Justice League – Sonuçta Ne Oldu?
Justice League, çıkışıyla birlikte tartışma yaratan bir film oldu. Kimi beğendi, kimi beğenmedi, kimi “eh” dedi. Warner Bros.’dan DC lisansı alınsın diye change.org kampanyası başlatan şuursuzdan, DC sinematik evreni ilk beş film itibari ile Marvel sinematik evreninden daha başarılı diyen cühelaya kadar herkes bir şey söyledi.
O zaman Kahramangiller olarak bize düşen, “Sonuçta ne oldu?” geleneğine uyarak, atıp tutmadan, onun bunun sübjektif fikrine bakmadan, rakamlarla ve gerçeklerle mevzuyu incelemektir. Buraya nasıl geldik? Buradan nereye gidiyoruz? Justice League bir yana, DC sinematik evreni konusunda bakalım hep beraber, sonuçta ne oldu?
Nedir Bu Sinematik Evren Sevdası?
Ünlü senarist William Goldman, Hollywood’un gerçek sırrını “Aslında hiçbirimiz hiçbir bok bilmiyoruz” diye açıklar. Ona göre Hollywood yapımcıları yüzde doksan dokuz birbirini taklit edip filmlerinin başarılı olmasını uman işçilerdir. Aykırı şeyler deneyen adamı mumla ararsınız. Dolayısıyla bir film tutarsa o filmden bir sürü yapmak en iyi yöntemdir.
Tutarlı olarak para kazandıran bir sürü başarılı film yapmanın yolu ise seriyal anlatıdan, yani sinema için film serilerinden geçer. Buna en iyi örneklerden biri James Bond’dur. Belirli aralıklarla aynı formülden sayısız film çıkaran bu seri, 60’lı yıllardan beridir devam etmekte ve yatırımcılarını ihya etmektedir. Fakat işin sırrı ne?
Dramatik Anlatı 101
Dikkatle baktığınızda başarılı olan ve tutulan pek çok hikayenin genelde aynı şablonu takip ettiğini görürsünüz. Olaylar, anlatı bilimde protagonist olarak adlandırdığımız bir ana karakterin çevresinde döner; onun başından geçenleri aktarır.
Bu arkadaşımız, hikayenin başında kendi ortamında çok kral bir şekilde takılmaktadır. Ancak bir sebepten an itibariyle sahip olmadığı bir şeyi ister. O şeyi elde etmek için de kendi ortamını terk edip yollara düşer ve tanımadığı, bilmediği ortamlara dalar. Elbette ki bu yeni ortamı tanımadığı için ilk etapta feci şekilde çuvallar. Ama sonra ortama uyum sağlar ve çoğunlukla ağır bir bedel ödeyerek istediği şeyi elde eder. Sonunda ise kendi ortamına geri döner ama artık zaten olaylar arkadaşı değiştirmiş, bambaşka bir insan yapmıştır.
Yüzüklerin Efendisi’nden Star Wars’a kadar her yerde görebileceğimiz bu şablonun sürekli film üretmek istiyorsak ciddi bir sıkıntısı vardır: Hikayenin sonunda baş karakterimiz anlatısal açıdan kullanılmaz hale gelir, ya da en azından kahraman olarak kullanılamaz artık. Klasik seriyal anlatı ise bu problemi hile yaparak çözer.
Dizi Film Saati
Seriyal anlatıya en iyi örnek eski diziler ve çizgi romanlardır. Bunlar, aslında devamlı bir hikaye yerine her seferinde aşağı yukarı benzer bir hikaye anlatma üzerine kurulur. Star Trek, aslında Enterprise mürettebatının hikayesini anlatmaz. Zira haftalık bir bilimkurgu hikayesi antolojisidir Star Trek. Her hafta kahramanları farklı olan bilimkurgu hikayeleri anlatır bize. Kaptan Kirk ve ekibi bu olaylardan hiç etkilenmezler. Hatta olaylar ne kadar kişisel olursa olsun ekibimiz bir sonraki bölümde yine aynıdır.
A Takımı’nın divan-ı harp meselesine neredeyse hiç değinmeyiz. Michael Knight’ın geçmişi bizi ilgilendirmez. Batman’i Batman yapan olaylar zaten çizgi romanlar başlamadan önce olmuştur, bitmiştir. Geçiniz…
Bu sayede aynı “kahraman”lardan sayısız hikaye üretilir. Bu hikayeler sayısızdır ve sırasızdır. Gerçekten ana karakterlerimize etki edecek hiçbir olay yaşanmadığı için de hangi bölümü önce seyrettiğiniz hiç ama hiç fark etmez.
“Ay Ne Dandikmiş”
…demeyin. Aslında yukarıda anlattığım sistemin bir mantığı var. Yeterince yaşlı olmayanlarınız için algılaması çok zor biliyorum ama öyle bir dünya düşünün ki internet yok, uydudan yayın yok, uluslararası kanallar yok… Televizyonda bir şey yayınlanıyorsa seyretmenin tek yolu yayın saatinde televizyonu açmak. Yoksa kaçtı… Artık ne zaman tekrar oynatırlarsa…
Film seyretmenin tek yolu sinema… Çizgi romanların eski sayılarını bulmayı da unutun çünkü bakkal hep en son sayıyı bulundurur. Geçen sayı kaçtıysa bakmanız gereken yer…
Çıkan Kısmın Özeti
Elbette ki medya dünyası çok değişti. Artık Netflix var, internet var, iTunes var. Dizilerin kaçan bölümleri komple satın alınabiliyor. Televizyon dünyası da yavaş yavaş da olsa devam eden hikayelere geçiş yapıyor. Bundan 20 sene önce Game of Thrones gibi bir dizi düşünülemezken şimdi insanlar bir günde Stranger Things bitirmeye çalışıyor. Anlatı yapısı da değişiyor.
