Geostorm – İzlemeye Değer mi?

Holywood’un son “blockbuster” kıyamet filmine hoş geldiniz. Daha önce Independence Day : Resurgence yazımda şöyle bir şey demiştim;

“Neden bilmem tırt oyunculuklar da olsa, tutarsızlıklar da olsa, içleri genelde klişe dolu da olsa ben bu tür kıyamet filmlerini seviyorum. Tabi B sınıfı olanları değil ancak Godzilla, The Day After Tomorrow, 2012 gibi büyük bütçeli olanlara genelde olumlu yaklaşırım. Bu tür büyük olayların meydana gelmesi neticesinde oluşan sınırsız olasılıklar, karakterlerin çok belirgin motivasyonları olması gibi etkiler sanırım izlemesini kolaylaştırıyor.”

Esasında Geostorm’u aklımda hiç izlemek yokken bir anda “demek kıyamet filmi, ooo gökten uçaklar düşüyor, amanın uzay istasyonu da mı var” diye bir anda kendimi sinema salonunda buldum. Buradan bir dipnot, artık o telefonlarla sinemada oynamayı bırakamayacak mıyız? Her filmde birileri telefonun ışığını arkadakilerin yüzüne tutmaktan vazgeçmez ise sinema seyircisi azalacaktır. Neyse bu konuya başka zaman geleceğiz.

Geostorm’un hem yönetmen hem de senaristi, Roland Emmerich (Stargate, Godzilla, Independence Day) ile birlikte pek çok sefer yapımcı olarak çalışmış olan Dean Devlin. Yani o beğendiğimiz projelerden çoğunun arkasında izi bulunan biri olarak, türe hiç de yabancı değil.

Gel gelelim ilgili türün üzerine hiç bir şey katmadan, vasat senaryo ve bolca klişe ile ilerleyince filmi Gerard Butler, Ed Harris ve Andy Garcia bile kurtaramıyor.

Dev dalga, bu kez adresi Dubai. Az reklam yapalım demişler…

Senaryo ve Hikaye

Yazının bu kısmında biraz spoiler olabilir ancak bu tür filmlerde hiç bir zaman büyük bir pilot beklememeniz gerektiğini bilmelisiniz. Esasında film, başında iyi bir fikir ile başlıyor. İnsanoğlu, Dünya atmosferini dikkatsiz ve tamahkar tavırları ile kalıcı olarak bozmuştur. 2019 yılında da bunu geri döndürmek için 17 büyük ülkenin katkıları ve temelde ABD/Çin ortaklığı ile birlikte Hollandalı Çocuk (Dutch Boy) adında bir teknolojiyi hayata geçirirler. Hollandalı Çocuk, çoklu mühendislik becerileri olan Jake Lawson’ın (Gerard Butler) projesidir.

Bu teknoloji, Dünya yörüngesini bir ağ gibi saran binlerce uydu ve bunları kontrol eden bir uzay üssünden oluşmaktadır. Bu uydular yerine göre bölgesel olarak ısıyı arttırmak ve ya azaltmak için kullanılmaktadır. Başlangıç olarak iyi bir fikirle başlayan film, hemen başında politikacılarla ve iletişimde sorun yaşayan Jake’in, komisyon tarafından projeden atılması ve yerine hem hırslı hem de çok zeki olan kardeşi Max Lawson’un (Max Sturgess) atanması ile birlikte saçma bir aile dramasına girer.

3 yıl kadar sonra sistem hatalar vermeye başlar, yazın ortasında bir Afgan köyü tamamen donar. Sonrasında uyduları incelemekle görevli bir teknisyen uzay üssünde öldürülür. Bu noktada hikaye polisiyeye dönüşme eğilimi taşır zira ortada bir suç vardır. Tabi uydular bozulduğu için artık alakasız işler yapmakta olan Jake’i tekrar projenin başına çağırırlar.

IŞIN ATAN UZAY ÜSSÜ! Şerefsizim benim aklıma daha önceden gelmişti.

İlk ciddi tutarsızlık da hemen burada başlıyor. Ne kadar zor karakter olsa da Dünya tarihini değiştiren projeyi tasarlayan ve yürüten adamı hiç bir özel şirket tepe pozisyondan işe almadı mı? Farklı teknolojiler geliştireceği birimlerde, görece olarak ucu açık kaynaklar ile çalışması istenmedi mi? Başka ülkeler, bir şekilde bu adamdan yararlanmak istemedi mi? Yapmayın ama özel sektörün gücünü çok azımsamışsınız. Bu kadar spesifik bir adam, alakasız bir kasabada yaşlılar için araba tamiri yapmaz, yapamaz. Eşyanın doğasına aykırıdır.

