Düşmüş Melekler: Savaş Yeni Melekler Yaratabilir mi?

Seri kitap okurken genellikle beklediğim/istediğim şey devam kitabının ya da kitaplarının ilk kitaptan daha iyi çıkması. Ana hikayenin başladığı tempoda kalmaması, çok daha fazla genişleyip yeni şeyler sunması başlıca beklentim. Belli başlı birkaç seri dışında −şahsen Dune serisinin üçüncü kitabı, Vakıf serisinin ikinci kitabı, Yüzüklerin efendisi üçüncü kitabı çok iyi şeylerdi− bu durumla karşılaşmak pek mümkün olmuyor. Genelde ilk kitap diğerlerine nazaran daha dolu ve doyurucu oluyor. Haliyle seri o dakikada yarım kalıyor.

Girişi bu minvalde yaptığıma göre konunun gideceği yer belli oldu. Yayınlandığı ilk günlerden itibaren büyük ses getiren ve gördüğü ilgiyi hak ettiğini söylemenin mümkün olduğu Değiştirilmiş Karbon kitabının devamı niteliğindeki Düşmüş Melekler bu yazının konusu. Yukarıda açıklamaya çalıştığım başarılı devam kitabının özelliklerini taşıyan bir kitap olmuş. İlkine kıyasla daha farklı bir kulvarda, şimdiden söyleyeyim. Bu sefer dedektiflik yok, direk cephedeyiz.

Sıcak Çatışma

Askeri bilimkurgu her zaman karşıma çıkmayan, çıktığı zamanda bir iki örnek dışında pek de iyi yad etmediğim bir tür. Düşmüş Melekler bu türde cyberpunk soslu −bize göre yeni− bir üye.

İlk kitapta okuduğumuz olaylardan yıllar −bir hayli yıllar− sonra adamımız Takeshi Kovacs bu defa Sanction IV adlı bir koloni gezegeninde karşımıza çıkıyor. Askeri alanda efsaneleşmiş geçmişinden dolayı herkesin aynı hedefe beraber silah doğrultmak istediği bir isim olarak all-star seviyesinde olduğunu az çok biliyoruz. Bir Kordiplomat olarak öldürmenin birkaç yüz farklı yolunu biliyor ve yeri gelince uygulamaktan çekinmiyor. Neyse efendim Kovacs yine birileri için hayatta kalmaya ve can almaya devam ederken silah arkadaşlarından Schneider adındaki bir asker ona hayatının işini teklif eder. Söz konusu teklif akla hayale gelmez düzeydedir; gelmiş geçmiş en önemli Marslı arkeoloji keşfinin güvenceye alınması ve uygun fiyata alıcı bulması. Uygun fiyattan kasıt milyonlardan bahsediyoruz.

İlk etapta mesafeli yaklaştığı teklifin yapılabilir bir iş olduğunu anlayınca kolları sıvar. Evvela hiçbir fikri olmadığı arkeoloji alanıyla ilgili yetkin ve daha önemlisi bu keşfi yapan Tanya Wardani’ye ulaşır. Askeri otoritesini kullanarak bu işi halledip finansman aramaya koyulurlar. Bunu da Kordiplomat yetenekleriyle ‘kendi tarzında’ halleder. Mandrake adlı şirkette yönetici konumundaki tanınmış bir Vodoo büyücüsü olan Mathias Hand ile el sıkışılır. Geriye kiloyla paralı asker satın almak kalır, en kolay olanı da budur. Hele uzun zamandır süren bir savaştan bahsediyorsak…

Her şey tamamlandıktan sonra işe koyulurlar. Mars medeniyetine dair en önemli keşif beraberinden her türlü zorluğu da yanında getirir. Ekibin ölüm kalım tehlikesi atlatmadan bir günü geçmez ve bu daha sorunlarının başlangıcı bile değildir. Savaştan kaçmaya çalışıp hayatının vurgununu yapmaya çalışan ekip akla hayale gelmeyecek tecrübelere adım atar.

İnsanoğlu Daha Çaylak

Bizden önce Marslılar vardı ve biz onların ayak izlerinin güvenli boşluklarında adımlıyoruz. Bunu biz yapmıyorsak da Richard K. Morgan’ın yarattığı evrende durum bundan ibaret. Evrim bizden önce çok daha başarılı olanlarımıza yaşam şansı vermiş durumda. Güçlünün hayatta kalması prensibi bizden önce de başarıya ulaşmış. Takeshi Kovacs hikayesi bizi böyle bir dünyaya götürüyor.

