Le Guin Soruyor Rüyalar Gerçek Olsa?- Rüyanın Öte Yakası

“Her şey rüya görür. Şeklin, varlığın oyunları, maddenin rüya görmesidir. Kayalar kendi rüyalarını görür ve yeryüzü değişir… ama zihin bilinçli hale geldiğinde, evrim ivme kazandığında, işte o zaman dikkatli olmanız gerekir. Dünyaya karşı özenli olmanız gerekir. Yolu yordamı öğrenmelisiniz. İşin püf noktalarını, sanatını, sınırlarını öğrenmelisiniz. Bilinçli bir zihin, bilerek ve özenle bütünün bir parçası olmalıdır – tıpkı kayanın bilinçsiz olarak bütünün bir parçası olması gibi.”

Zihnin en karanlık ve bilinmez noktalarının ürünü olduğuna inanılan ve gerek metafiziğin gerekse pozitif bilimlerin araştırma konusu olan rüyaların, hayatımızdaki yerini hiç düşündünüz mü? Açıklanamaz ve gizemlerle dolu ama yine de gündelik hayatlarımızın sıradan birer ögesi haline gelmiş rüyalar, kimi mitlerde ve hatta günümüz toplumlarında bile zaman zaman insanların yaşayış biçimlerini değiştiren birer etken olagelmiştir. Rüyaları vasıtasıyla gelecekten haber aldığını iddia eden, rüya tabirleriyle kafayı bozan, lüsid rüya (kişinin gördüğü rüyanın bilincinde olması ve hatta rüyasındaki gerçekliği değiştirebilmesi hali) deneyimlerine girişen insanlar hâlâ hepimizin etrafında mevcut. Peki ya gördüğünüz her bir rüyayla, var olduğunuz gerçekliği her seferinde yeniden şekillendirebilme gibi bir gücünüz olsaydı? Şüphesiz, rüyaların kontrol edilebilir olması  durumunda bu herkesin hayali olurdu. Bu durumda herkesin rüyasındaki gerçekliğin etkisinde, birbirinden farklı sayısız alternatif gerçekliğin içinde mi yaşardık? Yoksa kendi gerçekliğimiz içinde mi?

Yazar Ursula K. Le Guin

Yapıtları modern zamanların en büyük klasikleri haline gelmiş, çağımızın en yetenekli ve hayal gücü en sınırsız yazarlarından olan Ursula K. Le Guin, işte bu soruların ışığında geliştirdiği bir kurguyla çıkıyor karşımıza “Rüyanın Öte Yakası”nda. “The Lathe of Heaven”, ilk olarak Amerikan bilimkurgu dergilerinden Amazing Stories’te seriler halinde yayınlanıyor. Ardından roman, 1971 Nebula ve 1972 Hugo ödüllerinde adaylıklar alıyor ve 1972’de en iyi roman dalında Locus Ödülü alıyor.

Romanın orijinal ismi olan “The Lathe of Heaven”ın dilimizdeki birebir çevirisi “Cennetin Çarkı”. Bu tabir, romanın üçüncü bölümünün girişinde alıntılanmış olan  Chuang Tzu yazınlarında geçiyor: “…To let understanding stop at what cannot be understood is a high attainment. Those who cannot do it will be destroyed on the lathe of heaven.” Bu tabirin yer aldığı alıntı (ve esasen romanın bütünü), Metis Yayınları tarafından, Aylin Ülçer’in muazzam çevirisiyle bizlere sunulmuş ve isim olarak birebir çeviriden uzaklaşılarak gayet uygun bir isim seçilmiş romana. Ancak kitapta söz konusu alıntı, “…Anlaşılamayan karşısında anlama gayretinden vazgeçmek yüce bir meziyettir. Bunu başaramayanlar cennetin kamçısıyla yok olup gidecektir,” şekline çevrilmiş.

Çevirmenin neden “çark” anlamına gelen “lathe” sözcüğü için “kamçı” sözcüğünü tercih ettiğini anlayamadım. Oysa “cennetin çarkında yok olup gitmek” de oldukça uygun bir karşılık olabilirdi. Her neyse, bunlar bir çevirmenin, okuduğu romanlarda bile bir lanet gibi yakasına yapışan “mukayese” illetinden kaynaklanan önemsiz ayrıntılar. Ben sizi esas konudan uzaklaştırmış olmayayım.

