Derdi Dram Olan Animeler #9 – Grave of the Fireflies

1988 yapımı bir Uzakdoğu anime filmi olan “Ateş Böceklerinin Mezarı (Hotaru no haka)” aynı adlı 1967 yılında Akiyuki Nosaka tarafından yazılan yarı-otobiyografik hikâyeye dayanmaktadır. Filmin senaryo yazarı ve yönetmeni Isao Takahata yapım için o tarihlerde yükselişe geçen Studio Ghibli ile anlaşmıştır. Film, 1989 yılı “Mavi Kurdele Ödülleri”nde Özel Ödülü, 1994 yılı “Şikago Uluslararası Çocuk Filmleri Festivali”nde ise Animasyon Jüri Ödülünü ile Çocuk Hakları Ödülünü almıştır.  Savaşın masum bireyler üzerindeki yıkıcı etkisini olanca sertliğiyle göstermesi açısından yapım, otoriteler tarafından en önemli savaş karşıtı eserlerden biri olarak kabul edilir.

Hikaye İkinci Dünya Savaşının sonlarında Japonya’nın Kobe şehrinde geçer. Ana karakterlerimiz dört yaşındaki Setsuko ve olanları ağzından dinlediğimiz onun abisi on dört yaşındaki Seita’dır. Film, şimdiye kadar izlediklerim içerisinde belki de en iyi açılış sekanslarından biri olan “21 Eylül 1945, öldüğüm geceydi.” Cümlesiyle başlıyor. Burada bir parantez açmak gerekiyor. Zira başta bahsettiğimiz gibi bu hikâye kısmi-otobiyografik yapıdadır. Yazar tıpkı Seita gibi İkinci Dünya savaşı esnasında, “beslenme yetersizliğinden kaynaklı ölüm” olarak nitelendirebileceğimiz bir durum olan malnütrisyon neticesinde kendi bakımı altındaki küçük kardeşini kaybetmiş ve kendisini bundan dolayı sorumlu tutmuştur. Daha sonra yapacağı söyleşilerde bununla ilgili “Anlattığım gibi bir abi olmak isterdim ancak o açlık sırasında önce kendi karnımı doyurmak bana her şeyden daha önemli geldi. Doğru olanın bu olmadığını biliyordum ama ben böyle davrandım. Bunun neticesinde de bir süre sonra kardeşimi kaybettim.”  demiştir. İşte tam da bundan ötürü kendisini kardeşinin ölümünden suçlu tutmuş ve daha hikayenin başında kendisini simgeleyen Seita’yı gerçekte olmadığı şekilde sefalet ve aşağılanma içerisinde öldürmüştür. Burada aslında olayların sonunu en başında öğrenmemiz tahmin edileceği üzere filmin albenisini öldürmüyor. Bunun yerine senaryo yazarının bizim için hazırladığı o hüzünlü atmosfere girmemizi en başından sağlıyor. Burada hayaletini Setsuko ile birlikte gördüğümüz Seita ise olayları anlatmaya bir bombardıman sabahından başlıyor.

Babaları donanmada olan kardeşlerin bir bombardıman neticesinde annelerini kaybetmesi senaryonun giriş kısmını oluşturuyor. Yanan binaların altında kalan cesetlerin yanında inatla “imparator çok yaşa” diye bağıran yan karakter detayları senaryonun derinliğini arttırmada önemli bir faktör. Kısa ama çarpıcı sahnelerle gördüğümüz bombardıman altındaki şehir, tüm detaylarıyla gerçek bir savaşın ruh haline sokuyor izleyeni. Buradaki en vurucu sahne Seita’nın bir çubuğun üzerinde akrobatik hareketler yaparak annesini isteyen Setsuko’yu avutmaya çalıştığı andır. Film müziklerinin en güzel örneklerinden biri ile karşılaşırız burada. Bir sonraki sahne ise en sert hali ile annenin ölümüdür.