İlk kitabı okuyanların hatırlayacaktır, çok az olmak suretiyle Marslı medeniyetinden bahsediliyordu. Öyle ki gerçekten var olup olmadıklarından emin olacak çok az bilgi vardı. İkinci kitap tamamen bu konu üzerine inşa edilmiş durumda. Var olduklarından artık emin olduğumuz Marslı yaşam formlarının arkalarında bıraktıkları izleri yüzyıllar sonra anlayabildiğimizi görüyoruz. O da yarım yamalak ve tahminlere dayalı vaziyette.

Bizden başka -önce olmaları fark etmiyor- akıllı yaşam formları var mı sorusu yıllardır ilgili bilim camiasını hayli meşgul ediyor. Varsa neredeler, nasıl yaşıyorlar, neye benziyorlar gibi tonlarca soru. Henüz hiçbir komşuya rastlamadık. Ama bana kalırsa rastlamak yerine birilerine ulaşırsak cevap ‘bizde sizi bekliyorduk’ olacak. Yine bence bizim için ipuçları bırakmamaları halinde zaten onları bulamayacağız. Uzaylı fikri bilimkurgu bu durumu konu edinmeyi çok sever. Yakın zamanda okuduğum Yenilmez, Strugatski kardeşlerin Uzayda Piknik kitabı, başlı başına efsane olan Alien serisi, harikalar yaratan Arrival filmi ve daha niceleri. Düşmüş Melekler bu temayı cyberpunk ile birleştirerek okura sunuyor.

Marslılar yaşayıp gittiler. Acemi olan biz insanlar ise arkada bıraktıkları, vazgeçtikleri, umursamadıkları teknoloji ve imkanlarla mutlu oluyoruz. Onların dünü bizim yarınımız. Kitabın özeti neredeyse bu cümleden oluşuyor. Biz daha çaylak konumundayız. Tecrübesiz varlıklar olarak az buçuk bilimimiz ve bitmez kan dökme hırsımız ile yaşamaya çalışıyoruz.

İnsanlık Öldü mü?

Öldü. Açık ve net. Zaten ölmüştü, şimdiden yaklaşık beş yüz yıl sonrasına konumlanmış bir hikayede adeta fosil yakıt oldu. Takeshi Kovacs’ın başından geçenler bu yozlaşma ve kirlenme durumunun farklı evrelerine götürüyor okuru. İlkinde Olimpos’tan kullarına istediğini yapan tanrıların karşısına çıkan insanı okuduk. O topraklarda toplumsal düzen denen şeyin bir hiç olduğunu gördük. İnsanlar yine sınıflara ayrılmış durumda ve bu defa arada uçurumlar var.

İkinci maceramız direk sıcak çatışma ortamları ile başlıyor. İki farklı grubun gezegen yönetimi için girdikleri savaşa tanıklık ediyoruz. Kapitalizm ve komünizm arasında mücadelenin farklı kılıflarda cereyan ettiğini düşünün. Burada Kartel ve Kemp adındaki iki farklı güç odağı yer alıyor. Tek dertleri yönetime el koymak olan gruplar bu uğurda akla hayale gelmeyecek yöntemlere başvuruyorlar. Gelişen teknoloji kendisini en çok silah sanayisin belli ediyor. Sanction VI üzerinde akan kanın sonu gelmeyecek gibi görünüyor.

Ne dedik az evvelki başlıkta; anladığımız tek dil savaş ve daha fazla yıkım. Ne kadar manasız olduğunu asla kavrayamadığımız hormon yarışları -iki kitapta da sıkça adı geçen Quell’e selam olsun. Kitabın en güzel yanlarından biri de buydu. Ana konudan sapmadan arka planda geçen olaylardan okuru habersiz bırakmıyor. Yaşanan savaşın nabzını tutmayı bırakmadan okuyoruz. Öyle ki söz konusu keşifle savaş birbirini istem dışı tamamlayan unsurlar. Hepsinden önemlisi ise geleceğin insanlarının kan dökmek için ne akıl almaz yöntemler kullandığını okuyoruz.

