DC Süper Kahraman Dosyaları: Batman
Milyarder işadamı Bruce Wayne, günlerini partilerde, eğlencelerde baba parası yiyerek geçirmekte ve sıradan Gotham halkının çektiği acılara, şehirdeki yolsuzluk ve suç dalgasına göz yummaktadır. Ama Wayne hakkında kimsenin bilmediği bir şey vardır: O, Gotham gecelerinde suçluların yüreğine korku salan, dünyanın en büyük dedektifi Batman’dir. Korkutucu bir yarasa kostümü ile sokaklarda devriye gezen kahramanımız, sonsuz parası ile yaptığı çeşitli özel cihazı da kullanarak suçla savaşır. Bu savaşında da Batman’e yardımcısı Robin eşlik eder.
Bugün dünyanın en popüler süper kahramanı olan Batman’i tanıtmaya çok da gerek yok aslında. Bu durumu büyük ölçüde filmlere borçlu olan Batman, uzun süre Superman’in gölgesinde kalmıştır. Sebepse oldukça basit…
“Kanka Bize Bir Superman Daha Yapsana Ya!”
Yıl 1939. Daha sonra ismi DC Comics olarak değişecek olan National Comics ofisleri neşe içinde. Bu mutluluğun kaynağı kısa bir süre önce Jerry Siegel ve Joe Shuster ikilisi tarafından yaratılmış olan Superman. Çizgi roman dünyasına bomba gibi düşen Kripton’lu kahramanın maceraları Amerika’yı kasıp kavuruyor adeta. Siegel ve Shuster, farkında olmadan süper kahraman kavramını icat ediyorlar. Fakat bir gerçek var ki o da hiçbir yayınevinin tek bir derginin omuzlarında yükselemeyeceği.
İşte bu yüzden o dönem, editörlükten Bob Kane’e verilen görev çok netti. “Git bize yeni bir Superman yarat!” denmişti. Kane ise görünüşte Superman olsa da işlevsel olarak Johnston McCulley’in 1919 tarihli “The Curse of Capistrano” isimli romanı vasıtasıyla okuyucuyla ilk defa buluşan Zorro’nun modern çağda geçen bir uyarlamasını yapmak istiyordu. Kane’in yeni kahramanı Superman benzeri bir kostüme sahip olsa da bir uzaylı olmayacaktı. Aynı Don Diego de la Vega gibi sıradan insanların dünyasından haberi olmayıp sadece gönül eğlendirmekle ilgilenen bir kişiliğin altında geceleri kostümünü giyip haksızlıklara karşı savaşan, yakın dövüşte usta ama son derece de zeki bir dedektif yaratmak istiyordu. İsmini de “The Bat-Man” olarak düşünmüştü, yine Zorro’nun isminin “Tilki” anlamına gelmesinden esinlenerek.
Batman’ın bu ilk hali bugün bildiğimiz karakterden oldukça uzaktır. Kane’in ilk eskizlerinde karakterin kostümüne kırmızı tonları hâkimdi. Kırmızının yoğun kullanıldığı bir ceketi ve yine kırmızı pantolonları vardı bu Batman’in. Eldivenleri ve meşhur kemeri henüz yoktu. Botları, kanatları ve maskesi siyahtı. Maske derken, çoğu altın çağ kahramanı gibi domino stili maskeyi benimsemişti ve başı açıktı. Öte yandan pelerin yerine de Kane’in Leonardo da Vinci’nin çizimlerinden esinlenerek hazırladığı kanatları vardı.
“Ormanda Batman On Kaplan Gücündedir” Derler…
Bugün Batman’ın yaratıcısı Bob Kane olarak bilinse ve Batman, fikir olarak Bob Kane’den çıkmış olsa da kaderin bir cilvesi bu kahramanın yaratılışına Kane kadar, hatta belki de çok daha fazla katkıda bulunan Bill Finger’ın isminin hafızalarımızdan silinmesine sebep olmuştur. Finger, Batman’e baktığında çok daha karanlık ve mistik bir karakter görüyordu. Komik giyinen bir dedektiften ziyade suçluların neredeyse doğaüstü korku duymasına sebep olacak bir karakter istiyordu. Bob Kane, modern bir Zorro hayal ederken, Bill Finger’ın kafasında başka bir klasik suç savaşçısı vardı. O da Lee Falk’ın okuyucularla 1936 tarihinde buluşan meşhur kahramanı “The Phantom”du.
