollanıyor.

Yani film bize masum ve iyi bir Henry gösterirken, oyunda ve tarihte, kralımız öyle çok da “aman ben ne güzel tahtta oturuyordum, nerden çıktı bu hakaretler, şimdi durduk yere bana Fransa’yı işgal ettireceksiniz” dememiş, bizzat kendisi Fransa tahtında hak iddia etmiş. Bir de suikast mevzusu var ki bu da gerçekte ve piyeste Fransız kralının gönderdiği bir suikastçı şeklinde vuku bulmuyor. Tahtta iddiası daha güçlü olan birini başa geçirmek için üç soylunun düzenlemeyi planladıkları komplodan Henry’nin haberi olur ve bu üç kişi de idam edilir. Filmde bu olaylar da Fransa işgaline zemin hazırlayacak şekilde resmedilmiş.

Bu Fransa – İngiltere taht mevzuları uzun hikaye, çok detayına girmeden kabaca tarif etmeye çalışacağım. En tarih cahili okurlar bile bir dönem İngiltere’nin Viking akınlarına maruz kaldığını ve kaosa sürüklendiğini bilir. Bu dönemde bir Fransız dükü ve dolayısıyla Fransa kralının bir vasalı olan Dük William, bu karışıklıktan faydalanarak Britanya adasını işgale çıkar ve bunu büyük oranda başarır. (William the Conqueror ismini belki tarihi oyunlardan ya da bir yerlerden duymuşsunuzdur.) William’ın ardılları İngiltere kralı ünvanını taşırken bir yandan da aslında Fransa kralına bağlıdırlar ancak iki ülkenin arasında deniz olması ve büyük topraklara hükmedilmesi gibi çok temel problemler nedeniyle Fransa kralları hiçbir zaman tam anlamıyla İngiltere tahtında söz sahibi olamaz.

İngiltere tahtında oturan krallar, yine William’ın bir Fransız dükü olması ve Fransa’da toprakları olması sebebiyle bu toprakları da miras alırlar. Sonraları Fransa’da da taht krizleri ortaya çıkmış ve kraliyet evlilikleri aracılığıyla İngiliz kralları da Fransız tahtında hak iddia edebilmiştir. Bunu yapan İngiliz krallar haliyle boş oturmamış, İskoçlarla veya kendi içlerinde savaşmadıkları pek çok zaman Fransa’daki topraklarını genişletmek amacıyla seferlere çıkmıştır. V. Henry de farklı bir şey yapmıyor aslında, ülkede acil bir problem olmadığını görünce Fransa tahtındaki hak iddiasını belirtip orduyu topluyor. Tüm bu çatışmalar tarihte Yüz Yıl Savaşları olarak bilinir ve Jean D’arc ablanın konuya el atması ile çözülür.

Kuşatma Gibi Kuşatma

Filmde en beğendiğim kısım burasıydı açıkçası. Bir kale kuşatmasının gerçekten nasıl bir iş olduğu çok başarılı biçimde anlatılmış. Henry Fransa’ya geçtikten sonra önemli bir nokta olan Harfleur kalesini kuşatmaya alır. Kuşatma, filmde de anlatıldığı gibi beklenenden uzun sürer ve 1415’in Eylül ayı sonlarında biter. Filmde görmüyoruz ancak tarihte bu dönemlerde kuşatmalarda topların kullanılmaya başlandığını biliyoruz, o nedenle Henry’nin kuşatma silahları arasında mancınıkların yanı sıra bir miktar top da olduğunu varsayabiliriz. Yardıma gelen bir Fransız ordusu olmadığını gören kale ahalisi, kalenin saldırı sonucu düşmesi durumunda kurtulma şansları olmadığını düşünerek teslim olur.

Bu noktadan sonra işler Henry için iyi gitmez. Savaş ayları sona ermiştir, kış yakındır, henüz sadece tek bir kale ele geçirmiş ve Fransız ordusuyla yüzleşememiştir. Bu şekilde yılı kapatırsa alay konusu olacaktır ve bu nedenle bir miktar iç bölgelere ilerleyip yağma yapmak ister. Fransızlar ise bunun için hazırlıklıdır, zaten ordularını toplamış ve Henry’nin iç kısımlara yürümesini beklemektedirler. Kısa bir ilerleyişin ardından Henry tuzağa düştüğünü fark eder. Fransız ordusu hızlı bir şekilde yol alır ve iç bölgelerdeki İngilizlerin kıyıya çekilme yolunu kapatır. Artık Henry bir şekilde geri dönerek sayıca üstün düşmanla yüzleşmeli ve bu kıskaçtan kurtulmalıdır.