Richard K. Morgan

Askerlik Belası

Yazar Richard K. Morgan ikinci kitabı için seçtiği kurguda ana karakteri daha fazla tanımamızı sağlamış. Takeshi Kovacs isminin en korkulan askeri birimlerden biri olduğunu ilk kitapta sık sık duymuştuk. Netflix dizisinde görselliğin etkisiyle bu durumu daha net anlayabilmiş, empati kurabilmiştik. Okuma kısmında daha fazla detaya ihtiyaç duyduğumuz/duyduğum bu konu Düşmüş Melekler’de daha net ifade edilmiş.

Kordiplomat denilen sınıfın -birliğin, ekibin- sınırlarını, yapabildiklerini net olarak görebilmiş olduk. En zorlu şartlar kavramının da üzerinde bir dizi eğitimden geçen adamımız psikolojik olduğu kadar biyolojik olarak da insan sınırını aşmış durumda. İnsanların bedenlerinin komple değişebildiği bir dünyada bu durum şaşırtıcı gelmediği ortada. Ancak işin aslı öyle değil. Kordiplomat dediğimiz olay tamamıyla savaşmaya ve mümkün olduğunca hayatta kalmaya dayalı military class bir şartlanma hali. Erişim seviyesi CIA, MI6 gibi oluşumların üzerinde olan bir yapılanmadan bahsediyoruz. Misal bir Kordiplomat siz daha hareket etmeden ne gibi fiziksel bir saldırıda bulunacağınızı sezgileriyle kavrayıp karşılık vermeye hazırdır. Her türden askeri teçhizat için eğitimli, her türlü coğrafya için koşullara hazır olacaktır. Onu şaşırtmak mümkün olmadığı gibi işini soğukkanlılıkla hallettiğini görürüz. Bunlar en ucuz örnek arasında. Daha neler neler.

Bitmeyen Savaş’ı okudunuz mu? İnsanlığın karşısında kim ya da ne olduğunu anlamadan yüz yıllar boyunca derin uzayda cepheden cepheye koştuğu kitabı. Orada ana karakterin görev için aldığı eğitim, kullandığı ekipman aklınıza gelsin. Burada eğitim kısmı daha hardcore ve ekipman olarak şartlandırılmış ve modifiye bedenler kullanılıyor. İki kitap arasındaki benzerlikler tabi bununla da sınırlı değil. Kendisinden önce yayınlanan klasik eserle dikkat çeken bir diğer benzerlik verilen savaşın tarafları farklı olsa da ne kadar anlamsızca olduğuydu.

Daha Başka

Devam kitabı olarak ilkinden daha başarılı bulduğum bir eser oldu. Özellikle ana karakteri daha iyi tanımak, olayların yaşandığı evreni anlayabilmek adına önemli kısımlar içeriyor. İlk kitapta havada kalan noktaların -Innenin Savaşı, Kovacs’ın geçmişi vs- açıklığa kavuştuğunu gördük.

Bilimkurgu çevirmenin teknik detayları sebebiyle diğer kurgu türlerine göre biraz daha zor olduğunu burada bir kere daha kanıtlamış. İthaki Yayınları’nın bu türe olan ilgisi ve dikkatine rağmen yine de okuması ağır bir kitap olarak anacağım. Başarılı kurgu beklemediğim kadar yavaş tempo ile birleşince, olayların bir an evvel netlik kazanıp adrenalini hissetmek istediğiniz kitapta işleri zorlaştırıyor. Cyberpunk alt türünün karmaşık yapısı, yeni teknolojileri insan psikolojisi ve toplum düzenine etkisi üzerinden kurguya dahil etme huyu çeviri için ciddi zorluk oluşturuyor. Yine de kitabın ortalamanın üzerinde çeviriye sahip olduğunu söylemek mümkün.

Üçleme olarak tasarlanmış ve yazılmış olan serinin ikinci üyesi Düşmüş Melekler, klasik eserleri dışında –Yıldız Gemisi Askerleri, Bitmeyen Savaş, Yaşlı Adamın Savaşı serisi- hatırlanmayan askeri bilimkurgu türü için başarılı bir alternatif. Ve aynı zamanda başarılmış bir devam kitabı.

Bu yazı, "İthaki Kütüphanesi" adlı yazı dizimizin bir parçasıdır.

Yorumlar