Velhasıl Jake tekrar proje başına geçer, tabi ki doğal olarak o sürede eşinden ayrılmıştır. Küçük kızı ve proje direktörü olan kardeşi Max ile bol bol aile draması yaşarlar, atarlı giderli muhabbetler olur. Jake gider, sistemi incelemeye başlar. Bu sırada başka yerlerde de atmosferik bozulmalar olmaya başlar. Tüm bu bozulmaların organize bir şekilde yapıldığına dair Jake ve Max bazı kanıtlar bulurlar. Bu kanıtlar ise Project Zeus denen bir sistemi açığa çıkarır. Bilinçli olarak yapılan bazı atmosferik müdahaleler ile birlikte tüm Dünya’yı kalıcı olarak etkileyecek devasa bir fırtına (geostorm) oluşturulmak istendiği ortaya çıkar.

Bu noktada ilk olarak ABD Başkanı Palma’dan (Andy Garcia) şüphelenilir. Sonrasında ise gerçek suçlunun, bizi hiç şaşırtmayan bir şekilde üst düzey bir bürokrat olan Leonard Dekkom (Ed Harris) olduğu ortaya çıkar. Planı da gayet dandiktir, bu fırtına ile Dünya’nın çoğu yerinin nüfusunu azaltmak, bu sırada başkan dahil sıralamada kendinden önce yönetme hakkı bulunan adamları elimine etmektir. Bilirsiniz çoğu ülkede acil durumlarda tepe yöneticinin yerine geçecek kişiler için hiyerarşi vardır, örneğin Battlestar Galactica’da Roslin yanlış hatırlamıyor isem on yedinci sıradaydı, ilk on altının tamamı öldüğü için mecburen başkan olmuştu. Burada Dekkom’un kaçıncı sırada olduğunu bilmesek de tuhaf geliyor. Arada kim bilir kaç kişi var, bunların hepsini nasıl elimine edeceksin, atmosfer gibi tehlikeli bir şeyi kurcalarken nasıl kalıcı planlar yapacaksın bunlar apayrı konular. Zaten film bunlara cevap veremediği için havada kalıyor.

Özetle, atmosferi kurcalamayın, bozarsanız da önlem alın, bu önlemleri de dikkatle izleyin diyerek iyi bir fikirle başlayan film sonradan saçma sapan insanı hırslar ve komploları hikayenin odağına koyuyor ve erimeye başlıyor. Lawson kardeşlerin birbirlerine yaptıkları iğrenç tripler, Max’in başkan koruması olan kız arkadaşının görevini çok çabuk satıyor olması ve öyle kritik bir noktada bulunması (hayır başkan korumaları ile sosyal hayatta iletişime nasıl geçersin, her hareketleri başkaları tarafından izleniyor), teknolojinin içindeki kendini imha sistemi, her şeyin son saniyede kurtulması, tipi suçlu gibi görünen elemanın öyle çıkmaması gibi sayısız klişe filmde kendine yer bulmuş.

Hele ki takdir ederek söylenen “you, son of a bitch”ten tutun da “abim olsa böyle yapardı” deyip atılan yumruklara, “biri geride kalmalı” diyerek yapılan fedakarlıklardan, tek başına başkanı kaçıran gizli servis ajanlarına kadar sayısız klişe mevcut.

Oyuncular

Yukarıda bahsetmiştim. Maalesef çok değerli olan bu abiler filmi kurtaramıyor, hatta “para için bunda oynamayın be kardeşim” dedirtiyor. Ed Harris ve Andy Garcia’nın rolleri zaten pek az, olduğu kadarında ise bir şey katmamışlar. Garcia, beylik lafların efendisi sıradan bir ABD başkanı iken Harris ne olduğu belirsiz, karakteri tam oturmayan bir politikacı/devlet adamı olarak gözümüze çarpıyor.

