Killjoys: Aksiyon Güzel Ama Çevresi Kötü, Yoksa Tam Tersi mi?

Evet Syfy sağ olsun, yaz sezonuyla gelen iki tane nur topu gibi bilimkurgu dizimiz oldu, geçenlerde yazarlarımızdan Serkan Özay Dark Matter‘i anlattı, bu sefer de ben Killjoys için karşınızdayım.

Killjoys, Dutch (Hannah John Kamen) ve John Jaqobis (Aaron Ashmore) adlı iki ödül avcısının hikayesini anlatıyor; aslında kadro üç kişi olacak, ama pilot bölüm standart bir “Ekibi nasıl topladık?” kurgusuna sahip olduğu için, D’avin (Luke Macfarlane) henüz ortada yok (Ve hayır bence bu kötü bir şey değil, ancak seyircinin gözüne sokulmasa da olurmuş tabii). Dutch ve John iyi bir ekiptir, hatta onları tanıyan üçüncü bir kişinin bakış açısından “yatmak dışında her şeyi birlikte yaparlar”. Aralarında platonik bir durum var mı, yok mu pek anlayamıyoruz şimdilik, çünkü o tip bir mesaj verilmiyor ki, bence takdir edilesi. Ayrıca ikilinin asıl iş bitirici tarafının Dutch olması da bence gayet iyi. Dutch’un Latin kökenli seksapeli yüksek bir hanım abla tarafından oynanması ise gerçekten şahane.

kj_1

İkili tek bir işe bulaşmaz; adam öldürmek. Ancak bu, John’un ağabeyinin kafası üzerine ödül konduğunu görmesiyle değişir. Panik olan John, kaypak da olduğunu ispatlarcasına Dutch’a “Ben tatile çıkıyorum,” der ve ortadan kaybolur. Niyeti ağabeyini kurtarmaktır ve daha kötüsü, Dutch’u ağabeyinin üzerine konmuş kontrata talipmiş gibi gösterir. Burası kurgunun karışmaya başladığı nokta olduğu için şimdilik kısa kesiyorum, ilerde değineceğim.

Şimdi, açılışta hafif Dune göndermeleri olduğu için biraz umutlanmış olabilirim, ancak son derece klişe bir “Biz ajanız aslında yakalanmış gibi yapmıştık, nanik” sahnesine döndüğü için omuzlarım çöktü ve dizinin sonraki on dakikasını biraz bayık bir şekilde izledim. Bu dizinin yavaşladığı anlamına gelmiyor, tam tersi. Son derece hızlı bir şekilde ortam hakkında bilgilendiriliyoruz; bu arada nasıl artık “grafik tasarımcı” yerine “görsel iletişim uzmanı” deniyorsa, kaç senelik ödül avcısı konseptine de havalı bir isim bulmuşlar; “Reclamation Agent for the Company”, kısaca R.A.C. Peki bu R.A.C’ın işlevi ne?

Haberim yokmuş gibi çek panpa

Haberim yokmuş gibi çek panpa

Olaylar, Quad adlı galaktik sistemde geçiyor. Tipik intergalaktik feodalizm, savaşan büyük şirketler, sosyal eşitsizlik, arada kalan halk ve bunların ortasında “Kontrat her şeydir,” (“The Warrant is All”) prensibiyle çalışan The Company, sadece sisteme yüklenen işi kabul eden ve ötesine karışmayan, tamamen nötr bir tavrı benimsemiş bir ödül avcısı organizasyonu. Tabii işleri ille öldürmek üzerine kurulu değil, çoğu zaman sadece hedeflenen kişiyi -veya eşyayı- teslim etmek zorunda. Tabii böyle bir ortamda nispeten güvenli ve popüler bir meslek olmasına rağmen yükselmesi zor. Tabii “Kontrat her şeydir,” işleri epey karıştırıyor, çünkü haliyle ikili D’avin’i öldürmek istemiyor ve takas yöntemini kullanmaya çalışıyor.

