2001: A Space Odyssey – Provokatif Gelecek Algısı Üzerine Notlar

Ancak filmde öngörülen tarihten on beş yıl daha geçmiş olmasına rağmen hala daha insanlığın ulaşabildiği nokta 1969 yılındaki başarı olan Ay’a ayak basılması hadisesidir. Filmdeki sahneler öyle gerçeği hissettiren bir yapıdadır ki, Ay’a gidilmesinden bir yıl önce çekilmiş olan filmi yolculuğundan önce izlemiş olan Neil Armstrong daha sonraları Ay’a indiğinde ilk işinin etrafa bakarak siyah bir dikilitaş(monolit) aramak olduğunu söylemiştir. Peki, neden biz hala o noktadayız? Yoksa Kubrick’in gelecek öngörüsü çok mu hayalperest bir yaklaşımdı? Açıkçası ben öyle olduğunu düşünmüyorum. Önce Ay’a neden gidildiğine bakalım.

O yıllarda Sovyet ve Onun temsil ettiği Komünizm anlayışı ile ciddi bir rekabet ve soğuk savaş içerisinde olan Amerika, düşmanına psikolojik üstünlük sağlamak amacıyla bir uzay yarışına girmiştir. Bu yarışta Sovyetlerin uzaya insan göndererek bir adım öne geçmesine aşılamaz bir cevap verebilmek için Ay’a insan gönderme projesine girilmiş ve başarılmıştır. Gerçekten de bu aşamadan sonra Sovyetler yarıştan çekilerek en azından bu alanda Amerika’nın süper güç olmasını tanımak durumunda kalmışlardır. İnsanoğlunun gerçekleştirdiği en büyük keşifte bile bencilce hırslarının nasıl etken olduğunu burada rahatça görebiliriz. Gerçi sonraları bu görüntülerin sahte olduğu ve hatta bunların da bizzat Stanley Kubrick tarafından çekildiğine dair söylentiler yayılsa da o dönemde Amerika bu hareketi ile amacına ulaşmıştır. Gelelim konumuza. Peki, neden hala biz o dönemden daha ileri bir insanlı seyahate çıkamadık? Cevap basit. Çünkü bunda büyük devletler ve uluslararası şirketler herhangi bir kâr görmüyor da ondan. Hâlbuki devamlı gelişen teknolojileri ile akıllı telefonlar, bu gün dünya üzerindeki devletlerin birçoğunun GSMH’sını aşan cirolara sahip teknoloji firmalarının amiral gemileri olmuşlardır. Filmin içerisinde bunlar dışında tutucu ayakkabılardan, uzay için tasarlanmış fotoğraf makinelerine ve yapay zekâya kadar birçok fütüristik detay da görmek mümkün.

Konumuzu daha fazla dağıtmadan özetleyecek olursak biz ikinci ve üçüncü bölümlerde Kubrick’in 1968 yılı genel algısıyla 2001 yılı teknolojik öngörülerini izler ve şu anda bulunduğumuz yıl itibari ile ne kadar isabetli olduklarını anlayabiliriz.

Üçüncü bölüm bir grup araştırmacı ve yapay zekâya sahip bilgisayarın monolitin sinyal merkezi olan Jüpiter’e yolculuğunu konu alır ancak biz yolculuğun amacını ana karakterler ile birlikte bölümün sonunda öğreniriz. Yolculuğun başında bunu bilen tek kişi gelişmiş bilgisayar HAL 9000 dir. Burada, yine tabi filmin açık uçlu yapısından kaynaklanarak, mitolojide Zeus karakterinin ve yeniliğin simgelendiği gezegen olması dolayısıyla Jüpiter’in seçildiği çıkarımını yapmak mümkündür.

HAL 9000

HAL için kişi ibaresini kullanıyorum çünkü filmin bizi ikileme sokmaktan zevk aldığı kısım tam da burada başlıyor. Yapay zekânın sınırları nedir? Yapay zekâya sahip bir bilgisayarın duyguları olabilir mi? Yapay bir zekâ, görevi uğruna Asimov’un üç insan yasasından birini ihlal edebilir mi? Ya da soruyu şu şekilde yenileyelim; Yapay bir zekâ, eğer görevini sıfırıncı yasa olarak algılarsa birinci yasa olan insan yaşamını koruma görevini ihlal edebilir mi? Ve bir bilinci öldürmek, eğer bilinç insan değilse hala öldüreni katil yapar mı?

Bu yazı, "Ünlü Yönetmenlerden Sinema Klasikleri" adlı yazı dizimizin bir parçasıdır.

Yorumlar