Butler başrolü almış ancak o da karaktere çok bir şey katamamış. Defalarca işlenen otoriteye saygısız, iletişim problemleri olan, aile hayatında başarısız dahi bilim adamı konseptini sadece ucundan tutmuş. Karakter o kadar karikatürize ki ne yapacağını, hangi durumda ne tepki vereceğini üzerine hiç düşünmeden kestirebiliyorsunuz.

Kardeşi Max’i canlandıran Jim Sturgess ise daha da vahim bir vaka. Sözde Jake’ten bile akıllı olması gereken bu karakterin zekasına dair tek olay “12 yaşındayken abimle gizli konuşacağımız kod tasarladım”dan öteye gidemiyor. Gayet düz bir şekilde hırslı, kendince sorumluluk sahibi, karıya kıza düşkün, zibilyon tane göreceğimiz beyaz yakalı genç vatandaşlardan herhangi biri gibi duruyor, görünüyor ve konuşuyor. Bu adam proje direktörü, söz konusu proje Dünya’nın atmosferini kontrol eden ve milyarların hayatı buna bağlı olan bir proje. Cidden artık devir değişti, dandik şirketlerin başında bile gözlerinden ateşler fışkıran, zekası ile kendine hayran bırakan insanlar çalışıyor. Böyle bir projede bu kadar klişe, düz bir karakter olması beni ciddi şekilde rahatsız etti.

Siz ikiniz, yaşınızdan başınızdan utanın…

Sevgilisi olan, gizli servis ajanı, başkan koruması olan Sarah Wilson (Abbie Cornish) ise esasında farklı bir fikir. Yani filmde bilim adamı ve yöneticiler erkek, aksiyon insanı bir kadın. Bu ezber bozan bir fikir olabilirdi, taa ki bu kadar düz ve klişe bir karakter olarak resmediliyor olmasaydı. Başkan’ın sırlarını çalmak için erkek arkadaşına çok çabuk yardım etmesi (haklı olsa da) çok kötü kurgulanmış. O seviyedeki insanlar, çok ciddi psikolojik testlerden geçiyorlar ve akıl almaz zihinsel dirence sahipler. Bu yüzden sırf sevgilisi istiyor diye böyle şeyler yapması da havada kalıyor.

Jake’in kızı ümit vaad etse de sahnelerinin azlığı ve klişe dolu olmasından dolayı o da kaybediyor. Film boyunca atılım beklediğim uzay üssünün alman komutanı olan Ute Fassbinder, değişik bir aksan ve aroma katmaktan öteye gidemiyor. Sonda yaptığı atılım ise… klişe. Başka da bir şey söylemiyorum.

Görsellik, Atmosfer ve Son Söz

Beklendiği üzere büyük sahnelerin görselliği iyi fakat filmin ikinci yarısının ortalarına kadar çok fazla bu tür sahne görmüyorsunuz. Kim bilir, bu kadar rahatsız edici şeyin yanı sıra, kıyamet sahnelerini (dev dalgalar, fırtınalar, ateş sütunları vs) daha çok görüyor olsaydık filme biraz daha sempati ile bakılabilirdi. Fakat bunların sayısı görece olarak az tutulmuş ve hepsi, filmin sonlarına doğru sıkıştırılmış. Tabi bir de uzay üssü için işine eklenince, oradan biraz Gravity sosu eklenmiş olsa da yetmiyor. Yetemiyor…

-Hakketten beğenmedin mi yav? -Valla iyi değildi abi napayım…

Atmosfer dediğimiz şey ise yok. Yani film atmosfer olaylarını konu alıyor evet ancak kendi atmosferi yok. Jake projeden atılır atılmaz geri çağırılacağını biliyorsunuz, en başından bu yana bir arıza değil insan kaynaklı müdahale olduğunu biliyorsunuz, Dünya’nın son saniyede kurtulacağını ve kötü adamların yakalanıp iyi adamların ölmeyeceğini biliyorsunuz.

Bunun üzerine çok fazla görsellik olmayınca seyretmek için ne kadar sebep kalıyor tartışılır. Dün gece 6.1 olan imdb notunun bu sabah 6’ya inmesi ve henüz 4500 oy olması da (insanlar izledikçe notu düşme eğilimi gösterir) bunun göstergesi. Rotten Tomateos notunun %13 olduğunu da ayrıca eklemem gerekir. Bu yüzden Dean Devlin abimiz, imdb’den verdiğim 5 puana şükretmeli. Onlar da türe ve oyunculara olan sevgimdendir, fazlası değil.

Yorumlar