Kitabın orijinal kapağı

Hikâye, 1970’ler tarzı yaşayan 2002 yılının ABD, Portland şehrinde geçmektedir. Dünyada, Mısır ve İsrail’in İran’a karşı birleştiği büyük bir savaş devam ederken, olayın geçtiği üç milyonluk Portland şehri de oldukça gri, sürekli yağış alan, distopik bir arka fonun her şeyiyle kendini gösterdiği, yoksul nüfusun protein eksikliği sebebiyle çeşitli hastalıklardan mustarip olduğu bir yerdir. Bu şehirde bir teknik ressam olarak hayatını idame ettiren George Orr, bir süredir gerçekliği değiştiren “etkili” rüyalar görmektedir ve bu durumdan rahatsız olduğu için usulsüz olarak birtakım ilaçlar kullanmaktadır. İlaç kullanımının kısıtlandığı bu dünyada yaptığı şey çok geçmeden ortaya çıkar ve George, ceza almamak için GTT’ye yani Gönüllü Terapi Tedavisi’ne katılmak “zorunda” bırakılır.

Aynı isimli 1980 yapımlı filmden bir kare

George terapilerini, işinin ehli bir psikiyatr ve meraklı bir bilim insanı olan Dr. William Haber’la sürdürür. İlk başta George’un “etkili” rüyalarına kuşkuyla yaklaşan Haber, çok geçmeden gerçeği fark eder ancak durumu anladığını belli etmez. Çünkü George’un rüyalarıyla değiştirdiği gerçeklikler yalnızca kendisi tarafından fark edilir. Değişime maruz kalan diğer insanlarsa, gerçekliğin zaten hep o şekilde olduğu algısına sahiptirler. Dolayısıyla kendini ya da bu farklı durumu kimseye izah edemeyen George, Haber’ın deneylerinin bir kobayı olmaktan öteye gidemez. Haber, George’a kendi geliştirdiği ve Artırıcı dediği bir makineyi bağlar ve ona kendi telkinleriyle gidişatını etkileyebildiği “etkili” rüyalar gördürür.

Ancak sözde dünyayı daha iyi bir yer yapma gayretiyle ve George’tan izinsiz giriştiği her bir deneyle sonuç beklenenden çok farklı olur. Çünkü dikkatle verilmeyen telkinler bambaşka sonuçlara sebep olmaktadır (örneğin Haber, George’a ırkçılığın olmadığı bir dünya telkini yaptığında, herkesin teni açık gri bir renk alır). Sürekli değişen bu gerçekliklerin ve işin içine Haber’ın büyük ölçüde bilimsel merak kaynaklı açgözlülüğünün karıştığını anlayan George, Heather Lelache isimli bir avukattan yardım almak ister. Zamanla Heather’la aralarında gelişen duygusal yakınlığın da etkisiyle, Haber’a ve yöntemlerine karşı bir mücadeleye girişirler.

Rüyanın Öte Yakası, hayranlarının zaten fazlasıyla alışkın olduğu güçlü Le Guin anlatımı ve kusursuz kurgusu ile karakter gelişimi açısından mükemmel bir eser. Böylesi kusursuza yakın eserleri sinemaya adapte etme konusunda çok özenli davranmak gerekir tabii ama bu özen birçok iyi yapıta verilmediği gibi söz konusu esere de verilmemiş elbette. Benim bir türlü seyretmeye cesaret edemediğim, 1980 ve 2002 tarihli iki televizyon filmi uyarlaması mevcut. Seyredip beğenmiş olanlar ya da kitapla mukayese edebilecek olanlar yorum kısmına düşüncelerini yazabilirler, ben de fikir sahibi olmuş olurum.

Ayrıca repertuvarında bilimse, siyasi ve felsefi eserlerin sahne uyarlamalarını barındıran New York kökenli tiyatro grubu Untitled Theater Company #61, eseri başarılı bir şekilde tiyatroya uyarlamış. Öncesinde Philip K. Dick’in “Androidler Elektrikli Koyun Düşler Mi?” gibi bir eserini de sahnelemiş olan grup, böylesi zor ve görselliği hayli kuvvetli bir eserle de seyircilerin karşısına çıkma cesaretini göstermiş.

Şimdiden herkese keyifli okumalar.

Yorumlar