Agincourt Muharebesi

Filmde anlatıldığı haliyle muharebe, izlemesi gerçekten keyifli sahneler içeriyor. Bu kısımlarda filmden çok fazla not kırmadım ancak gerçek muharebenin hikayesi de oldukça heyecanlı iken neden bu olayları gerçeğe uygun olarak anlatmadılar bunu pek anlayamadım. Yine de filmde gördüğümüz Agincourt savaşı kötü bir tasvir değil, “Battle of Winterfell” gibi akıl tutulması da yaşamıyoruz izlerken. Ama haydi gelin, gerçekte nasıl olmuş bir bakalım, hangisinin daha heyecanlı olduğuna siz karar verin.

Bir kere filmin başından beri gördüğümüz John Falstaff karakterinin Shakespeare’in kurgusal bir karakteri olduğunu belirtelim. V. Henry oyunu öncesinde yazdığı ve prensin gençliğini onu asi bir genç olarak anlatan oyunlarında Henry’nin yanında ayyaşlık eden bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Film, bu abiyi savaşın da başrolüne koymuş durumda. Onun hazırladığı bir plan ile savaş kazanılıyor. Gerçekte ise durdukça durumun daha da kötüleşeceğini bilen Henry, düşmana saldırmak zorunda kalıyor. Ancak saldırı için seçtiği yer ve zaman oldukça zekice, iki yanı da ormanlarla çevrili bir arazide ve yağmurdan hemen sonrayı seçiyor.

Henry ilk olarak okçularını, Fransız hatlarına çok rahat atış yapabilecekleri bir konuma ilerletiyor ve burada kazıklar çakarak süvari hücumundan korunmalarını sağlıyor. Bu ilerleme sırasında Fransızlar neden sadece izledi ve saldırıya geçmedi? Neden İngiliz uzun yaylarının (longbow) onları rahatça vuracağı noktaya kadar İngilizlerin yürümesine izin verdiler? Bu soruların cevapları net değil ve ancak fikir yürütebiliriz. Muhtemelen İngiliz ordusunun harekete geçtiğini gördüklerinde onlar da saldırıya geçmek üzere toparlanmaya başladılar ancak bu toplanma işi çok uzun sürdü. Tüm süvari kuvvetlerinin bir araya gelmesini ve toplu bir hücum yapmayı beklemiş ve bu arada çok zaman kaybetmiş olabilirler.

Sonuçta, İngiliz okçuları rahatça ilerler, Fransızlara yaklaşır ve atışa başlarlar… Filmde savaş sahnesiyle ilgili canımı sıkan tek nokta İngiliz okçuların havaya ateş edip düşen okların düşmana zarar vermesiydi. Gerçekte o dönemin okçularını günümüz keskin nişancılarına benzetebilirsiniz. Hepsi yıllarca hedef vurmak üzerine pratik yapmış kişilerdir. Hiçbiri, havaya ateş edip okun ivme kaybetmesine neden olduktan sonra bir şekilde düşmanın zayıf bir noktasını vurmayı ummaz. Gerçekte de İngiliz okçuları doğrudan düşman üzerine ok yağdırır ve Fransızları ciddi şekilde taciz eder. Bu oklardan kurtulmanın en basit yolu olarak Fransız ön safları bir süvari hücumu yapmaya çalışır ancak iyi bir düzen içinde olmayan bu hücum İngilizlerin önlerindeki kazıklar, yerdeki çamur ve okçuların iyi nişanlanmış atışları sayesinde durdurulur.

Bu olayları gören ve çamurda debelenen süvarilerinin okçular tarafından delik deşik edildiğini fark eden Fransız ordusunun ikinci hattı da saldırıya geçer. Çamur ve cesetler Fransızları yavaşlatır ve ikinci hat da ilki gibi düzensiz bir saldırı yapar. Bu sırada İngilizlerin az sayıdaki zırhlı şövalyeleri saldırıyı göğüslemekte, İngiliz okçuları ise yanlardan Fransızlar üstüne ok göndermeye devam etmektedir. Sonunda okları tükenen okçular, kralın emriyle ve onunla beraber savaşa katılır ve ortalık iyice karmaşaya bürünür. Fransız ikinci hattı da kısa sürede yok edilir. Tüm bunları gören Fransız ordusunun kalan kısmı ise geri çekilir. Filmde eski Cedric Diggory ve Alacakaranlık vampiri Edward, yeni Batman olan Robert Pattinson’un canlandırdığı Fransız prensi savaşta ölürken gerçekte böyle bir şey olmaz.