Bu bilgiler okurken açık ve net gelebilir, ama dizide kesinlikle öyle değil ve ilk eleştireceğim nokta bu. Öncelikle, dizinin temposunu E-5 yahut herhangi bir otobanda ilerleyen, camında “Gaz Kesmez” yazan minibüs şoförü gibi düşünün, demek istediğimi anlarsınız. Hız kesmiyor! Beynimizi eritmek istercesine veri akıtıyor.

kj_5

Killjoys keşfedilebilecek bir çok gezegen sunuyor, zira avcılar her kontrat için Quad’daki farklı farklı yerlerde hedeflerini arıyor ve ödül olarak da “joy” isimli para birimini kazanıyorlar. Ana mekan olarak ödül avcılarının kontratlar arasındaki boş zamanlarını geçirdikleri Westerley‘i görüyoruz;  The Company yani işverenler, Qresh denen zengin ve toprak sahibi kesim, Leith adı verilen, The Company’i yöneten dokuz ailenin akrabaları ve halk arasındaki politikanın döndüğü bir yeraltı pazarı, biraz bizim Kapalıçarşı gibi, ancak Uzay Çağı versiyonu. Bu grupların dışında Church, Resistance ve kendisine “Tanrı” diyen ve kancalardan asarak başkalarının kurtarılışı için acı çektiğini iddia bir adam var, ironi? Bu kadar anlatıyorum ki, ilk bölümde nasıl dağınık bir veri bombardımanına tutulduğumuzu anlayın.

Şirketler arası savaş, esas oğlanın ağabeyi D’avin üzerine verilen ölüm emrinin öğrenemediğimiz gerçek nedeni, intergalaktik entrikalar içinde kapışan mega şirketler, arada Dutch’un gizemli geçmiş hikayesi, ortama giren başka bir ödül avcısı, ikili D’avin’i kurtarmaya çalışırken R.A.C’ın intergalaktik savaşlarda koruduğu nötr tavrın ihlal edilmesi, D’avin’in ailesini neden bırakıp gittiğine dair ip ucu olan nedeni belirsiz kabusları, iki kardeşin arasındaki tansiyonlu ilişki, Dutch’a yardım eden gizemli adam derken cümle kaç kelime oldu saymadım, ama bütün bunlar özensiz ve hızlı diyaloglarla aktığı için yapılan beyin mesaisini anlamışsınızdır.

kj_2

Ben bu söylediklerim arasında bir bölümde 7 tane plot saydım. Bir sakin gençler! Tamam anladık detaylı yazmışsınız da 7 bölümlük içeriği pilot bölüme niye yüklüyorsunuz? Yüklüyorsanız da bari derli toplu yapmaya çalışsaydınız. Yanlış anlaşılmasın, bunu seven olabilir, hatta varsa kaçırmasın izlesin. Aksiyon sahneleri hayli bayat olmasına rağmen vakit geçirtiyor. Ben kendi adıma karakter ve olay gelişimini sindirerek izlemeyi tercih ettiğim için pilot bölümde sıkıldığım yer çok oldu. Ama herkesin zevki kendine.

Oyunculuklara gelince… Ben Hannah John Kamen’i daha önce izlememiştim, ama gizemli bir geçmişe sahip ölümcül bir kadını gerek fiziği gerek oyunculuğuyla fena taşımamış diye düşünüyorum. En azından oyunculuk Syfy’ın diğer dizisi Dark Matter’dan çok daha iyi ve bu kıyaslamada ipi resmen Hannah sayesinde göğüslediğini söyleyebilirim. Tek dileğim, dizide detaylı yazılmış arka planla birlikte potansiyel barındıran iki öğeden biri olduğu için her şeyi bu karakterin üstüne yüklememeleri, diğer tarafları da biraz geliştirmeye çalışmaları olabilir. Aksiyon sahneleri halihazırda son derece yapmacık ve karakterlerin karizma yapması üzerine kurulu, ama bağlanmadığı karakter isterse dünyayı sırtlasın, seyirciyi ilgilendirmez. Önce karakteri yap, karizması sonra kendiliğinden gelir. Şunu bir türlü öğrenemediler.

Birader siz ne ayaksınız mesela?

Birader siz ne ayaksınız mesela?