Bu yolda Finger, orijinal fikre pek çok düzeltme yapmıştır. Batman’in ailesinin suçlular tarafından katledilmesi ve kahramanımızın bundan sonra suçlularla savaşmaya, bir nevi, yemin etmesi; aslında ilk Phantom’un orijin hikayesi ile neredeyse aynıdır. Finger’a göre Phantom, olağanüstü güçleri olmamasına karşın suçluların yüreğine doğaüstü korkular salan, hatta bu konuda çağlar boyunca efsaneleşen, gizemli bir kahraman tiplemesine çok iyi bir örnekti.
Finger, daha sonra kostüme girişti. Amaç, Batman’i çok daha karanlık bir karakter yapmaktı. Önce maske gitti. Yerine tüm yüzü örten yarım kapüşon geldi. Finger’ın Batman imajına en büyük katkılarından birisi ise gözleri çizmemesidir. Batman’in gözleri, The Phantom’da olduğu gibi maskede birer yarıktan ibarettir. Böylece ne düşündüğünü asla anlayamayız.
Bill Finger Diyor ki: “Tarz Deyılsın Batmancım!”
Akabinde ise kostümün renkleri değişti. Finger, kostümün böyle bir kahraman için fazla parlak olduğunu düşünüyordu. Kane ise kırmızı ile siyahın iyi gittiği görüşündeydi. Tartışmayı Finger kazandı. Kırmızılar gitti ve kostüm siyah ve gri tonlarına kavuştu. Kanatların aksiyon sırasında çok aptalca gözükeceğini düşünen Finger, Batman’e kanatların benzeri bir tasarıma sahip bir pelerin vermeyi de ihmal etmemiştir. Son olarak detektif olması planlanan Batman’in çıplak ellerle dolaşıp olası delillere zarar verebilmesi de Finger’ı rahatsız ettiğinden kahramanımıza eldiven ilave edilmiş ve Batman günümüzde tanıdığımız kahramana biraz benzemiştir.
Ancak kuşkusuz Bill Finger’ın Batman’e en büyük katkısı ismini bulmak olmuştur. Gotham’ın zenginlerinden olması gereken kahramanımızın ismi asalet çağrıştırmalıydı. Bruce Wayne ismi, İngilizlere karşı ayaklanan İskoç kralı Robert the Bruce ve koloni döneminin ünlü Amerikan generali Anthony Wayne’in aile adlarının birleşimidir. Böylece Amerikalı kulaklarda kahramanımızın ismi hem asil hem de kadim bir tınıya sahip oluyordu.
Bir Kahraman Doğuyor
Nihayet 1939 yılının Mayıs ayında piyasaya çıkan “Detective Comics #27”nin sayfalarında okuyucuyla kavuşur Batman. Bu ilk maceranın ismi “The Case of the Chemical Syndicate”dir. Dönemin ruhunu gayet iyi yakalayıp daha geniş kitlelere hitap etme potansiyeli olan Batman, yayınevinin ikinci büyük başarısı olur.
Ancak bu ilk senesinde Batman, hem görsel hem de kişilik olarak oturmamuş, tanıdığımız Batman olmamıştır. Dick Sprang ve Jerry Robinson gibi sanatçıların bantlarda hayat verdiği, bir yandan da Bob Kane ve Bill Finger tarafından Detective Comics sayfalarında geliştirilen Batman’in evrilmesi bir yıl kadar sürer. Kane, önce “Detective Comics #29”da Batman’in meşhur, alet kemerini yaratır. Bu sayede bir yan etki olarak sarı renk de katılır kahramanımızın kostümüne.
1939 senesinin eylül ayında okuyucu ile buluşan “Detective Comics #31” sayfalarında ise kahramanımız kendi icat ettiği, bumerang tarzı bir silah olan Batarang’ı kullanmaya başlar. Zaman içerisinde bu silah Batman’in alamet-i farikası olur. Aynı sayıda Batplane ile de tanışırız. Böylece Batman’in bir yerden bir yere gitmek için kendi tasarladığı süper araçlar kullandığını öğrenir okuyucu. Bruce Wayne, çok zengin olduğu için bu araçları üretmesi veya satın alması makul karşılanır.
Kahramanımızın orijin hikayesini merak edenler aynı yılın kasım ayında okuyucunun eline ulaşan “Detective Comics #33” sayfalarında muratlarına ererler. Bill Finger tarafından kaleme alınmış bu macerada Wayne ailesinin sıradan bir gaspçı tarafından nasıl öldürüldüğünü öğreniriz. Genç Bruce’un ailesinin mezarı başında onların ruhları adına ant içip bundan böyle hep kanunsuzlarla savaşacağını ilan ettiği sahne klasik The Phantom sahnesinin neredeyse aynısıdır.