Not: Normal şartlarda yay okları, dönemin plaka zırhlarını delecek güce sahip değil. Ancak dediğim gibi, defalarca ve bu savaşta olduğu gibi yakın mesafeden atış yapıldığında elbet bir şekilde zırhın iyi korumadığı kısımlardan vurulma ihtimali var. Bunun yanında atların da insanlar kadar zırhlı olmadıklarını ve vurulduklarında devrilerek binicilerini de sakatlayabildiklerini hatırlatalım.

Henry, Kral, Piyes ve Efsane

Agincourt kesin bir İngiliz zaferi olmuştur ve savaş sonunda pek çok Fransız tutsak, onlara bakılacak imkan olmadığından ve kesin bir mesaj verme amacıyla topluca idam edilir. Sonrasında Henry hem Fransız kralı ile müzakereye hem de artık ordusu yok edilmiş olan Fransa’ya ara ara saldırılar düzenlemeye devam eder. Rouen şehrini kuşatırken Agincourt savaşında esirlerin öldürülmesine benzer yine zalim bir karar verir ve şehirdeki çocuk ve kadınların açlıktan kırılmalarına ve binlerce kişinin ölmesine sebep olur. Kısacası, Henry filmde anlatıldığı gibi iyi yürekli biri kesinlikle değildir, umarım bunu kavramışsınızdır. Shakespeare de zaten piyesinde kralın iyiliğine değil kahramanlığına ve savaşçılığına vurgu yapıyor. Birkaç yıl sonra müzakereler sonlanır, Henry Fransa’daki topraklarını genişletir ve Fransız prensesi de eş olarak alır. Film sonunda bize gösterilen baş danışmanın Fransa işgali için gizlice Henry’yi kışkırtmış olması da haliyle gerçek değil.

V. Henry, haliyle Agincourt muharebesini kazanması ile zaten oldukça ünlü ve büyük bir İngiliz kralı olarak görülüyor. Shakespeare’in oyunlarında onun gençliğine ve hayatına odaklanması ve onu övmesi de popülerliğini oldukça artırmıştı. Piyesde geçen, Henry’nin savaş öncesinde askerlerine çektiği nutuk çok ünlüdür:

“From this day to the ending of the world … we in it shall be remembered, we few, we happy few, we band of brothers; for he to-day that sheds his blood with me, shall be my brother” (Bugünden itibaren dünyanın sonuna dek, biz hatırlanıyor olacağız, azız ancak mutluyuz, biz kardeşler birliğiyiz, çünkü bugün benimle kan döken herkes, benim kardeşim olacaktır.) Bu sözler, 2. Dünya Savaşı ilgililerinin bileceği üzere Amerikan paraşütçülerinin hikayesini anlatan “Band of Brothers” dizisine de ismini vermiştir. (Dizinin son bölümü sonrasında yayınlanan gazi röportajları kısmında askerlerden biri piyesde geçen bu sözlere alıntı yapar ve dizi ile uyarlandığı kitap da isimlerini bu konuşmadan alırlar. İzlemediyseniz bu diziyi de şiddetle tavsiye ederim.) Bu ünüyle V. Henry, ortaçağ’daki sayılı büyük savaşçı – kral’lar arasında gösterilir.

The King ve genel olarak V. Henry ile ilgili anlatacaklarım bu kadar. Sonuç olarak filmi beğendim mi? Benim cevabım kuşatma sahneleri ve çatışma sahnelerinin genel anlamıyla iyi olması nedeniyle evet, fakat öyle favori tarihi filmlerim arasına girmeyeceği de bir gerçek. Bir Master and Commander, Saving Private Ryan değil kısacası… Outlaw King hem heyecan hem de tarihsel gerçeklere uygunluk açısından daha tutarlıydı diyebilirim. Sizin de yorumlarınız varsa aşağıda belirtmeyi ihmal etmeyin… Görüşmek üzere!

Yorumlar