Marvel filmlerinin başındaki Kevin Feige’in de denediği aslında toptan seyretme modelinin bir öncesi üç arklı dizi senaryosu sistemi.
Ne?
Marvel filmlerini bir an için bir televizyon dizisi olarak düşünürsek, her bir film bir bölüm oluyor. Bu bölümler aslında birbirlerinden makul miktarda bağımsız. Çoğu filmi anlamak için önceki filmleri seyretmiş olmaya gerek yok. Her filmin kendi hikaye arkı var.
Lakin aynı zamanda tüm Marvel filmlerinin yavaşça ilerlediği bir ana ark var. O da Thanos mevzusu. Bunlara ilaveten de Kevin Feige’in evre olarak adlandırdığı bizim sezonluk hikayeler diyebileceğiz arklar var.
Yani filmlerin hepsini seyretmenize gerek olmasa da, seyretme ihtiyacı hissediyorsunuz. Siz böyle hissettikçe de Disney para basıyor. Başka stüdyolar da özeniyor. Bir noktada “Avengers “diye bir film geliyor ve açılış hafta sonunda 200 milyon dolar hasılat yapıyor. O zaman da Warner Bros hissedarları soruyor ve diyor ki “Yahu bizde dünyanın açık ara en popüler iki çizgi roman kahramanı var. Bizim elimiz armut mu topluyor?”
Dönemeyen Superman
Kimse DC kahramanlarından film olmaz demesin. Richard Donner’in “Superman: The Movie”si günümüzde hala süper kahraman filmlerinin şablonu olarak kullanılır. Batman işine hiç girmiyorum, çıkamayız…
Bir önceki paragraftaki hissedarlar ise halt etmiş. Warner Bros’un uzun zamandır sinematik evren projesi üzerinde çalıştığını biliyoruz. Aklın yolu bir. Ancak Warner Bros’un şansı Marvel kadar yaver gitmedi.
Hay Bin Kunduz
Şans faktörü gerçekten büyük. Sinematik evrenin açılışını B takımı bir karakterle yapan Marvel’in “Iron Man”i tutmasaydı bugün bambaşka bir yerde olabilirdik. Edward Norton’un Bruce Banner’i canlandırdığı “The Incredible Hulk”u hatırlayanınız var mı? Sorun değil, Marvel de istemiyor hatırlamanızı.
Ancak Superman, bir bakıma bir sorun da. Warner Bros’un sinematik evren denemeleri 2000’li yılların başlarından geliyor. Amaç kallavi bir Superman filmi ile kapıları açmak. Lakin Tim Burton’lar, Kevin Smith’ler ve hatta bir noktada Sam Raimi’ler olsun, hiçbiri makul bir Superman filmi projesini gerçekleştiremiyor. Sonuçta proje X-Man filmleri ile bu işi kıvırabildiğini gösteren Bryan Singer’a veriliyor.
Kağıt üstünde mantıksız bir karar değil. Singer hem Superman hem de Richard Donner hayranı. Yeni bir Superman filmi yapmaktansa Donner filmlerine devam filmi çekmek ama doğal olarak başrol oyuncularını değiştirmek istiyor.
Ne var ki reklam ve yapımına yaklaşık 300 milyon dolar harcanan film 2006 yılında Amerikan sinemalarında 200 milyon hasılatı zor görüp dış hasılatla birlikte toplam 390 milyon dolarda kalıyor ve fena halde batıyor.
Sinema Matematiği
“Bu ne biçim matematik? Nasıl batmış?” diyen varsa hemen hatırlatayım da aradan çıksın. Hasılat stüdyonun cebine giren para değildir. Amerikan pazarında hasılatın ancak yarısı kadarı stüdyoya gider, çünkü diğer yarısı biletten sinema salonunun komisyonudur. Stüdyonun kazandığı para Amerika dışında çok daha az olabilir. Ancak iyimser bir tahminle bir film 400 milyon dolar hasılat yaptıysa, stüdyonun cebine soktuğu para 200 milyon dolardır.
Bir filmin batmaması için bu paranın yapım ve reklam harcamalarını karşılayabilmesi gerekir. Ancak seri halde çekilmesi planlanan filmlerde bu da yeterli değildir. Zira yatırımcı para kazanmak için yatırım yapar, para kaybetmemek için değil. Film, kendi masrafını anca çıkarıyorsa, yatırımcı açısından başarısızdır ve bir daha yatırım yapmaya değmez. Ama “Superman Returns” gibi kendi masrafını bile çıkaramayan bir film varsa elimizde durum rezalettir.
Tepkisel Warner Bros ve Yeşil Fenerler
Warner Bros, son derece tepkisel hareket eden bir stüdyodur. Seyirci eğilimlerini her zaman iyi analiz edemezler ama seyirci ne isterse onu yapmaya çalışırlar. “Superman Returns”e gelen eleştirilerin aksiyon azlığı yönünde olmasına ilk tepkinin aksiyona gidelim olması normal. Superman’in aşk acısı üzerine röntgenci olması da beğenilmeyince biraz daha neşeli ve aksiyonlu bir şey çekip Superman’i biraz dinlendirmek de doğal bir tepki. Zira, yeni bir film çekmeden seyircinin Bryan Singer filmini unutması lazım. Batman de kendi kendine Christopher Nolan ile iyi giderken, altın yumurtlayan tavuğu kesmek olmaz.