İkinci kısım kardeşlerin teyzelerinin yanına yerleşmesi ile başlar. Bir animasyondan beklenmeyecek kadar ince detayın bulunduğu filmde özellikle bu kısımda çok fazla yazılı olmayan duygu ile karşılaşırız. Başlarda Seita’nın getirdiği erzakların da etkisiyle kardeşlere iyi davranan teyze karakteri gerek kardeşinin ölüm haberini aldıktan sonra hızlı bir şekilde erzağı toparlaması, gerek kardeşleri sürekli ne yapıyorlar diye psikolojik baskı altında tutması ve en çok da yemek sofrasında tanelerini çok az vermesiyle zaman içinde niyetini iyice belli eder. Elbette savaşın getirdiği yokluk kişileri daha acımasız olmaya zorlar ancak bu acımasızlığın iki yetim üzerinden sürdürülmesi bizi bu aşamalarda üzmekten çok sinirlendirir. Tüm bunları birebir görüp anlayan Seita’nın aksine Setsuko bu durumu göremez ancak zaman içinde o da sezinler. Ve tabi kardeşler nihayetinde boş bir sığınağı bu eve tercih ederek terk ederler.

Hikayenin üçüncü ve son kısmı bu sığınakta geçer. Kardeşini mutlu ve ondan daha önemlisi hayatta tutabilmek için hırsızlık dâhil her yolu deneyen Seita’nın çabalarını her seferinde bak işte bu sefer güzel olacak hevesi ve umuduyla izleriz.

Ateş Böceklerinin Mezarı bir savaş dönemi filmi olmasına rağmen tek bir düşman askeri ya da belli bir çatışma sahnesi içermez. Onun yerine acımasız makineler olarak nitelendirebileceğimiz uçakları görürüz. Filmde dönemin Japonya’sı bizzat Japon bir yapım tarafından anlatılmasına rağmen batılı örneklerinde pek karşılaşamayacağımız şekilde hiç taraf tutmaz. Filmdeki tek taraf masumlar ve savaştır. Ve bu ikisi karşılaştığında hep savaş kazanır.

Bu şekerler ağzımızda acı bir tat bıraktı…

Filmin içerisinde çok yerde ateş böceklerini görürüz. Bunlar bizi bir rüyanın içerisindeymiş gibi hissettiren küçük umut kırıntılarıdır. Çoğunlukla mutlu sahnelerde gördüğümüz bu ateş böcekleri Japon kültüründe ömrünün kısalığından ötürü geçici ışığı ve mutluluğu simgelemektedir. Ancak filmin sonunda hayaletleri günümüz Kobe’sine bakan iyi giyimli kardeşleri görürüz. Bu açıdan film açılış sahnesini yalanlamadan da güzel bitebileceğini bize gösterir.

Filmde özellikle Setsuko karakterinin seslendirmesi için şimdiye kadar bir animasyon filminde duyduğum en başarılı seslendirmeydi diyebilirim. Bizi filmin içine çeken belki de en önemli iki detaydır küçük Setsuko’nun samimi jest ve mimiklerini yansıtan başarılı çizimi ve seslendirmesi. Bunun yanında 2005 ve 2008 yıllarında aynı hikayeye dayanan ve gerçek aktörlerin yer aldığı iki film daha çekilmiştir. Olayları farklı anlatıcıların gözünden de görebilmemize olanak sağlayan bu filmler Japonya sınırları dışında fazla rağbet görmemiştir.

Netice itibariyle 2.Dünya Savaşı’nı konu alan onlarca farklı filmde gördüğümüz Nazi zulmü ve Yahudi Soykırımı temalarından sıkıldıysanız bu eser sizin bakış açınıza ciddi bir katkı sağlayacaktır. Sert ve büyük bir savaşın küçük dünyalara ne denli zarar verdiğini bu film ile daha iyi kavrarız. Savaşı alıştığımızın zıddı olan karşı taraftan üstelik taraf dahi tutmadan anlatan farklı bir örnek olarak yüreklerimize dokunmak için sizleri bekliyor.

Bu yazı, "Derdi Dram Olan Animeler" adlı yazı dizimizin bir parçasıdır.

Yorumlar