Aaron Ashmore ise maalesef bayık. Yapımcı Michelle Lovretta’nın Lost Girl’den transfer ettiği aktörü belki  Smallville’deki Jimmy Olsen rolüyle hatırlarsınız. Ağabeyi D’avin’i oynayan Luke Macfarlane konusunda kararsızım. Ordu geçmişi nedeniyle kardeşinin ne hikmetse daha önce fark etmediği şekilde, şıp diye anlıyor Dutch’un birileri tarafından özel eğitim aldığını ve bir anda postu kurtarılan aile üyesinden bilge, öğüt veren ağabeye dönüşüyor. Aslında ikisinin de fiziği rollerine iyi gitmiş, ama karakter olarak hayli sığ bırakıldıklarından olsa gerek, bir çıkış yapamıyorlar. Bu da ağırlığı Dutch’a bırakıyor ki, sadece Hannah John Kamen’in seksapeline sığınan zorlama aksiyon sahneleri kesinlikle negatif puan.

Şimdi, dizinin ilerisi için verdiği bir mesaj var; iki kardeşin arasının Dutch (Bu arada cidden, başka isim bulamadınız mı?) yüzünden açılacağı, ve seyircinin dikkatini bu üç karakterin arasındaki inişli çıkışlı ilişkiye yönlendirecekleri yolunda ki, umarım fikir değiştirirler. Detaylı yazıldığı çok belli olan bir bilimkurgu ortamında ilişkilere yüklenmek kadar basiretsizlik olamaz (Ayrıca karakter dediğin, sırf ilişkileriyle işlenmez!). İlişkilerdense bilimkurgu öğelerine yüklenilmemesinin yıllardır, özellikle Syfy tarafından gösterilen tek bir güçlü mazereti var; “Bütçemiz yok!”. Kendilerine burada bir şey derdim de genç okurların terbiyesi bozulmasın. Ama bilimkurgu adına son 10, hatta 20 yıldır hiçbir yenilik yapılmasıyla uğraşılmayıp, sektörün hala 70-80’lerde yazılmış romanlardaki öğeleri genel-geçer olarak kabul etmesi bence kabul edilemez.

İzlemesem Charlie's Angels sanacağım.

İzlemesem Charlie’s Angels sanacağım.

Bunu sırf Syfy için söylemiyorum ve yaz sezonuna layık görülmüş bir dizide çağ atlanmasını bekleyecek kadar saf değilim. Ancak yine belirteceğim ki, üzerinde gerçekten uğraşılmış bir politik hikaye örgüsü var. Yani orada birileri bir şeyler yapmaya uğraşıyor, ancak yapımcılar bunları klişe öğelerle rezil ediyor. Ancak ben 2015’te çekilen bir bilimkurgu dizisinde Mission Impossible gibi assassin’lerin bastığı Amerikan tarzı açık hava düğünü görmeyi, milletin hala bıçak attığını yahut nişan alacağı yeri lazerle belirlemesini hoş karşılamıyorum.

İdeal bir ss değil belki ama dizinin bilim kurgu olduğunu hatırlatan nadir görüntülerden biri.

İdeal bir screenshot değil belki, ama dizinin bilimkurgu olduğunu hatırlatan nadir görüntülerden biri.

Bunun bir açıklaması, insan anatomisi değişmediği için çözümlerin de değişmediği şeklinde olabilir, peki ama niye değişmedi? Hani en azından bir kaç gemi savaşı sahnesi görmeyi bekliyor insan! Bunun cevabı yine “Bütçemiz yok abla!”ya geleceği için ne desem boş, ama o zaman tek bir şey söyleyeceğim, açın, A Space Odyssey 2001’de Arthur C. Clarke’nin ayda yetişmiş nesil üzerine yazdığı öngörüleri okuyun.

Evrendeki tek bir ırkın (hatta onun da bir türünün) vücut kıvrımlarına odaklı ucuz aksiyon sahneleri üzerine dönmeyen, koca bir galaktik sistemin içinde hangi gezegenlerin nasıl yaşamı desteklediğini, yarattığı psikolojik farkları içeren bir bilimkurguyu ne zaman izleyeceğiz acaba? Korkarım şimdilik cevabı yok, o yüzden hızlı bir yaz dizisi istiyorsanız, Dark Matter’in yanında Killjoys’u da bir deneyin derim. Syfy’ın artık Battlestar Galactica ve Lost Room’un ekmeğini yemekten vazgeçip daha entelektüel yapımlara şans vermesi, ya da güzelim arka planı olan hikayeleri satsın diye klişeleştirmemesi dileğiyle.

Yorumlar